YANIT
Kehanetlerin doğru çıkma nedeni iki şekilde açıklanmakta: (Vereceğim yanıt aslında Fal ve Falcılar adlı yazımda da anlatılmaktadır.)
1- Einstein’ın Özel Görelilik prensibi ile ortaya koyduğu gibi -ki, doğruluğu deneysel ortamda kanıtlanmıştır- zaman ve uzay diye iki farklı kavram yoktur; “uzayzaman” adlı bir yapı vardır ve bu yapı üzerinde geçmiş ve gelecek fiks/değişmez/hazır halde bulunmaktadır. Bilim adamları bu yapıyı bir somun ekmeğe, insan bilincini ise bu yapıda “uzanmakta olan bir solucana”1 benzetmektedirler. Bilinç, ışık hızı adlı engeli (örneğin uyurken) aşıp -bir anlamda- diğer aleme geçtiğinde bu somunda ileri ya da geri (geçmiş veya geleceğe doğru) hareket etme yeteneğine sahiptir. Bazı kişilerde bu yetenek gelişmiştir ve geleceğe yaptıkları yolculuklarda edindikleri izlenimleri makrokozmos ortamına (bedene) döndüklerinde de anımsamaktadırlar.
2- Evren -doğruluğu yine deneysel ortamda kanıtlandığı üzere- ölçüm ile yaratılır. Nobel ödüllü olanları dahil bazı fizikçilerin hipotezlerine göre dalga fonksiyonunun çöküşünü (gerçekliğin oluşmasını) insan bilinci var eder. Süperpozisyon adı verilen ortamda iki milyondan fazla olasılık (buna kader diyelim) insan bilinci ile seçilmekte (bkz. Stapp, von Neumann, Wigner vb.) ve kader (gelecek) var edilmektedir. Bir falcının kehanetlerine (bunlar gerçek olmasa da) inanan (söz konusu inanç bilinçsizce de gelişebilmektedir) kişi, BU İNANCI NEDENİ İLE geleceğini kahinin sözleri doğrultusunda KENDİ yaratmaktadır.
Siz, kendiniz kahin olduğunuz için yaşamınızda etkin durumun ilk şıkta anlatılanla örtüştüğüne inanıyorum.
Kehanetlerin sürekli hayırsız (negatif) olma nedeni ise kişisel beyin elektriği yapısına bağlıdır. Bu durumu ise ezoterizmle açıklamaktayız: Yukarıda sözünü ettiğim somun da (dahi anlamında) fiks/katı ve değişmez değildir; o da bir süperpozisyon içindedir. Beyin elektriğiniz negatif ise (kabaca, yaşama kaygılı, ürkek, kötümser vb.) bakış açınız varsa, geleceğe ilerlediğinizde somundaki olumsuz seçenekleri (ya da bir diğer bakış açısı ile "olumsuz somunlardaki seçenekler"i) seçerek, bunları realize etmektesiniz (çöktürmektesiniz).
“O yüzden ben Yaradanin bana yazdigi bir kadere teslim olmayi maalesef burnum sürtüle sürtüle ögrendim.”
Bunlar çok yanlış, Müslümanlığa değil, “Müslümanlık pop kültürü”ne bağlı, kaynağında Yahudilik olan inançlardır. Yaratıcının (Müslümanlıkta Allah’ın) eli sopalı, insanlara acı vere vere adam eden (yola getiren, hatta boyun eğdiren) zalim denilebilecek bir tanrı olduğu modeli bütünü ile Tevrat yansımasıdır. Tevrat içeriği o kadar eskidir ve kültürlere yansımıştır ki, nice insan hem inançlarının temelinde bu din olduğunu, hem de kendi inancı sandığı modelin bu dinden kaynaklandığını bilemez. Müslümanlık Allah’ı koruyucu, affedici ve karşılıksız verici bir kimliktir ve binyıllardır neredeyse her inançta görülen Baba Tanrı’nın (Ana Tanrıça’nın eşidir) modern versiyonudur. Besmeledeki “ESİRGEYEN VE BAĞIŞLAYAN” nitelikleri onun koruyuculuğu ve hoşgörme (affetme) yapısının kanıtıdır. Seçtiği iki -en önemli- kişinin (hz. Muhammet ve Mevlana) inanılmayacak kadar güzel ve rahatlatıcı sözleri onun nasıl yapıyı desteklediğinin bir diğer kanıtıdır.
