YANIT
Rüyalarla başlayalım: Bu konuda en küçük bir araştırmam yok… merakım da; çünkü bu konunun kurcalanmaması gerektiğini, zaman içinde her bir kişinin bilmesi gerektiği kadarının ona bir şekilde anlatılacağına (öğretileceğine, açıklanacağına) inanıyorum. Eğer rüyalarla ilgili kaygılar taşıyor, ama uyandığınızda işinize gücünüze bakabiliyor, komşunun oğlunun densizliklerine kızabiliyor, önünüzden geçen çarpıcı kimliğe bir göz atmaktan fazlasını yapmak istiyorsanız kaygıların hiç üzerinde durmayın, bu konuyu düşünmeyin derim. Evren her şeyi kendi kendine halletme prensibine sahiptir. Bazı konulara -daha rahat olayım- diye kafayı takan tam ters yöne doğru yola çıkmış olabilir.
Bu işin istisnası, yani bazı konulara “kafa takma” ayrıcalığı White Magician’larındır kanımca; çünkü beyaz büyücüler pozitif enerji (PE) adlı güç ile (ki, bu güç iman ortamında Müslümanlıkta Allah, paganizmde Ana Tanrıça / Baba Tanrı olarak nitelenir) içli dışlıdırlar (okült litertürde "senkronize haldedirler")… yani koruma altındadırlar… iyi ve vermeye odaklı bir şey tarafından yönetilmekte, gözetilmektedirler.
Aslında beş para etmez bir adam olsam da, gerek haritamın gösterdiği, gerek içten-içe hissetmem üzere özde iyi biri olmam, ayrıca pis yanlarımdan kurtulmak adına canla-başla çabalamam yüzünden benim de (adı her ne ise, fazla üzerinde durmam) söz ettiğim “merci” ile kontağım güçlüdür. Bu yüzden kendimi o “bazı konular”a “kafa takma” ayrıcalığına sahibimdir ve rüyalarla yakın iletişimim vardır. Ancak unutmamak gerekir: Bir beyaz büyücünün kafa takması, normal bir insanın kafa takmasından farklı olduğu için bizlere bu şans verilmiştir. Bizler aslında kafa takmaz, “Nedir bu nedendir?” diye gereksiz araştırmalara girmez, sadece denileni yapacak (bize verilene biraz dikkatle göz atmakla yetinecek) kadar uysal olmayı öğrenmişizdir. Velhasıl söylemek istediğim şudur: Hak edecek düzeyde olduğum için rüyalardan yararlanmam bana öğretilmiştir, ama yine hak edecek düzeyde olduğum için fazla ileri gitmem, bu konuları kurcalamam, kurcalanmaması gerekli riskli alanlar olduğunu bilirim. Zaten bildiğim için beyaz büyücüyümdür ve yine bildiğim için bana söz konusu bilgiler -kendi kendine- gelmektedir.
Özetle; rüyalardan yararlanmak isteyenler (hatta bilinmezlik konusunda ilerlemek isteyenler), tabii ki bilgi adlı değeri kovalamalıdırlar… ama kovalamaları gerekli öncel bilgi kendilerini nasıl daha iyi (evrimselleşmiş) biri yapmak olmalıdır.
Sonrası kendi kendine gelir.
Bu genel bilgiden sonra size geleyim: Bir bilgi lütfedilmiş size… kurcalamayın… ve KABUL EDİN. O artık sizin bilgi haznenizde yer alan bir değer, bir parçanızdır. Onunla ne yapacağınız, size neden bu bilginin geldiği benzeri sorulara zaman içinde, KENDİ KENDİNE, yanıt gelecek olabilir… olmayabilir de.
[Beni okuyan kişiler “Bu adam da garip: Bir şeyi kurcalamayın diyor, ama majiyi kurcalayıp duruyor, ne iş?” diye soracak olabilirler. Yanıtım “maji gizemli değil, son derece sıradan ve olağan bir şeydir” şeklinde olacaktır. Maji, elektrik/manyetizma/EM benzeri majikal enerjileri kullanmaktır sadece. Elektrik/manyetizma/EM'i kullanmak için insanlar binyıllarca beklemişler, ama şimdilerde “bıngır-bıngır” hiç de gizem-mizem lafları olmadan kullanılmaktadırlar. Maji de bu kuvvetlerden (ya da enerjilerden) biridir. Kötü olan odur ki, henüz sadece beyin ile yapılmaktadır; gün gelecek majikal güçler denilen dalga boylarını kullanmak için de aletler (ekipmanlar) icat edilecektir. Bu konuya bir örnek vereyim: Ortaçağda yaşamakta olan bir adama kızıl ötesi ışınlardan söz etseniz sizi belki de "tanrıya eş koşmak" gerekçesi ile engiziasyona şikayet ederdi. Oysa bu gün infra red lambalarla romatizmal hastalıklar iyi ediliyor.
Maji, rüyalar gibi diğer alem ile kontak ortamı değildir. Maji, “Ya, bi akıllı çıksa da beni kullansa” diye etrafta dolaşıp duran ve pek kimse iltifat etmediği için sıkıntıdan patlayan sıradan alanlardır. Henüz bilim ortamında keşfedilmemeleri onların “doğada sıradan şekilde var olan yapılar” olmadıkları anlamına gelmez. ]
Ve sonunda True Name’e gelelim: Kadim İsim (ya da Has İsim) ezoterimzde, hatta folklorik inançlarda yer alan ve herkesin aslında bir gerçek ismi olduğu hakkında bir inanıştır. Her varlığın vibrasyon yapısının fononlarla (basitçe ses vibrasyonları, ses kuantları) ile ifadesidir. Bunların anlamlı olmaları bence gerekmez, bir ses öbeği de olabilirler. Bu açıdan bakarsak mantralar bazı enerjilerin gerçek adı olabilir.
