YANIT
“Aşk mutlu olmak için değil, mutlu olmayı öğrenmek için vardır” diyerek başlayalım ve "Aşk nedir?" sorusu ile devam edelim:
Aşk, "bölünmüş bütün"ün (öncel mutluluk ve tamlık evreninin), dişi ve erkek bazında yeniden 'bir' olması, böylece o evrenin yasak mutluluk frekansı ile kontağa geçebilme ortamıdır. (Öncel Mutluluk ve Tamlık Evreni konusunda bilgi sahibi olmak için tıklayın!)
Şimdi de "Aşk nasıl meydana gelir?" sorusu ile konuda biraz daha derine inelim:
Aşkı, madde ve madde ötesi adlı iki ayrı planda gerçekleşen iki farklı çakışma yaratır. Yani aşk, kişinin beden ve ruhunun elektromanyetik (EM) alanlarının, başka birinin beden ve ruhunun EM alanları ile "çakışması" ile oluşur.
Günlük ortamda (genelde) bedensel EM alanlar çakışır ve böylece seksüel duygular kolayca uyanır. Bunda bir kötülük yoktur, bu duygu da kutsal bir ortam yaratır; çünkü seks de öncel tamlığı tesis etme yoludur. (Tabii ki "seks" derken, bir erkeğin bir kadına abanıp boşalması ile yorumlanan bir eylemden değil; "paylaşma ve sonuca birlikte varma" şeklinde ifade edilebilecek bir tamlıktan söz edilmektedir.)
İşin kötü yanı bu duygunun yaratığı kuantum entanglement’ın (“kuantum dolanıklığı”nın) aşk sanılması ile başlar. Aşk, güçlü bir dolanıklık yaratsa da -pop kültürün belletmeye çalıştığı gibi- her dolanıklık aşk değildir.
Buraya dek söz ettiklerimizi toparlayalım: Aşk, ruh adlı particle’ın yaydığı EM alan ile bedenden yayılan EM alanın (ilginçtir, en fazla kalpten yayıldığı tespit edilmiştir) çakışmasıdır.
Ancak maddesel planda, yani dünyada, işler her zamanki gibi böyle kolayca ilerlememektedir: Bu ortamda
bedenleri çakıştırmak görece kolaydır... ama ruhların çakışması? İşte zurnanın "zurt" dediği yer burasıdır; çünkü ruhların çakışmasını engelleyen (bizlerin -fazla derine inmemek için- "ataerkil kültür" dediği) bir sistem vardır ve bu istem beyin üzerinde obsede durumdadır.
Beyin, sadece kendisine öyle ezberletildiği için "alelacayip" davranmakta ve ruh çakışmasının iki oyuncusu arasına aşılmaz bir kanyon açmaktadır.
Roger Penrose ve Stuart Hameroff tarafından "Platonik gerçekler" olarak ifade edilen öznel iyilik (doğal uyum ve denge eğilimi)
fotonların var olduğu düzeyde (kuantum uzay-zaman geometrisinde) reeldir.
Söz konusu (denge ve uyum vibrasyonu olarak ifade edilecek frekans) her bir elektronunun doğasında yer alır.
”Seçimler yapma kapasitesi kaynağı olarak algılanacak ana bilinç bir ölçüde her elektron’un doğasında gömülüdür.” Freeman Dyson.
Ancak bu gerçekler bilinçli deneyim meydana getirmek için beyin süzgecinden geçmek zorundadırlar. ”Fotonların var olduğu düzeyde sübjektivitenin var olmasına rağmen, bilinçli deneyimin temeli olan modeller meydana getirmek için beyin sistemlerine gerek vardır. Herms Romijn.
İşte aşkın acı verme nedeni beden EM alanları çakışmış ruhların çakışmasına engel olan -neredeyse hepsi yaygın inanç ve kültürün ürünü olan, yani doğal, doğada (beynin fabrika ayarlarında) özgün şekilde yer alamayan kavramlar tarafından- obsesyona uğramış beyindir!
