YANIT
Maji, kuantum uzayında her bir bilincin nano saniyede var ettiği kaderi, iradi (kişisel arzular yönünde) meydana getirme sanatı, ya da ilmidir. Bu sanat ya da ilmi ifa edebilmek için bir zaman ayırmak şarttır. Ayrılan zamanda öğrenilen metotlar uygulanır ve sonuç beklenir. İşte bu ayrılan süreye ve bu sürede ifa edilen uygulamalara majikal çalışma denir.
Söz konusu çalışmalar biçim biçimdir. Her biri onu yaratanın, ya da yaratanların hayata bakış açısının, yapısına paralel şekilde var edilmişlerdir ve birbirinden büyük farklılıklar gösterecek olabilirler. Aprentisler kuantum mekaniğine göre rastlantısal, bize göre bilinçli şekilde karşılarına çıkan bu yöntemlerden kendilerine sempatik geleni seçerler ve öğrenmeye koyulurlar. Yeterince bilgi birikimine sahip olduklarında uygulama safhasına geçer ve majikal çalışma yapmaya başlarlar.
“Majikal çalışmalar, nano-saniyede bükülen kuantum uzayını iradi bükmektir” dedik. Eğer kuantum uzayı her nano saniyede her insan tarafından bükülebiliyorsa, o zaman demek ki HER İNSAN doğuştan bir “bilinçsiz majisyen”dir demektir. Majikal çalışmaların (bir anlamda majinin) amacı, kişiye bazı ekipmanlar sunarak sözü edilen büküşü kolaylaştırmak, var olan doğal yeteneği kişinin bilinçli kullanımına sunmaktır.
Büküşü kolaylaştıran aracılara (ekipmanlara) majikal literatürde tanrı denir. Aslında onlar sadece evreni (yani çevrenizde gördüğünüz ve göremediğiniz her bir şeyi) meydana getiren kuantum uzayı parçacıklarıdır. Bunların kimi kuvvetleri taşırlar, ki onlara bozon denir. İşte tanrı denilen aracılar sadece henüz Hadron Collider’dan kaçmakta olan (yani henüz keşfedilmemiş olan) bozonlar, ya da bozona benzeyen parçacıklardır.
Bu keşfedilmemiş, ama adı giderek duyulmakta olan parçacıklara en çarpıcı örnek takyonlardır. Onlar, LHC’de henüz birkaç yıl önce (uzun arayışlardan sonra) keşfedilmiş olan Higgs bozonuna çok, ama çok benzemektedirler; çünkü kütlelerinin kareleri -tıpkı Higgs bozonu gibi- negatiftir. Anılan "takyon benzeri bozonlar"ın (tanrıların) bazılarına İslami literatürde Vedud, bazılarına Muhyi, bazılarına Bari adı verilir.
-
Bu parçacıklar İslam öncesi paganizminde tanrı denmiştir. Bunda bir hata yoktur.
-
Müslümanlığın ortaya çıkması ile Allah “Tüm pagan tanrılar benim” sözlerini söylemiştir. Müslümanlıkta tüm evreni Allah’ın yarattığına inanıldığı için bunda da bir hata yoktur.
-
Ezoterizm ortamında onlara “şahane şeyleri var eden takyon benzeri parçacıklar” denir. Bu da hatalı bir düşünce şekli değildir.
-
Bilim ortamında bozonların kuvvetleri taşıyarak evreni var ettiklerine inanılır. Bunda hiç mi hiç hata olamaz; çünkü bu bir inanç değil, kanıtlanmış bir gerçektir.
Yani maji (ya da majikal çalışma), evrende var olan, eski okulda tanrı denen, aslında evreni var eden alt güçler olan parçacıkları beyin gücü ile kullanma ortamıdır.
Beyin; bir anlamda adaleler gibidir. Nasıl spor ya da dans ortamında bir adalenin güçlenmesi veya esnemesi zamana dayalı ise, beyin elektriğinin (yani beyin EM alanının) farklı alanlarla (tanrılarla, ya da parçacıklarla) iradi senkronizasyonu da zamanla gelişir. Majikal çalışmaların özü işte bu senkronizasyonu sağlama anıdır ve bu anın gücü, zaman içinde kazanılan yeteneğe bağlıdır.