[Allah’ın Baba Tanrı’ya benzerliğinin ötesinde, Allah, İlk Çağlarına dişi-erkek bütünlüğüne gönderme yapan Ana Tanrıça/Baba Tanrı eşleşmesinin yekpare (tek vücut) şeklinde tezahür etmesi olabilir. Besmeledeki Rahim, Ana Tanrıça şeklinde isimlendirilen evrensel dişilik prensibini; Rahman, Baba Tanrı şeklinde isimlendirilen evrensel erkeklik prensibini sembolize etmektedir. Yani Allah, “öncel yaratıcı çift”in daha bir “tamlaşmış”, “her şey”, gerçek şekli ile ortaya çıkmış biçimi sayılabilir. Dahası, bu yapı “Müslümanlık en modern dindir” söyleminin doğrulayıcısı şeklinde görülebilir belki de… Özetle Allah, “aslında evrensel farklı (örneğin dişilik ve erkeklik) prensipleri bütündür, onları ayrı ayrı isimlendirmek bile ayırmaktır” mesajını veren, evrensel tamlığı (bölünmemişliği) vurgulayan bir yapı olabilir.]
Zaten insan adlı yaşam formu burnunu sürterek bir şey öğrenmez, sadece korkup siner. Korku veren durumun geçtiğinde bastırılan nitelik yeniden ortaya çıkar.
Ayrıca eğer yaratıcı, mutlak bir kaderi yazabiliyor olsa, Kuran’da Şeytan’ın ALDATABİLECEĞİ hakkında bu kadar uyarı olmaz. Tanrı, kişilerin SEÇİM GÜCÜ olduğunun altını çizmekte ve bu seçimin doğru kullanılması gerekliliği hakkında deflarca uyarıda bulunmaktadır. Hatalı seçimlerde ise cezalandıran, "kişinin burnunu sürterek yola getiren" bir tanrı yoktur. Hatalı seçim, iyicil yaratıcının etki alanından ÇIKILDIĞI için yaşanan kayıplardır. Yani kişinin burnunun sürtülmesine neden olan bireyin kendisi bile değil, inanç ortamında Şeytan adı verilen yapıdır.
Sözün özü, Yahudilik korkutmacalarına pabuç bırakmayın. Rahat olun, yaratıcıyı göklerde değil, huzur ve inanç içindeki kalbinizde arayın… kolayca bulacak ve koruyuculuğu ile affediciliğinden -inancınız ve rahatlığınız oranında- pay alacaksınız.
“Sanirim - - islamik tabirle olacak ama- hayir ve serri bizim bilmemize imkan yok ve sanirim kaderlerimize müdahale etmemeliyiz çünkü ne yaparsam yapayim kaderimi degistiremedim.”
Bilmenize imkan yoksa asla doğru yolda ilerleyemezsiniz. Kadere müdahil olunabileceği ve hatta olunması gerektiği Şeytan’ın varlığı ve “aldatma” olarak adlandırılan gücü kabul edilerek vurgulanmaktadır. Bu dünyadaki varlık nedeni ve amacı BİREYSEL ŞEKİLDE DOĞRUYU SEÇEREK ilerlemekten başka bir şey değildir. Ayrıca kompakt bir kader yoktur ki müdahale etmek ya da etmemek imkanı olsun. Geleceğin insan tarafından yaratıldığı kuantum dalga fonksiyonu çöküşü, ölçüm, kuantum alan teorileri, quantum mind gibi nice bilimsel teori ile modern ve bilimsel ortamda da doğrulanmaktadır.
İnançlarınızı yansıtan sözleriniz Müslümanlık ile değil, İslam adı altında pazarlanan ataerkil (ve IŞİD gibi kimliklerin elinde dehşet verici hale gelebilen) düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Geleceği çöktürme yeteneğinizi hatalı kullanarak yarattığınız ortam yüzünden yaratıcıyı suçlamak ve hatalı yerlere ilerlemek ona verilecek en büyük acıdır.
[Bizler, yaratıcının bir insan gibi acı çektiğine (ki, biz buna “dilhûn olmak” diyoruz) inanmaktayız. Bu inancımızın kaynağı ise -gerçeklerin, ilkel insanın anlayabileceği şekilde yansıması olan- mitlerdir. Mitlerde yaratıcı Ana Tanrıça ve Baba Tanrı çocuklarını yitirdiklerinde ve birbirlerinden ayrıldıklarında büyük acı duyarlar. Yani yaratıcı, ya da bizim sisteme göre bilinçli temel alan, bir ölçüde insani hislere sahiptir. Aslında daha doğrusu, insanlar (ve de tüm canlılar), bu ona benzedikleri için, his sahibidirler… ve temelde iyidirler.]
“Degistirdigime inandigim anlarda bile olmasi gereken kaderime geri döndüm.”
