YANIT
Öncelikle merhabalar arkadaşım.
Batıya göre doğuda kalan (örneğin Anadolu ve Yakın Doğu) kültürlerin batılı (aryan) kültürlerce ele geçirilmesini üzücü buluyorum. Yanıtımda Müslümanlık, Osmanlı, Atatürk devrimleri ve Türklükten söz edeceğim. (Herkesin yanıtımı sonuna dek okumasını rica ediyorum.)
Batılılar denen, bize göre Hindistan’daki anaerkil uyarlıkları yıkan ve kim (hatta ne) oldukları ortaya tam olarak çıkarılamayan ataerkil (savaşçı) bir ırk, sadece Hindistan değil, Anadolu ve Yakın Doğu kökenli bilgi yüklü inançları da ele geçirmiş, içlerini boşaltmış ve sanki içini doldurulmuş gibi “muhteşem batı uygarlığının temel taşı” olarak lanse etmiştir. Yunan mitolojisinin özgünlüklerini yitirmiş, ataerkilleştirilmiş -biraz abartılı gibi duracak ama gerçekten başka sözcük kullanmak içimden gelmiyor- “madrabaz” tanrılarının orijinali Anadolu ve Felix Arabia’daki anaerkil kökenli paganizmdir. Bu topraklar Hz. Hızır, Lokman benzeri gerçek Magus’ların ülkesidir. Batıda baş tacı edilen Empedokles bu ülkelere yolculuk edip, bilgileri bu üstatlardan elde etmiştir.
Müslümanlık da bu topraklarda doğmuştur. Yakın Doğunun -devrine göre çok değerli bir inanç modeli olan- "Ay tapımı”nın evrimselleşmiş halini içerir. Bu gerçek batılı bazı yazarlar tarafından “Müslümanlık Ay’a tapar” şeklinde ucuzlaştırılır. Oysa Müslümanlık, Ay’ın bir tanrı OLMADIĞINI, ama farklı ve hayırlı enerjiler yayan bir obje olduğunu apaçık vurgulamış, tapımın önemli aspektlerini Ay'ın hareketlerine bağlamıştır. Bu yaklaşım zamanına göre devrimci bir olaydır.
Müslümanlık; batıda “maji” denilen, uygulayıcıları zindana atılan, hatta canlı canlı yakılan gündelik bir olayı (gerçekliğin beyinde yaratılmasını) dua etmeye, esma zikretmeye yönlendirme benzeri uygulamalarla insan kullanımına sunmuştur. Müslümanlıkta “büyü” adı altında yasak olan 3. kişilerin hayatına (EM alanına) müdahaledir.
Felix Arabia ve Yakın Doğu bilgeliğinden uzaklaşma durumu ülkemiz kültüründe de izlenir: Atatürk devrimlerinden pek bir şey anlamayan nice Atatürkçü, ulu önderin vefatı sonrasında “kraldan fazla kralcı” olarak kültürel gelişim yönünü
fanatik şekilde -dediğiniz gibi- “aşırı materyalist batı”ya çevirmişlerdir.
Böylece
“Batılılaşma” adı altında gereksiz bir batı hayranlığı yaratılmış,
devrimci (örneğin bir İslam ülkesinde içki fabrikası açan, kadınlara haklar tanıyan) padişahlar bile birer -değim yerinde ise- canavar olarak gösterilmiş,
öz yapımız kötülenmiştir.
Oysa Osmanlı’da;
-
Onlarca köpekle tek bir tilkinin kovalanmasına spor denmemiş, avcılık fazla itibar görmemiştir.
-
“Dinsiz” denen kişiler Engizisyondaki gibi iğrenç ve akıl almaz işkencelere uğramamışlardır.
-
Hırsızların eli -İslam ülkelerindeki gibi- kesilmemiştir.
-
Kadınlar cadı diye hiçbir zaman çırılçıplak, canlı canlı, meydanlarda -çoluk çocuk gözü önünde- yakılmamıştır.
-
Kadınlar hiçbir zaman çırılçıplak, sağ elleri sol ayaklarına bağlı şekilde -çoluk çocuk gözü önünde- nehire atılıp günahkar olup olmadıkları test edilmemiştir.