Tradisyonel majide True Name’i bilinen varlıklar üzerinde bu adı bilen etkindir. Bu inanış gerisinde az da olsa gerçeklik payı bulunabilir; çünkü gözlemlerime dayanarak akrofonolojiye1
inanmaktayım (bizim 722 Sistemi eğitiminde de yer alır) ve adı değişenin kaderinin değiştiğine defalarca tanık olmuşumdur. Yani bir insana sürekli bir ses dalgası yolladığınızda bu ses dalgasının var olduğu varsayılan yapısı onun kimliğini (böylece de kaderini) etkilemektedir. Etkilenenin kader olduğu sanılsa da, aslında kimliktir; çünkü karakter etkilenmeden kader değiştirilemez, bu yüzden etkilenen karakter, yani beyin elektriğidir.
İsmin gücü Kabalizmde de yer alır, onların tanrısının (ki, bizler onun Allah olduğuna inanmamaktayız) adı bilinmez, bilindiği düşünülse de söylenmez (yerine “yedi katlı isim” adı kullanılır). Ayrıca tradisyonda eğer bu isim bilinse ve tersten söylense cennetin ters döneceği inancı yer alır. Yani ismi bilmek ve söyleyişte değişiklik yapmak, isim sahibini (isim sahibi bir tanrı olsa bile) etkilemektedir.
Bizler ise -bildiğiniz gibi- sırtını elden geldiğince, aklımız yettiğince, bilime dayayan okültistleriz. Dayandığımız bilim alanları öncelikle fizik ve aslında kuantum mekaniğidir. Kuantum mekaniği evrenin her an yeniden yapılandığını ortaya çıkartmıştır. Hem de -çok basite indirgersek- evren, insan beyni tarafından yeniden yaratılmaktadır. Eş deyişle “neye inanırsanız onu yaşamaktasınız”dır. Bu bilimsel gerçek dolaylı olarak Müslümanlıkta da doğrulanır; çünkü Kuran’de sık sık insanın Şeytan’a inanabileceği “kandırılacağı” şeklindeki uyarılar yer alır. Eğer her şey mutlak olsa, iyiliğin odağı olarak görülen Allah’ın evreninde kötü bir şey olamaz. Oysa insanın “kötü yola” kayabileceği hakkındaki uyarılar, evrende Allah’ın isteği dışında şeyler olduğunu söylemektedir. Bu da bizim bölünen evren teorisini güçlendirmektedir. İman ortamında dile getirirsek evren, insanın cennette Şeytan ile teşriki mesai yaptıktan sonra oluşan yerdir, ama tam Şeytan’ın mekanı değildir, orta noktadır. Bölünen veren teorisini destekleyen onlarca yaratılış mitinde yaratıcı (ya da yaratıcı tanrı ve tanrıçalar) son anda devreye girip ikiye ayrılmış parçaların bir arada çalışmasını sağlar… böylece evren bölünmüş, ama dağılmamış olarak kalır.
Bu bilgiler sonrasında insanların kesin kaderinin olmadığı, isterlerse şahane kaderler yaşayabilecekleri, yaşamıyorlarsa kendilerini suçlamaları gerektiği kadar, kesin bir isimlerinin olmadığı düşüncesi de ortaya çıkar. Kesin bir yapıları yoktur ki isimleri olsun! Orta evrene “değişmek” (büyük olasılıkla gelişmek, iyileşmek, evrimselleşmek) için gelinmiş, ya da daha doğrusu “çekilinmiştir”.
Yeniden sizin rüyanıza dönecek olursak sizin görümünüzde yer alan isim, sizin evriminiz sonrası size layık görülmüş olabileceği için bence değerli bir rüyadır. Ayrıca hem tasavvufla ilgili, hem de bir mağarada geçmekte. Bizim inançta -anaerkil ezoterizmde- mağaralar kutsal mekanlardır. (Yahudilikte ise dağ başları… alın size yine bir polar yapı daha!)
Verdiğim yanıtları onurlandırmanız ve beni teselli etmeye çalışmanız çok değerli tutumlar, teşekkürler ederim; bunları ifa edebildiğiniz için öyle şanslısınız ki… tabii ki ben de sizin gibi bir okuyanım (belki de sanal öğrencim2) olduğu için şanslıyım. Güzel sözler, ne güzel çakışma anları yaratmakta evrende…
Yahu, bir anda yeşil/pembe pırıltılarla yüklü kuantlar yarattık! Valla aferin bize… Bu kuantlar bu anda başkalarının kuantları ile senkronize olacak ve evrende bir kötülük engellenecek. Nezaket ve güzel sözler böyle bir şey işte…
DİP NOTLAR
[1]
İsmin, kaderi etkilediği inancını içeren ezoterizm disiplini. Bu konuda pek çok örneği Kabalizm, mitoloji, hatta Tevrat’ta bulabilirsiniz.
[2]
Öğrencilerim olması beni sevindirse de, öğretmen olmaktan pek hazzetmediğimi ekleyeyim: Ben öğretici değil, söyleyiciyim. Öğrencilerim ise laflarımı beğenip, benimseyenlerdir. Beğenen benimser, beğenmeyen benim lafları sollar, yoluna devam eder. Bu yüzden bizim eğitime “eğitim” denmesinden de hoşlanmıyorum, ama benim duygu ve hedeflerimi anlatacak tek bir kelime ne yazık ki yok ve mecburen en yakın anlamlı sözcük olan “eğitim”i kullanıyoruz.