İşte şimdi biraz gerçeklerden konuştunuz. :) Şöyle anlatayım: Paralel evrene atlamak -atlanamayacağı inancı aşılınca- inanılmayacak kadar kolay ve “an”da (nano saniyede) gerçekleşen bir olaydır. İşin zor yanı atlanılan evrende kalıcı olmaktır. Bu konuda soru gelirse yanıtlayabilirim.
“Kusura bakmayin lütfen abuk sabuk bir anlatim oldu.”
Hiç de değil, içinde bulunduğunuz keyifsiz ortam göz önüne alınınca gayet de güzel anlatmışsınız. Ama “kusura bakmayın” sözcüğü, yani karşınızdaki rahatsız etmiş olma kaygısı hissetmek ve bundan üzüntü duyulduğunu söyleyebilmek, PE celbidir.
“Onca pozitifligime ragmen kaderimde olumsuz çok olgu yasiyorum.”
Darılmayın ama pozitif olduğunuzu varsaymak hayli zor. Duygusal biri olmak ile pozitif olmak çok farklı şeylerdir. İşin kötüsü bu ataerkil ortamda NE, ortaya sürdüğü yanlış doğrularla en kolay duygusal ve ince ruhlu insanları tutsak alır. Ayrıca yerli-yersiz "baş kaldırma" kadar, sürekli "boyun eğme" eğilimi de bütünü ile NEnin varlığına kanıt sayılabilir.
[Aslında önemli gerçek şudur ki, baş kaldırma ya da boyun eğme şeklinde isimlendirilen davranışların ifa edilmesine neden olan ortamların varlığı, kişi beynindeki NEnin varlığının göstergesidir. Beyinde ne kadar PE varsa, yaşam modelinde o ölçüde barış, keyif, mutluluk ve doyum bulunur. Bunlar birer ödül de değildirler; sadece beyindeki yapı ile kontak kurulan alanın (iyicil yaratıcıya yaklaşmanın) yansımasıdırlar. Yani bir kişinin yarattığı kaderin tipine ve daha önemlisi, bu kadere yaklaşımına (bu kaderde rahat olup olmamasına) bakarak beyin elektriğinin yapısı büyük ölçüde anlaşılabilir.2
Bu dünyada var olan her bir varlığın var olma nedeni alanlarında barınan, değişen oranlardaki NE olduğu için, insanların kaderinde genelinde pürüzler yer alır. Söz konusu pürüzler -beyin elektriğinin evrimi ile- yok edilince ruh adı verilen EM alan artık bu dünya ile (makrokozmos frekansı ile) senkronize olamaz, yani burada bedenlenemez. Diğer yandan, Müslümanlıkta kabul edildiği gibi "kaza" da vardır; ki, bu yapıya bilim ortamında "rastlantısallık" denmektedir. Ancak sayıları azdır.]
“Yoksa tamamen teslim olmak mi gereklidir?”
Teslim olmak İslam’la ilgilidir. Teslim, İslam sözcüğünün köküdür. Teslim olmak, İslam olarak nitelenen tarafa eğilimdir. Günümüzde, dinsel eğilimi çerçevesinde politika yapan bir parti liderinin bile kabul ettiği gibi İslam ve Müslümanlık aynı şey değildir. IŞİD ve Alevilik/Bektaşilik/Tasavvuf vb. gibi -taban tabana zıt- modellerin aynı inançtan çıkması, ortada iki farklı yapının var olduğunun temel kanıtıdır.
[Ancak bu sözlerden fazlaca etkilenip daha iyi bir ortam yaratmak adına (iyi niyetle) “Bu farklılığı iyice belirleyelim, aradaki sınırı çizelim” yaklaşımları BÖLMEKten başka anlam taşımaz. İnançları olduğu gibi bırakMAmak, RAFİNE etmek adına girişimlerde bulunmak, tehlikeli işlerdir. Müslümanlıkta belirtildiği gibi inanç kişinin bir başına, kalbinde yaşayacağı bir eylem, bir beyin fonksiyonudur. Herkes kendi yolunu bilir ve bu tartışılmaz.]
Yaratıcı (Müslümanlıkta Allah) teslim olunacak, boyun eğilecek bir şey DEĞİL, bütünleşilecek, BİR/TAM/YEKPARE OLUNACAK bir yapı/gerçektir. Ondan yardım almak (onunla senkronize olmak) için önce onu anlamak, giderek ona BENZEMEK şarttır.
“Sevgilerimle, dualarimiz sizinle olsun.”
Bir kişinin dualarında yer almak büyük bir onur. Çok duygulandım gerçekten. Kalbi teşekkürler…
DİP NOTLAR