Bir de David Icke hakkinda ne düsünüyorsunuz? Sizce söylediklerinde gerceklik payi var mi? Bana çok sinirli aksi ve negatif geliyor. istesem merak etsem de artik tamamen farkli bir bakistan bakiyorum tavsiyelerinizle. Sirf o enerjisi yüzünden bir insani dinlemeyi birakmak ve verecegi bilgilerden yoksun kalsam da dinlemiyorum çünkü hiç çözüm sunmadan sadece sirun sunanlari hayatimdan çikarttim. Siz olsaniz nasil yapardiniz negatif haber veya yayinlara?
YANIT
Bu kadar mutlu edici sözler eden kişi, edebilen kişi, denizin kenarına gelmiştir. (Bu arada gönül dolusu teşekkürler. :-) Ancak bu kadar onurlandırıldıktan sonra size bazı sorularınızı yanıtlarken “sorunuzun yanıtını bilmiyorum” demek zorundayım!
“Sizce ölümden sonra insanlar isiga gitmemeli mi?”
Bilmiyorum.
Ölüm ötesinde seçim şansı var mıdır? Yahudilikle yok edilen, oysa gerçekliklerle ilgili ciddi ip uçları veren çeşitli İlk Çağ uygarlıklarının mitleri baz alınırsa orada da bazı sınavların (yargılamaların) varlığı düşünülebilir. Eğer mitlerde yansıtılan bilgiler gerçekse ölüm ötesine de rahat, dürüst ve korkusuz ruh ile gitmek ve bu hali sürmeye gayret etmek gerekebilir.
“David Icke hakkinda ne düsünüyorsunuz?”
Bu şahıs kimdir bilmiyorum. Son 10 yıldır -lütfen dürüstlüğüme inanın- sadece ncbi, elsevier, reasearchgate vb. kaynaklı bilimsel raporlar okuyoruz. Zaman az, alınacak yol uzun… Başkasına ne zaman yetiyor, ne göz/beyin gücü…
Görsellik ile negatif enerji yayma planı sessiz film dönemi sonrası Amerikan sineması ile başladı. Hala büyük şiddet ile artarak sürmekte. Biz “küçük Amerika”da sanırım payımızı aldık. TV siyah-beyaz iken ilk kez TV izlemeye gelen babaannem ilk saatin sonunda “Nasıl şey bu? Bir eğlence yok, gülmek yok?” şeklinde bir yorum yapmış ve her zamanki gibi hepimiz tarafından küçümsenmişti.
Oysa haklıydı; dahası, “gidişatı” ilk fark eden kişilerdendi.
Çok yaşlı olduğum için sinema sektöründeki ürkütücü negativiteyi artık ben de kolayca izliyorum. Örneğin en eğlenceli filmlerden olan Bond, Süperman ve Batman benzeri filmlerin son versiyonlarındaki dram havası gözlerden kaçmamalı.
TV’um yok. TV’deki her hangi bir prgramı ve dizileri (Aşk-ı Memnu’dan beri tek bir tanesini bile) izlemediğim için yorum yapmam olanaksız ama haklı olduğunuz duyduklarımdan biliyorum. Büyük bir oyunun bir parçası bu. “Evrensel egemenlerin oyunu” desem “komplo teorisyeni” olmakla suçlanır mıyım?
NE yayan değil, fışkırtan, ortam artık ne yazık ki sadece TV dizileri, haber kuşakları ve programları değildir. Bu “negativite güruhuna” sosyal medyayı da eklemek yerinde olur. Teknolojiyi kullanmak tabii ki gereklidir; ancak teknoloji kişilerdeki en bet duyguları tetikliyorsa bunlara paye vermek de hatadır.
Olaya biyolojik açıdan bakalım: Çevrede yararlı kadar zararlı bakteri de boldur. Zararlı bakterileri bedene almamak için nasıl olur olmaz yerlere girilmiyor, ya da girmek zorunda kalınınca ilk fırsatta eller yıkanıyorsa; doğal koruyucu mekanizmayı güçlü tutmak adına doğru ve dengeli besleniliyor, uyku saatlerine önem veriliyorsa; benzer koruyucu davranışları düşünsel ortama uygulamamak için neden yoktur.