Sorunuza yanıt verdikten sonra aramızda biraz laflayalım:
Majikal geçmişimde bu yeteneğe doğuştan büyük ölçüde sahip bazı kişilerle nadiren de olsa karşılaştım. Genelde bu yeteneğe doğuştan sahip olmayanları tanıdım. Hatta onları çok, ama çok yakından tanıdım… çünkü o kişizadelerden biri bizzat bendim. :D Neredeyse tümü eğitmen ve akademik eğitimden geçmiş kişilerle dolu bir aileden geldiğim için bilime inanan (somut kanıt yoksa, gerçek yoktur eğilimli) beynim, ortada olmayan şeylerle çalışmaya isyan etti. İnanç yoksa, avcunu yalaya yalaya majikal çalışma yapılır :) Sonunda, otuz sene kadar önce John Carpenter’ın Karanlıklar Prensi adlı 1987 yapımı filmde kuantum mekaniği ile tanıştım. Giderek dost olduk ve yakınlığımız arttıkça benim de majikal başarı katsayım artmaya koyuldu.
Zaten bizim eğitimi "üç kul eüzü suresi okuyup büyü yapmayı isteyenler" için değil; benim kafadaki beyinler için kurduk. Verdiğimiz eğitimde hedef kitlemizin despot müdürün ayağını kaydırmayı, sevimsiz kaynanayı elimine etmeyi, komşudaki mikro minili afeti düşürmeyi, ya da loto milyarderliğini kafaya takmış insanlar olmadığı bilinmelidir. Biz; beyin elektriğini -görece bilimsel metotlarla- kuantum uzayındaki parçacıklarla kollabore edip, pozitif enerjiye ulaşmayı, böylece KİŞİYE ÖZEL harika kaderleri elde etmeyi arzulayan bilinçteki kişilere hitap etmekteyiz. Söz ettiğim bilinç, işi mutfağından öğrenmenin gerekliliğini kavrayacak yapıdadır. Bu yüzden kolları sıvar, “işin mutfağına girer”. O mutfak öyle bir mutfaktır ki, oraya istekle ve PE ile girenin yemeği yakmasını geçiniz efendim, tatsız bir yemek pişirmesi bile neredeyse olanaksızdır.
Nasıl? İnanmadınız mı bana? “Maji ile kötü çalışmalar da yapılır, alın size yanmış yemek” mi diyorsunuz?
Ben de size “Hayır” diyorum. “Eğer yemekler o mutfakta yansaydı, evren, hatta evrenimizin içinde olduğu evrenler denizi (hyperspace), milyarlarca yıldır orta evren olarak kalmaz, kötülüğün eline düşerdi. Lanetleme çalışmasının gerçekten lanetlediği tek kişi vardır, o da kara büyücünün kendidir. (Bu konuda daha detaylı bilgi edinmek için bu linkte yer alan “4- BÜYÜ İLE GENELDE İNSANLARA KALICI VE ÖNEMLİ ZARARLAR VERİLEMEZ” başlığı altındaki yazıya göz atın.)
Tamam; lanetlemenin hedefindeki kişi, yollanan NEyi almaya eğilimli ise (beyninde negatif EM alan varsa) ufaktan dürtülmelere maruz kalabilir. Kuantum uzayını bükmek, dokuyu yeniden inşa etmek demek değildir. Kişiler arada minik çalımlar yiyebilecek olsalar da bunlar geçicidir. Kimse bir diğer kişinin kaderini kalıcı biçimde değiştiremez; hiç kimse kendi beyin elektriğinin yarattığı kaderden başkasına sahip olamaz.
Nasıl? Buna da mı inanmadınız?
