YANIT
Klasik anlayışa göre altın üretmek adına yetersiz kalan kimya bilgileri ezoterik bilgilerle sentezlenirse anılan sonucu yaratabilmektedir ve buna simya denmektedir. Bize göre ise simya, sanıldığı gibi altın üretme hedefini gütmemektedir... ayrıca kimya olarak nitelenebilecek pratikleri mutlak olarak içermesi de gerekmez.
Simya gibi bir öğretiyi salt altın üretmek benzeri dar bir alana sıkıştırmak majisyenleri kötü adamlar olarak görme cahilliğinden farklı değildir. Bilim ortamında da sanayici bakışı ile araştırma yapan bilim adamları vardır. Ancak bu anlayışı “mutlak bilim adamı yapısı” olarak yorumlamak hatadır. Her şeyi çıkar amacı ile kullanmak ataerkil bir yaklaşımdır ve bu dünyada ataerkil beyine sahip olmayan kadınlar da, erkekler boldur. Bu yüzden öncelikle simyayı bu dar anlayıştan çekip çıkartmak gerekir.
Benim düşünceme göre simyagerler Yahudilikle tohumları atılan -sadece görülen gerçektir- düşüncesinin yanlışlığını gören bilginlerdir. (Onlar bilge ya da bilimci değil, bilgindirler ve bu sözcük büyük araştırmacı Azra Erhat’a aittir.) Bu bilginler bilimin de, ezoterizmin de yarım, ya da daha doğrusu ikiye ayrılmış bir bütünün iki zıt yarısı olduğunu fark eden ve gerçeğe -bu iki disiplini sentezleyerek- ulaşmayı hedefleyen kişilerdir. Bu teoriyi doğrulayıcı olarak evreni bölen enerjinin önemli simya bilgilerini (ve simyagerleri) yok etmesi gösterilebilir.
Gerçek simyagerlerin belki de en önemlisi Asklepios’tur. Kendisi bir doktordur, ama tıp bilgisi ile ezoterizmi karıştırıp “ölümden insan almayı” başarmış, hatta bazılarına göre ölümsüzlüğü keşfetmiştir! Evrenin Yunan mitolojisindeki “bölücü”sü Zeus tarafından yıldırımla yok edilir. (Anılan konuda bilgi edinmek için site üyelerine özel bölümde yer alan Yahveh, Zeus ve Marduk adlı araştırmam okunabilir.)
İkinci simyager ise Lokmandır. Kendisi de bir hekimdir, ama bir dolu okült eylemi vardır. Onun da ölümden adam aldığı öne sürülür. Ancak o Asklepios'tan daha “uyanık” çıkmış ve bildiklerini bir deftere dökmüştür. Ne mi oluştur o deftere, daha doğrusu bilgilere?
Bu konuda -sitede yer almayan- araştırma dokümanlarımızdan bir alıntı yapayım:
Bir efsaneye göre Lokman “otların, çiçeklerin ve ağaçların dilinden anlayan” bir bilginmiş. Kırlara ve dağlara çıktığında tüm bitkiler ona hangi hastalığı iyi ettiklerini fısıldarlarmış. Lokman da bu bilgileri kara kaplı bir deftere yazar, zamanı gelince o bilgilerle insanları iyi edermiş. Lokman’ın bir de eczanesi varmış. Bu eczaneye bir hasta girdiğinde ona şifa verecek ilaç Lokman’ın gücü nedeniyle sallanmaya başlar; Lokman da bu ilacı alır, hastaya verirmiş. Böylece hastalık nedir unutan insanlar Lokman’dan bu kez ölümsüzlüğü istemeye başlamışlar. Lokman da ölümsüzlüğü sağlayacak otu bulmak için başlamış dünyayı dolaşmaya... Sonunda yolu Adana’nın Misis Havraniye köyüne düşmüş ve bir gün bir çınar altında uyurken ölümsüzlük bitkisi ona kendinin yanında olduğunu fısıldamış. Lokman hemen otu koparıp kara kaplı defterinin yaprakları arasına yerleştirmiş tabii ki. Ama Asklepios efsanesinin sonu burada da benzer şekilde yinelenmiş. Bir ölümlünün ölümsüzlük sırrını keşfetmesi -tıpkı Zeus gibi- bu kez de Yahveh’i kızdırmış ve baş meleklerinden birini buluşu yok etmesi için görevlendirmiş. Cebrail, Lokman’ı Ceyhan nehri üzerindeki Misis köprüsünden sulara bakmaktayken bulmuş. Hemen Lokman’ın yanına giderek kara kaplı defteri suya atmış. Defterin hırçın sulara düştüğünü gören Lokman duraksamadan suya atlamış ama ne yazık ki bilgi dolu defterine ulaşamamış. Yaz gelip sular çekildiğinde ise kitabın birkaç yaprağı bir buğday tarlasında görülmüş. İnanç odur ki bu gün dünyadaki tıp bilimi o yapraklarda yazılı bilgilerden gelir!
Bu bilgilerden yola çıkarak klasik inançtaki gibi “Simya’nın kimya adlı bilimin ilk ve cılız adımları” (aslında "maskara hali" demek isteniyor ya, neyse...) olduğu düşüncesinin yanlışlığı ortaya çıkar. Aslında, kimya ve tradisyonel maji “gerçeğin elde kalmış polar yarıları"dır. Simya ise onların sentezlenme metotlarını içeren bir öğretidir.
Simyagerlerin okültist olmaları da şart değildir. Orch OR adlı kuantum yorumunun mimarı bilim adamı Stuart Hameroff’un ve doktor Deepak Chopra’nın da simyager olduğunu (hatta çok-çok küçük çaplı olsa da bizim 722 Maji Sisteminin de simya ile bağlantılı olduğunu) söylemek mümkündür bence.
Şimdi de altından söz edelim: Altın anaerkide en kutsal metaldir. (Kulağınıza fısıldayayım: Eşleşmiştir!) Bu inancın hem reel (gündelik anlamında), hem de fizik kuvvetlerle ilgili de (örneğin manyetizma ile) nedenselliği vardır. Anaerkinin mutlak hedefi bölünmüş parçaları birleştirmek olduğu için simya ile bölünmüş parçalar birleştirildiğinde altının da elde edilebileceğini düşünmemek için bir neden yok.
Ama durun; hemen düş kurmaya başlamayın. Bizim Manyetik Maji eğitiminde böylesi bilgiler yer almıyor. :) Bülent Kısa’nın çok sevdiğim (ve sıklıkla gülerek yinelediği) bir sözü ile: “Biz sadece kendi halinde büyücüleriz.”
Bülent Kısa için "kendi halinde" demek pek mümkün olmasa da, onun bu şen sözünü rahatlıkla kendime uygulayabilirim.