-
Hiç bir -sözde- devrimden sonra binlerce insanın kafası -çoluk çocuk gözü önünde- işi seriye bağlamak adına giyotin diye alet icad edilerek kesilmemiştir.
-
“Karın deşen Jack” ve benzeri seri katil çıkmamıştır.
-
İslam ülkelerindeki gibi recm olayı -tek bir kez dışında- yaşanmamıştır.
-
Osmanlı, şeyhülislamın yaşadığı ülke olduğu halde, içki yasak değildir. (Her semtte meyhane vardır, insanlar ayıplanmadan rahatça alkol
tüketmişlerdir. Lale devri, aşk ve şarap şarkıları Osmanlı'da doğmuştur.)
Örnekler çoğaltılabilir.
Atatürk kendini yok etmecesine değişmeyi değil, iyi olan her şeyden pay alarak zenginleşmeyi hedef almıştır. Atatürk sadece ülkece daha rahat yaşamaya engel olan şeylere karşıdır.
Bu sözlerimi doğrulamak adına kendi ailemden örnek vermek isterim: Padişahın yaverlerinden olan bir askerin kız kardeşinin eşi olan ve kendi de saray ile yakın ilişki içinde bulunan dedem “Atatürk padişahçıları sallandırdı” diye tanıtılan bir dönemde Nice’e kültür ateşesi olarak yollanmış, ardından yüksek düzey memuriyetlere atanmıştır. Babaannemin babası camide Hoca olduğu içi eşyalarını toplamış halde askerler tarafından “alınmayı” beklerken eve gelen yüksek rütbeli komutan ona “Rahat olmasını, kendine güvence vermek adına geldiklerini, onun gibi hocalara sadece saygı duyduklarını, görevine devam edeceğini” söyleyerek gitmiştir.
Bunlar kitaplardan okuduğum değil, içinde yaşadığım olaylardır.
Osmanlı da denilebilecek olan, ama aslında adı “Türkiye Türkü” sayılabilecek (Türkiye topraklarında yaşayan) halk (bizler) ne Arap, ne batılı, hatta ne de Türki devletler soyundandır. Türkiye Türkleri -tıpkı Amerikalılar gibi- kozmopolit, kendilerine özgü bir ırktır.
Türk milletinin yapısında mistisizm ve imana yatkınlık vardır. Batının hızı ve maddeciliği “modernizm” adına böyle bir yapıya 1/1 oranında uygulanırsa sadece acı doğar. Her şey kendi ise mükemmeldir.
Biz Türklerin gücü -hem karakter, hem coğrafi konum, hem inanç açısından- benzersizliğimizde, özgünlüğümüzdedir. Bu özgünlük Yunus Emre ve hz. Mevlana benzeri kimliklerle Hz. Muhammet’in vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ile -dinden dönme olayları arttığı için- sertleştirilmiş İslam’ı Müslümanlaştırmış bir güçtür. Bu değerli öz ne günümüz İslam’ına, ne materyalist Batı kültürüne tam olarak uymaktadır.
Türkiye Türkleri iki zıt kültürün tam ortasında durabilecek, orta noktada durma zorluğunu taşıyabilecek, DENGEYİ KURABİLECEK GÜCÜ TAŞIYAN bir halktır.
Bu konuda en önemli adım -önceden yazarı olduğun sosyal paylaşım sitesinde defalarca yazdığım gibi-
-
Osmanlıyı -politik hesaplarına göre tanıtanların bakış açısı ile değil, gerçeklerle değerlendirip- bu kültürden korkmamakla; onun gelişmiş yanlarını (örneğin sanatını, müziğini, had bilmek, efendilik, sabır, çelebilik benzeri ağırbaşlı değerlerini) fark edip benimsemekle;
-
Batının -bize uygun ve de işimize yarayacak- yanlarını (örneğin farklılığı zenginlik olarak görmeyi, yılmadan direnmeyi, iyimser olmaya değer vermeyi vb.)
kültürümüze katmakla atılabilecektir.
Ulu önderin “Ne mutlu Türküm diyene” sözü farklı özgünlüğümüze gönderme yapan (bence Türkiye'de yaşayan ve kendini etnik kökenine rağmen Türk olarak gören herkesi Türk olarak kucaklayan) sanılandan çok daha derinlik taşıyan bir sözdür.