Hemen sözlerimin gerçekliğini kanıtlıyorum: İnsani seçim o kadar güçlüdür ki, tanrı ve şeytan olarak nitelenen iki zıt alan bile o bilinci kendine uygun şekilde kalıcı olarak biçimlendirememekte; insana, kendini seçmesini için argümanlar sunabilmektedir. Yaratıcı, ya da ona zıt yapının insani bilinci kendi yanına "çekip alamadığı", seçimin insan tarafından yapıldığı bir ortamda, bir diğer insanın bilincinin bunu başaracağına inanmak Orta Çağ okült bilgilerinde demir atmışlığın, oralardan bir parmak ilerleyememiş olmanın kanıtıdır. Kara büyünün başarısı sadece ürkütücü propaganda yoluyla korku yaratarak gelir. Korkan insan, PE kalkanını yitirir, bazı GEÇİCİ darbeler alabilir. Sözün özü kişileri lanetleyen aslında 3. bir kişi (bir kara büyücü) değil, ondan gelen radyasyona (korku ile) bağrını açan kişinin kendidir.
Daha basite indirgeyelim: Eğer insan bilinci (insan kaderi) kendinden başka bir alanın (gücün/kişinin) mutlak yönetimine girebilseydi, evreni yaratıcısı (ki ona kişinin karakteri, kültürü, yetiştiriliş biçimi, beyin yapısı gibi
nedenler yüzünden Allah, tanrı, Ana Tanrıça, Baba Tanrı, Buda,
evren, bir fizik yapı, insan beyninin tanınmayan bir gücü,
kuantum uzay-zaman geometrisi, kuantum uzay-zamanına embed bir gerçeklik,
ya da her ne ad verilirse verilsin) iyiliği ile her insanı hemen yanına çeker, evrende NE kalmaz, herkes çoktan cennette olurdu.
Bu noktada söz konusu bilgilere ulaşmamızı sağlayan, kuantum mekaniği bilgilerini bize aktaran, onları (muhakkak ki "Lan bu bacaksızlar ne el atıyo bizim işlere, töbe-töbe" diyerek) biz okültistlerin kullanımına (belki de pek istemeden ;-) sunan, parçacık fizikçilerine, nörobilimcilere ve kozmologlara teşekkürler etmeyi borç bilmekteyiz. Standart fiziğin ataerkil yapısını onlar yenmekteler!
Neredeyse 10.000 yıllık -kültür yaratacak insanlık- geçmişinde ilk kez olarak son 50 yılda bu tanrıların (yani güçlerin) varlığı, ne oldukları ve nasıl çalıştıkları deneysel olarak keşfedilmeye başlamıştır. (Bu çağda yaşayan bizler bu denli şanslı kişileriz!) Evrenin nasıl meydana geldiği artık kuantum mekaniği ile anlaşılmaktadır. İşte sadece bu yüzden -evreni yeniden yaratma sanatı/ilmi olan majideki agilite ve gerçek yeterlilik kuantum mekaniğini öğrenmekle elde edilebilir. Yine aynı nedenle majikal çalışmalar artık bilimdir.
Bize SELAM etmişsiniz… Ne iyi düşünmüş, ne güzel yapmışsınız! Bizden size ve tüm yakınlarınıza, sevdiklerinize, hatta sevmediklerinize (bir güzellik yapıp PEleri kapalım ;-) SELAM OLSUN.
Selam konusu hakkında bilgi almak adına dileyen Güzel Esma es-Selam adlı yazımı okuyabilir.
Bir de Müslümanlıktan ayet verelim.
Furkan, 63
O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) “selam” derler (geçerler).
(Bu ayette yer alan, insana -bir ölçüde- saldıran kişilerin bile incitilmemesine, kavga etmeden yanlarından geçip gidilmesine, yani sakinliğe, ağırbaşlılığa, korkusuzluğa yönelik öğüt, Müslümanlığın GERÇEK -belki de anaerkil- içeriğini anlatmaya yetmiyor mudur? Pagan okültistler olarak, PE adı altında anlatmaya çabaladığımız şey sadece bu yaklaşım, bu beyin elektriği süredurumudur. )
[Bu noktada yine bir not düşeyim: Müslüman kişiler bu konuda sorular yöneltiyorlar. Söz konusu sorulardan onur duysam da üzülerek söylemem gerekir ki, Müslümanlık araştırma konum olmadığı için bu sorular genelde reddediliyor. Yanıtlarımda Müslümanlık inancına göndermeler yapma nedenim bu inancın idealarına ve hz. Muhammet'in hadislerine yönelik kişisel hayranlığımdır; sözlerimin 722 Sistemi ile bir ilgisi yoktur.]