Bir süredir yazdiklarinizi takip ediyorum, bana bir seyler önemli bir seyler kattiginiza eminim. Öncelikle paylastiklariniz için tesekkürler, kime nasil yardimci oldugunun farkinda bile olmadan birilerinin hayatina dokunmak harika bir sey olmali.
Bir yandan çok uzun ve bogucu olmasini istemesem de gerçekten beni anlamanizi hatta bir sekilde tanimanizi istiyorum. Bu yüzden içimden geldigi gibi, en bastan yazacagim.
Henüz çocukken bazi tesadüfleri kesfetmeye basladim. Görüp begendigim bir toka, giysi aksam bana hediye ediliyor, canimin istedigi yemegi ertesi gün biri elinde bir tabakla getiriyordu. Bu 'küçük seyler' zamanla dikkatimi çekmeye basladi. Ve fark ettim ki hepsini isteme seklim ayniydi. Bakip begendigim istedigim seyi bir anligina zaten elimdeymis gibi hissediyor, mutlu olup sükrediyor, sonra ilgisini kaybeden bir çocuk gibi varligini ya da yoklugunu umursamiyordum. Zamanla ve bu farkindalikla küçük seyler büyük seylere dönüstü. Asik oldugum adam, sadece orada bulunmam için bana fazlasiyla ödeme yapan bir is, orman manzarali harika bir ev. Benim için çalisan olasiliklar.
Tabi bütün bu süreç içinde düsüncelerim de ben de bastan asagi degistik. Içimdeki toplumsal kabuller yikildi. Ailemin dininin bana uygun olmadigini fark edip bir süre ateist oldum.
Sonrasinda ise aslinda her zaman bir pagan oldugumu kesfettim. Verilen isimlerin anlami önemli olmasa da yaptigim seye büyü denildigini fark ettim. Büyünün insanlarin anladigi seyden ne kadar farkli oldugunu gördüm. Bütün o nesnelerin voodoo bebegi, tilsimlar yazilar vb. akla gelen seylerin nasil bir sembolizm içerigini ve bütün bunlarin aslinda yalnizca zihnimizin direnç gösterdigi durumlarda direnci kirmak için kullanilabilecegini anladim. Örnegin zihnim zenginlige direnç gösteriyorsa çok zengin ve mutlu birinin küçük bir esyasini yanimda tasimak biliçaltima gerekli mesaji empoze edebilirdi ve büyü yapmam mümkün hale gelirdi.
Ama yine de her sey o kadar da mükemmel olmayabiliyordu. Bunun da nedenini sizinle kesfettim. Istedigim nesne veya seye odaklaniyor, özellikle o olsun diye büyü yapiyordum. O siralar devamli karsima çikan kaos teorisi ve sizin yazilariniz sayesinde özellikle o nesneye degil istenilen duyguya yönelinmesi gerektigini de ögrendim.
Simdi iyi bir büyücü olma yolunda ilerlerken ve istedigim herhangi bir seyi elde edebilecegime inancim tamken, hiçbir seyi gerçekten istemedigim bir ruh haline girdim.
Hayatimda önemli olan tek sey benim baglanti dedigim, her seyle bir bütün olma hissi haline geldi. Her seyle bir olunan, düsüncelerin durdugu, ben hissinin yok oldugu o muhtesem an. Sonsuz güvende ve huzurda olunan an. Bu anlari eskiden zaman zaman hisseder cennetin bu oldugunu düsünürdüm. Son zamanlarda bu anlarin oldukça arttigini ve sürelerinin uzadigini fark ediyorum. Ancak sikinti surda ki bu anlar bittiginde inanilmaz mutsuzlasiyor, aci çekiyorum, için sikintiyla doluyor.Ta ki bir sonraki ana kadar. Her zaman o sekilde kalmak istiyorum ama bunun mümkün olup olmadigini bile bilmiyorum. Çünkü bazen uzun süre baglantida kalmak beni yoruyor. Sanirim zihnimdeki düsüncelere direndigim ortaya çikmalarina izin vermedigim için. Bastirmak bir çözüm gibi görünmüyor ama ortaya çiktiklarinda da onlara kapilip baglantimi kaybediyorum.
Benim için inanilmaz önem arz eden bu konuda sizden öneriler bekliyorum. Simdiden çok tesekkür ederim.
YANIT
“Bütün o nesnelerin voodoo bebegi, tilsimlar yazilar vb. akla gelen seylerin nasil bir sembolizm içerigini ve bütün bunlarin aslinda yalnizca zihnimizin direnç gösterdigi durumlarda direnci kirmak için kullanilabilecegini anladim.”