Ataerki beyinlere yerleştirdiği programlarla neler belletmemiştir ki? “Erkeksin ele geçir, sahip ol, hükmet, yönet” den, “kadınsın naz yap, kaç, verme, ayıp”a değin neler de neler...
Hatta, “erkeksin/kadınsın kıskan, ezilme, aldatılma, yalnız kalma, bırakma, yollama, engel ol, sözünü geçir, dediğini yaptır!"...
Örneklediğime benzer yüzlerce belalı ve doğa dışı bilgi ile yüklenmiş zavallı beyin -iyi bir iş yapıyorum diye- kişiyi mahv-ü perişan olmaya yönlendirir durur. Kısa süre sonra negatif enerjinin devreye girerek ortada cirit atmaya başlaması artık kaçınılmazdır.
Fark edilmesi zor olsa da;
- en az sevilenle empati yapılır,
- en az sevilene güvenilir,
- en az sevilene -istek ve ihtiyaçları adına- anlayış ve hoşgörü gösterilir.
Sevilen, sevenin yaşamında erdem adlı kavramlardan en az pay alan kimsedir genelde. Sevilen sadece sevilir, istenir ve özlenir. Yapılan özveriler armağan almak, soğukta ceket vermek, arabayla bırakmak, hesabı ödemekten öte geçmez. Fedakarlık, sabır, anlayış gibi kavramlar genelde petler, yaşlı akrabalar, hatta kimsesizler içindir.
Oysa her ilişkide olduğu gibi, aşkta da mutluluk (ve başarı) ancak sevilene erdem denilen kavramların sergilenmesi ile başlayabilir; çünkü bu kavramları sergilemek, aradaki yarığı kapatmak "bir"leştirmek anlamındadır. Erdemler "bütünlük" yaratmak adına vardır.
Şimdi size geleyim:
“Benim bildiğim, seven insan üstüne titrer.” demişsiniz.
Ne yazık ki ataerkil doğrularla terbiye edilmiş(!) beyinler sevdiklerini sadece öldürmeye (silah çekip vurmaktan değil, ruhunu öldürmekten söz ediyorum) çalışırlar... çünkü değiştirmeye uğraşırlar. (Yaşanan çatışmaların nedeni genelde “Şunu şöyle yap” / “Hayır yapmıyorum, sen yap” değil midir?) Sevilen kişi, her zaman sevenin gerçekleri bazında yeniden yaratılmaya çalışılır. Oysa yeniden yaratmak için önce öldürmek gerekir. Kimse ölmek istemediği için olay çıkar.
Ayrıca "sevilenin sevenin istediği gibi davranmaya zorlanması" tavrı sinesinde “sevilenin orijinal hali ile sevilmediği” düşüncesini taşımaktadır; çünkü gizli amaç "sevileni kendi ihtiyaç ve beklentilerine uygun modele indirgeyerek asıl sevebileceği kişiyi yaratmak"tır! Bu yüzden "sevdiğinin üzerine titremek", onu her saniye yanında istemek demek değil; sevdiğinin ihtiyaçlarını, hatta gerçeklerini anlamak, bunlara saygı duymayı becermek, bunları realize etmesine destek ve yardımcı yardımcı olmak, yani uyum göstermektir.
“Anlayış, hoşgörü, fedakarlık, sabır, saygı" benzeri davranışların üstlenememe nedeni bu davranışların sıkıntı vermesi, zor gelmesi, hatta ufak çaplı acılar yaratmasıdır. İşin trajik-komik yanı ise asıl acıyı (hatta tehlikeyi) bu davranışlardan -acı çekecek olma korkusu yüzünden- kaçmanın yaratıyor olmasıdır.
Aşık olmak kolaydır... zor olan beyni aşık olduğuna ikna etmek, yani hatalı programları silmesini ve ruhların kaynaşmasına olanak sağlayacak doğal vibrasyonlarla bütünleşmesini istemektir.
Söz konusu yıkıcı programlar delete edildikten sonra elde edilen "iyileşme” ile sadece aşkın vereceği benzersiz mutluluklarla değil, çok farklı alanlarda bile -başarı, rahatlık, doyum, keyif, benzeri- nadide sanılan kavramların ne denli yakında olduğu görülecektir.