Ailenizde -evin ortak kullanım alanında- sürekli sigara içen, yüksek ses ile TV izleyen, müzik dinleyen, "diğerlerini" fazla önemsemeyen ya da hatasının farkında olmayan bireyler varsa -gayet güzel bildiğinize inandığım şekilde- gönül okşayıcı birkaç söz ile hoş bir ortam yaratıp odanıza çekilmenizde bir hata göremiyorum. Her şeye, her istediğinize, sahip olamazsınız. Bu durumu olgunlukla karşılar, NE üretmezseniz, beklentiniz farklı cenahlardan size ulaştırılabilir. Hatta rahatsızlığınızı yumuşak bir söyleyiş ile dile getirebilirsiniz. İçinizde korku, tedirginlik, tasa ve kasılma yoksa insanlar sözlerinizi dinlerler. Karşı koyduran, korkunun yarattığı saldırgan enerjiden kaçınma tepkisidir.
Peki web, TV ve 7. sanat aracılığı ile pompalanan bu oyuna neden biz ülke olarak diremenedik?
Kişisel görüşümdür, dost meclisi sohbeti olarak algılayın, bence;
-
Atatürk devrimlerini yanlış anlamamız,
-
Amerikan emperyalist kültürünü hatalı yorumlamamız,
-
kendi değerimizi göremememiz,
-
batıyı gözümüzde aşırı büyütmemiz,
-
öz kültürümüzü küçümsememiz yüzünden…
ANCAK, kültür elden gitse de, ciddi darbeler alınmış olsa da, biz hala biziz; hala da kendimiziz.
Bu “kendimiz” olan biz, kimiz?
Özümüzde;
-
Lidyalılar var… Hani Anadolu halkını ataerkil Kimmer akıncılarından yegane kurtaran ordunun sahibi, sinesinden Kral KArun çıkaracak kadar zengin anaerkil Lidyalılar.
-
Amazonlar var… Hani Karadeniz’in kadın savaşçıları (Batılı palavralara bakmayın, Amazonlar sarışınıdr tıpkı kardenizliler gibi).
-
Hititler var… Hani orta ve güneydoğu Anadolu'nun anaerkil kadın savaşçıları (Enyo-Ma askerleri) ile ünlü Hititler...
-
Etrüskler var… Hani Atatürk’ün kanıtlamak adına çok uğraştığı, İtalyanların atası olan, uygar, anaerkil, kadına değer veren Etrüskler.
-
Batılıların baş tacı ettiği ataerkil Yunan mitolojisinin orijinal (anaerkil) halini yaratan Manisalılar, en azından şen Ege halkı var.
-
Hepimiz, bir DİŞİ kurt1
eşliğinde yerin altından çıkan ırkız.
Halikarnas Balıkçısı bu konularda ne kadar yazdı, hatta çizdi (ünlü bir çizerdi aynı zamanda) onlarca yıl önce...
Peki ne yapmalı eskiye dönmek adına?
Yine üzülerek verdiğim yanıtı vereyim: Bilmiyorum.
Ama ilk olarak batılılardan daha "insan" olduğumuzu biliyorum. (Bu sözümün gerisinde batılılara yönelik en küçük bir küçümseme yoktur. "Gönlü zengin"liğe gönderme vardır.)
İkinci olarak ise şunu biliyorum: Benzer ve değerli olduğumuza yeniden inanılırsa herkes kolayca yolunu bulacaktır. Yapılması gerek yegane şey “gerçekten birbirimize benzer ve gerçekten değerli” olduğumuza inanmaktır. Gerisi kolayca kendiliğinden gelecek, bir çözüm bulunacaktır.
[Layikçiler çomarlara, çomarlar layikçilere dikkatle baktıklarında birbirlerine, kuzey ülkeleri halkından, Fransızlardan, Amerikalılardan, hatta Türki devletlerin insanlarından çok-çok daha benzediklerini göreceklerdir.]
Siz, çoktan yükünüzü tutmuş, yola çıkmış, daha doğrusu (ya da bizim görüşe göre) denizde, dalgalar içinde (dalga fonksiyonu içinde) ilerlemektesiniz. Bundan sonra yönlendirilmeye fazla ihtiyacınız yok. Doğru yönde olduğunuza inanın; “Rahat, dürüst ve korkusuz” formülünden vazgeçmeyin… kapılar yakında istediğinizden fazla açılacak.
Ve unutmayın, tıpkı Türk halkı gibi sizin de yaşadığınız acılar, güzelliklerin yaklaşmasına delil olabilir. Mevlana’nın sözlerini yineleyelim:“Ayağa gittikçe fazla batan dikenler, gül bahçesine yaklaşıldığının işaretidir.”
DİP NOTLAR
[1]
Kurtların sosyalliği, LİDERSİZLİĞİ, dostluğu, oyunculuğu, insan-severliği vb. hakkında çok yazdım; sayfayı sıklıkla ziyaret edenlerin içine baygınlık vermemek adına bu kez kısa kesiyorum.