Bu cümlenizden başlayalım. Benim “Maji, insanoğlunun her nano saniyede zaten yaptığı kuantum eylemini, iradi şekilde yapamayacağına yönelik inançsızlığı yenmek için kullandığı aracılardır” şeklindeki tanımımı güzel yorumlamışsınız. Bu noktanın altını çizmeden başlamak istemedim. Ve yanıtlarıma geçeyim.
Bu mesajda farklı gerçeklerden (sistemlerden) söz edildiğini düşünmekteyim. Bunlardan ilki NE frekansında bir beyin elektriği, diğeri ise bir "kontak kurma yeteneği" ile ilgili ve bunlar birbirinin devamı değil.
“hiçbir seyi gerçekten istemedigim bir ruh haline girdim.”
Yukarıdaki sözünüz psikoloji disiplinin çok sevdiği “hastalık” yakıştırmalarının yapıldığı bir beyin süredurumudur ve sadece bazı “beyin kimyasalları çorbası”nın yarattığı bir sonuçtur. (Bu kimyasal çorbasını bir davranış/düşünüş modeli var eder; öyle davranmaz/düşünmezsiniz, hemen dağılır. Hayır; "öyle davranıp/düşünmemek" hiç de zor değildir. Zor gelme nedeni tembellik ve/veya bunun yapılabileceğine yönelik inançsızlıktır.)
Ben “Uzay Yolu” adlı diziyi TV siyah beyaz ve tek kanallı iken tanıdım. O devirlerin Mr. Spock’ının bir sözü vardı: “Bir süre sonra sahip olmanın, istemek kadar iyi olmadığını göreceksin. Mantıklı değil, ama çoğu zaman doğru.” Bu sözler bir temel yapıyı işaret etmektedir aslında ve insanları “değişim”e itmek adına doğa (ya da inanca göre Allah) tarafından yaratılmıştır. Eğer elde etmek kalıcı mutluluk verse, herkes olduğu yerde durur. Oysa kimse -eğer bu evrende doğdu ise- mükemmel değildir ve amaç mükemmel denilen yapıya İLERLEMEKTİR. Sizin yaşadığınız durumun nedeni fazla şeye sahip bulunmanız ve ilerlemek istemeyişiniz; ama bu tavrınızın negativite celbi (sıkıntı, isteksizlik vb.) yaratması olabilir. Bir beyin ilerlemeye (yaşamaya) direnirse (doğal modelden saparsa) NE ile kontağa geçer ve negativite, kişi beyninde yukarıda söz ettiğim olumsuz kimyasal çorbasını yaratır. Söz konusu yaklaşım (ilerlememe isteği) başarı ve/veya mutluluğu yakalamış pek çok insanda görülür. Oysa hiç bir mutluluk ve başarı kalıcı değildir. Kalıcı olmasının yegane yolu cesareti toplamak, kazanımları bir süre geride bırakmayı göze almak ve yeniden ilerlemeye koyulmaktır. Sahip olunan pozitif kazanımlara yapışıp kalmanın vereceği zararlar Crowley, Thoth Tarot'ta mutluluğun doruğu olan -Cups 10 Happiness- kartının "bundan sonra kokuşma gelebileceği" konusundaki uyarısında da izlenir.
“Bu anlari eskiden zaman zaman hisseder cennetin bu oldugunu düsünürdüm. Son zamanlarda bu anlarin oldukça arttigini ve sürelerinin uzadigini fark ediyorum”
Yukarıda söz ettiğiniz ikinci ruh hali ise yukardakinden bağımsız ikinci bir sistem. İkisi birbiri ile bağlantılı gibi bir zanna kapılmışsınız; oysa bence bu doğru değil.
Söz ettiğiniz ikinci sistem contact with Ultimate Bliss olarak adlandırılıyor. Bu görüş -çağımızda moda olan- “tanrısızlık” ekolünün uzantısıdır. (Bu yaklaşımın en bariz örneği çağdaş denilen insanların artık dileklerini tanrıdan değil “evrenden” istemeye başlamalarıdır. Yaklaşımlarının gerisinde ise dinlerin baskıcı ve genelde ataerkil modele sokulmuş olmaları ve insanlarda tepki yaratmaları bulunabilir.)
