YANIT
Bu tarz filmleri izlemiyorum diyeyim (örneğin Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi serilerinin ilk filmlerini izlemiş ve izlemeye son vermişimdir). Ancak bu sözlerim sizi Hollywood prodüksiyonlarını izlemekten alıkoymasın. Yaşayan hayattan (bazı şeylere bıyık altından gülerek de olsa) uzak durmayın.
Maji hakkında önerebileceğim aklıma ilk gelen ve bence bu konudaki en şen örneklerden biri (şen olmak çok-çok önemlidir, anaerkide en kutsal niteliklerdendir) The Sorcerer's Apprentice (Sihirbazın Çırağı)’dır.
Aslında Sorcerers Apprentice İngilizcede bir değimdir. Bir usta büyücünün aşırı istekli, delişmen ve sabırsız çırağının (bu alandaki tüm aprentislerin aynı psikolojik yapıda olduğunun altını deneyimlerime dayanarak ekleyeyim ;-) biraz yardım edeyim isteği, pek çok da meraklılığı ile etrafta aşırı sayıda bulunan karışımları, özleri, maddeleri, ekipmanları sakarlıkla birbirine katıp altından zor kalkılacak bir kaos yaratmasını ifade eder. (Spoiler vermeden bazı bilgiler ekleyeyim: Filmin temasında da bir adept (Nicholas Cage) ve çırağı yer almaktadır.)
Filmi önerme nedenlerimden biri bir Walt Disney production olması; yani bir saat boyunca adamın içini kasıp, son sahnelerde -keçiboynuzu yedirmek misali- birkaç happy end görüntü sunmaması, tüm filmin hoş bir havada geçmesidir.
[Unutulmaması gerekir: Filmlerle, tiyatrolarda, hatta isterse “en bi edebi eserler” ile olsun içiniz mili saniye bile sıkıldığında NE celp etmişsiniz, yani şeytanla öpüşmüşsünüzdür.]
Filmi önermemin ana nedeni onu sevmemdir yani… ama sevmemin -yukarıda söz ettiğim nitelikten- farklı nedenleri var…
Öncelikle filmin baş karakteri olan sorcerer’ı -yani Baltazar’ı- (o kadar karizmatik olmasam ve onun gibi değil, konservatif şekilde giyinmeyi yeğlesem de) kendime benzetirim. Benzetme nedenim amaçlarımızın ortak olmasıdır: Baltazar’ın yüzyıllarca bıkıp usanmadan Merlin’in halefi olacak (yani asında dünyayı kötülüklerden kurtaracak) bir çocuk araması beni etkiler. Hep özel çocukların izini sürer… bulamaz… ama sonunda onu en sıradan (hatta belki de pop kültürde “ezik” olarak tanımlanan bir karakterde) bulması da anlamlıdır. Bu kişiler daima yaygın kültürde bir ölçüde dışlanırlar. Filmde de seçilmiş çocuk anlaşılamaz, “psikolojik yardım alır” ve büyüdüğünde yaşadığı akıl almaz olayları “Şimdi iyiyim, basit bir glikoz dengesizliğindenmiş onlar” şeklinde açıklayacak kafa yapısına sahiptir.
Bizler de seçilmiş kişileri deşifre etmek için -biraz abartılı olacak ama- “yaşarız” demek çok da yanlış değildir ve o enerjinin (ki, onlara bizim literatürde “Tanrıçanın kızı/oğlu” denir) sıradan sanılan kimselerde olduğunu biliriz.
Bu amacı öncelikle -bir sosyal paylaşım sitesindeki kişilerin bu tanıma uygun olduğunu görünce- o ortamda realize etmeye çalıştık… pek başaramadık. Üç yıldan fazladır bu site aracılığı ile öğrenci olarak karşıma çıkan bazı kişilerde aynı ülküyü sürdürmekteyim.
O enerjiyi taşıyan kişiyi bulabildim mi peki?
Tabii ki bulamadım…
Neden?
Çünkü böyle bir şey yoktur!
Yani evreni tek bir kişinin kurtaracağını düşünmek anlamsızdır; bu iş “seçilmiş kişi” DEĞİL, “kişiler” ile topyekun yapılabilecek bir iştir. Ve ben de Baltazar gibi bıkıp usanmadan bu kişileri bulmayı ya da bulduğumu düşündüğümde onlara bu gerçeği anlatmayı ülkü edinmişimdir.
Filmde hoşuma giden bir diğer unsur majisyenlerin farklı giyim tarzının olduğuna vurgu yapmasıdır. Genç aprentisin spor ayakkabılarını çıkartıp, hocasının önerdiği büyücü ayakkabılarını giyme sahnesi gerçekten izlenmeye değerdir bence.
Dahası, seçilmiş gencin aslında maji ile ilgisiz olması, ama fizik alanına bir deha sayılacak kadar bilgisinin bulunması da beni çok etkiler; çünkü tüm eğitimlerde (yani elimden geldiğince var ettiğim sistemde) sırtımızı fizik bilgilere dayamaktayızdır. Bu yaklaşımımız ise genelde pek hoş karşılanmaz; eğitim almak için yola çıkan nice aprentis adayının eğitime katılma isteğini kırar. Oysa yegane yol budur… majide ciddi başarılar bir ölçüde de olsa fizik bilmeden fazlaca elde edilemez. "maji ile simya arasinda temel fark ve benzer yönler nelerdir?" başlıklı sorumda değindiğim simya işte bu kavramdır ve bu filmde dolaylı da olsa ilk kez bu denli apaçık şekilde ve bu kadar çok kişiye ulaşacak biçimde gün ışığına çıkarılmıştır.
Filmi bu kadar övdüm, biraz da eleştireyim: Senaryoda yer alan bazı bilgilerin içeriği külliyeten ataerkil yalanlardır.
- Merlin “herif-i na şerifin” biridir. Bu druid taifesi bildiklerini asla öğretmez, çoluk çocuk yararlansın da mutlu olsun demez; sadece ölürken asistanlarına fısıldarlar. Bu asistan da kural olarak erkektir.
- Morgan Le Fay ise gerçek bir bilge kadındır… Bu gerçeği 80li yıllarda ilk kez Bülent Kısa’dan öğrendiğimde sözlerini -sizlerin şu anda yaptığına emin olduğum gibi- ekşi bir suratla ve burun kıvırarak dinlediğimi, “Abarttı yav” havasına girdiğimi bir “tebessüm-ü elem” ile hatırlarım.
- Filmde kurtlar kötülüğün silah olarak kullandığı saldırgan hayvanlar olarak betimlenmektedirler. Oysa köpeklerin atası olan kurtlar oyuncu, insanlara çok aç kalmadıkça saygılı olan (insan yaklaşınca onlara saldırmayıp avını bırakıp uzaklaşan), sosyal (grup halinde gezen, ama gruplarında asla lider olmayan), aile kuran hayvanlardır. Filmin bir sahnesinde bu yanlarının “Bozkurt bir sürü hayvanıdır, eşsiz olmaz” sözleri ile ifade edilmesi de sevindiricidir. Ayrıca Türk ırkını zamanı gelince yeterince beslendikleri Ergenekon’dan çıkartan da kurtlardır. Bu konudaki bilgi için Yer Altındaki Ülke başlıklı yanıtıma dileyen göz atabilir.
Özetle; film çok eğlenceli… Ataerkinin evrendeki her iyiyi kötü, her kötüyü iyi olarak gösterdiğini aklınızdan çıkartmadan izleyin derim.