Günümüzde, çağdaş beyinlerdeki tanrısızlık eğiliminde, kontak kurulan alana hypothesized universal field adı verilmektedir ve Ultimate Bliss’i yaratan bu "evrensel" denilen alandır. Söz konusu konuda iki ünlü mistik (Richard Maurice Bucke ve William James) deneyimlerini paylaşmışlardır. 722 sisteminin “tanrılı” inancına göre bu alan bir fizik alan değil, bizzat Yaratıcı'dır ve yaşanan Ultimate Bliss hissi, tanrı adı verilen kavramın (bize göre bilincin) -bölünmüş/parçacık olarak çökmüş- insan beyninin kavrayamayacağı ölçüde iyilik ve güzellik olduğunun kanıtıdır.
Bu sözleri biraz daha açalım…
1920lerde ortaya çıkartıldığı, defalarca denenip her defasında gerçek olduğu kanıtlandığı üzere kuantum uzayındaki atomları da meydana getiren parçacıklar hem dalga fonksiyonunda, hem de bizim algıladığımız şekli ile parçacık (madde) şeklindedirler. İlginç olan bizi meydana getiren atomların bu özelliğini biz insanların yaşayamamasıdır. 722 anlayışında ise insan “da” hem dalga, hem parçacıktır ve dalga yapısı ruhudur. Paranormal deneyimler zaten beden değil, ruh denen yanımızla yapılır.
Biz söyleyince herkesin doğal olarak inanmadığı bu görüş fizik dehalarından Bohm tarafından da ortaya atılmıştır. Bohm hipotezinde elektronun dalga ve parçacık özelliklerinin ayrılamayacağını öne sürer; oysa bu görüş -elektronun ya dalga, ya parçacık olabileceği şeklindeki- geleneksel anlayışa terstir.
Hepsi bu kadar da değildir! Bohm’a göre
bir Implicate Order adlı uzay vardır ve bu yer makrokozmik düzeyde bulunan bilgileri (ki, Bohm buna active information adını verir) aynen ihtiva etmektedir. (Bu varsayım da Hermes'in "As above, so below" sözlerinin gerçekliğine gönderme yapar.) Bohm’a göre tek bir alan (dalga fonksiyonu) bulunmaktadır!
Söz konusu alan -halen hayatta olan bir diğer fizik dehası, “Sir” ünvanlı -İngiliz matematikçi Roger Penrose tarafından da ele alınır. (Penrose, majikal sistemimizi -bir anlamda- üzerine kurduğumuz Orch OR kuantum yorumunun yaratıcısıdır.) Penrose bu “şey"i (ki, o da tam ad veremez) “uzayzaman geometrisindeki -bilincin türediği- hesaplanamayacak (non-computable) yapıdaki bir etki” şeklinde yorumlar. Buradaki önemli nokta o “şey”i non-computable şeklinde isimlendirmesidir… ve bu yüzden bilim dünyasında gümbürtü kopar. Orch OR hipotezini kuran diğer kişi (bir anlamda Penrose’un ortağı olan) Hameroff ise daha da ileri gider ve bir röportajında “Roger buradan ileri gitmiyor, ama benim kaybedecek bir şeyim yok ve diyorum ki, o ortam Platonik değerlerle dolu…” sözlerini söyleme yürekliliğini gösterir.
Bilim adamlarının -tıpkı çağdaş inançsızların (bu sözlerimde küçümseme yoktur) tanrı değil, evren diyebilmeleri gibi- farklı adlarla dile getirebildikleri ve sizin de kontak kurduğunuz yer/şey 722 anlayışına göre -Müslümanlıkta Allah, Hıristiyanlıkta Hz. İsa, paganizmde Ana Tanrıça ve Baba Tanrı, Budizm’de Buda gibi isimler alan- yaratıcıdır.
Evren ve ötesinin temel yapısı iyi ise o zaman neden makrokozmosta her şey iyi ve güzel değildir? Değildir; çünkü bu ANA alandan bir parça kopmuş, parçacık olarak çökmüş ve makrokozmos böyle meydana gelmiştir. Ana alan (iyilik) makrokozmostadır da… ama makrokozmosta başka alanlar da vardır. Quantum Field Theory'ye göre gerçeklik, sadece alanların eksitasyonu (vibrasyonu) ile var olur ve bu alanlar birbirleri ile kontak sonucu evreni var ederler. Yani her şeyi (gerçekliği) yapan alanlardır.
Bu yaşadığınız çok güzel bir şey. Shaolin manastırındaki rahiplerin emeli. Bu sonuç adına günde dört saat meditasyon yapıyorlar. Bizim maji ile varmak istediğimiz asıl hedef zaten bu alanı olabildiğince özümsemek, onun vibrasyonunu beyine almak. Ancak ortada bir sorun var… o da “ sikinti surda ki bu anlar bittiginde inanilmaz mutsuzlasiyor, aci çekiyorum, için sikintiyla doluyor.” şeklindeki sözleriniz…
Bu sözleriniz cennete gitmeye hazır olmadığınızı göstermekte bence; çünkü tanrı ile -paranormal yetenekleri ile değil, zamanları geldiği için- kontaklar (ki bunlara "reel kontak" diyebiliriz) kurabilen kişilerde söz ettiğiniz sıkıntılar bulunmaz. Reel kontaklar ise bir çobanda da olabilir, bir inançsız bilim adamında da, çok uluslu bir şirketin CEO'sunda, bir Yahudi hahamda da, bir Müslüman hocada da… Reel kontak sahibi insanları sadece onların HER ORTAMDAKİ rahatlıkları ile tanıyabilirsiniz. (Ama onları "uzlete çekilmiş", hayattan kopmuş ortamlarda fazlaca bulamazsınız.)
Mutsuzluk ve özellikle acı varsa orada tanrı yoktur (yaratıcı ile kontak/senkronizasyon yoktur). Tüm bu bilgiler sonucu, sıkıntı ve mutsuzluk yaşamanız göz önüne alınarak evriminizin bu yaşamı yeniden fark etmeye çabalamak olduğu düşünülebilir.
Eğer bu dünyadaysanız, yani makrokozmostaysanız (ki, öylesiniz), o zaman diğer alemi unutmak gerekir.
Bu evrende var olma nedeni dalga fonksiyonunun (ruhun) bu alem ile senkronizasyonu ile çökmüş (maddeleşmiş) olmasıdır. Buradaysak, burada olmamız gerektiği içindir. Yapımız nedeni ile burası ile senkronize olmuşuzdur. Burayı AŞMADIKÇA, buradan öğrenileceklerimizi öğrenip sınavı veremedikçe, cennete ulaşmaya (yani yaratıcı ile kalıcı kontağa, ki dinlerde buna “cennete gitmek” denmekte) olanak yoktur. Yaratıcıya benzemeyerek ondan kopan insani bilinçtir. Yaratıcı, herkesi yanına almaya (öncel evreni var etmeye) çabalar.
Tanrıya benzemek ise dinsel literatürde “iyi insan olmak”, bizim sistemde “acı/korku/öfke üçlemesini yenmek” şeklinde yorumlanır. O yüzden buradaki dersleri iyi çalışmak (ki, bunun yolu -iyisi ile, kötüsü ile- hayatı yaşamaktır) ve “acı/korku/öfke”yi geride bırakıp sınavı vermek, reel kontak için şarttır.
Söz ettiğiniz sudden encounter’ları -geceleri “el ayak çekilince”, etherik etkiler azalınca- yaşanacak bir buluşma olarak görün; gün boyu ise farklı makrokozmos alternatiflerini deneyimleyin. Mutluluğun yegane formülü “denge”dir. Denge SADECE istemediğiniz şeyleri yaparak (bizim meşhur “çanaktan” bir şeyleri dışarı boşaltarak), dahası, bunlardan zevk almaya çabalayarak kurulabilir. Oysa “ Hayatimda önemli olan tek sey benim baglanti dedigim, her seyle bir bütün olma hissi haline geldi.” sözünüz, yani herhangi bir şeyin “hayattaki önemli olan TEK ŞEY” haline gelmesi, bir denge noksanını gösterir. "Hayattaki en önemli tek şey" -çocuk/tanrı/ülke sevgisi benzeri- son derece hayırlı bir formatta da görünebilir. Bu gibi durumlarda dahi denge, geri adım atmakla ve BUNDAN MUTSUZ OLMAMAKLA kurulabilir.
Bir de küçük bir öneri: Majikal gücünüzü “İstediğiniz her şeyi elde etme erki” olarak görmeyin ve majikal çalışmaları bu aşamada sadece mutsuzluk ve sıkıntınızı yenmekte kullanın. Ne kadar mutlu, şen ve rahatsanız, yaratıcı ile o kadar kontakta olabileceğinizi unutmayın. Kontak kurulunca zaten her şey en iyi biçimde gelişecek, majiye gerek kalmayacak. Adept beyaz büyücü, majikal gücünü temelde bu hedef adına kullanandır bize göre.
Sorunuzda yer verdiğiniz sözleriniz zarif ve anlamlı. Umarım gerçekten işe yarar bir şey yapıyorumdur. Doğrusu bu konuda kuşkularım var ve sözleriniz bu açıdan benim için çok değerli… mutlu edici… rahatlatıcı. Yani beni rahatlatarak iyilikle bir an olsun senkronize olmama neden oldunuz… Benim alandaki eksitasyon tabidir ki sizin alana da yansıdı. :-) Teşekkürler.