YANIT
Açıkçası yanıtlamaktan sadece hoşlandığım değil, sorulmasını beklediğim de bir soru bu. Size bir öncel teşekkür göndererek yanıta geçeyim.
Ve hemen az ve öz bir yanıt vereyim, sonra sazı elime alıp, liste başı olmayan türkülerimize geçeceğim.
" yani kuantumla istedigimizi olusturabilir miyiz astrolojik ongorulere ragmen?"
Evet oluşturabilirsiniz. Maji yapmanın temeli buna dayalıdır. Maji yapmak mümkünse, astrolojik kehanetlerin mikronik kıymet-i harbiyesi yok demektir. Aslında biraz arsızca bir söz oldu bu; cümlemi evireyim: "Majisyen, beyin gücü ve majikal bilgisine koşut şekilde evrensel yapıyı değiştirebilen kişidir. Kehanet ise "evrensel yapının tanımları"dır. O zaman kehanetler, evrensel yapı iradi şekilde değişince geçersiz olacaklardır.
Ve şimdi de doğrudan astrolojiye geçelim; astroloji severleri hem sinir edecek, hem de onurlandıracak kelamlara girişeyim.
Astrolojiden pek hoşlaşmadığımı bu sayfadaki yanıtlarımı izleyenler bilirler ve bu duygumun üç nedeni vardır.
- İlk neden günümüz astrologlarını kafama fazlaca uygun bulmamaktır. (Benim kafama uygun olmamaları, onların değersiz olmalarını gerektirmez.)
- İkinci neden, dile kolay, yarım asırdır (aslında daha fazla ya, çaktırmayın:) ) aynı lafları duyduğum ve de söylediğim içindir. Bu gerçek düşünülürse, içime nasıl bir bıkkınlık geldiğini anlamak zor değildir.
- Ve son neden tüm kehanet metotlarına "gıcık" olmamdır ve bu duygumun gerisinde kuantum mekaniği ile yakınlaşmam vardır.
Kuantum mekaniğine göre (bir kuantum yorumuna göre -ki, gerisinde çok saygın fizikçiler vardır-) dalga fonksiyonunu bilinç çöktürür. Yani kaderi, "bilinç" şeklinde de isimlendirilebilecek olan "kişilik ve seçimler" yazar.
Bilincin ise ana argümanlardan biri inançtır (kabaca, neye inanırsanız onu yaşarsınız). Eş deyişle inanç, dalga fonksiyonunu çöktürmez belki, ama onu çöktüren bilincin yapılanmasında çok önemli (belki de en önde gelen) etmendir.
Peki inanç nedir? Ya da farklı bir söyleyişle "Neden inanç dalga fonksiyonunun çöküşünde önemli etmendir?"
Hemen "inanç nedir?" sorusuna yanıt verelim:
- İnanç beyinde oluşan bir volüm transmisyonudur. Birçok nöronun olağan şekilde (beyin elektriğinin bir nörondan, diğerine akarak oluşması ile) değil, farklı alandaki nöronların aynı anda çakması ile oluşur.
- Volüm transmisyonu ile gama dalgası meydana gelir.
- Gama dalgası Orch OR yorumuna göre gerçekliği var eden (dalga fonksiyonunu çöktüren) beyin dalgasıdır.
Ek bilgi: Aynı yoruma göre kuantum dolanıklığını da gama dalgası ile, nöronlardaki mikrotübül adlı bölümlerin gap junctions adlı noktalarından oluşturmaktadır.
Yani inancın, gama dalgası ile bağlantılı olduğu için dalga fonksiyonunun çökmesinde (gerçekliğin oluşmasında) büyük rol oynadığı kolayca söylenebilir.
Bu bilgiler sonrası "Astroloğun sözlerine inandığınız anda, kaderinizi –inanç ölçüsüne göre- o yönde yazarsınız" demek artık zor değildir. "Bilme" konusundaki başarı Astroloğa gitse de, onun asıl var edicisi sorucunun bilincidir.
Kahin sözcüğüne gelecek ya da geçmiş hakkında –ister astrolojiyi, ister bakla falını kullanarak olsun- varsayımlarda bulunan herkes dahildir. Bu gerçekler yüzünden (açıkçası iyi de para kazandığım halde) göz okuma ve Tarot açma eylemlerine son verdik.
Özetle, kehanet sanatlarının tümünün gerisinde kişinin inancı büyük rol oynar. Bu varsayım, yukarıda kısaca özetlediğim kuantum mekaniği bilgileri ile gösterilmektedir.
Ancak, eskilerin dediği gibi "Yiğidi öldür, hakkını yeme"… :) Tamam; astroloji de bir kehanet sanatıdır; ancak biraz… ne diyeyim?.. "farklıdır" diyeyim. Astrolojik kehanetlerin doğru çıkmasının nedeni kıyısından köşesinden (hatta kıyıdan daha açıklara doğru uzanarak) bilim ile açıklanabilir.
[Doğrusu, bu konuda bitmemiş bir kitabım var, ama havai ;-) işlerle uğraşmaktan ele alıp bir türlü bitiremiyorum. Aşağıda biraz özetleyeceğim.
]
Sözlerime açıklık getirmem için biraz fizik bilimine selam çakmamız gerekecek… Lütfen okumayı sürdürün; bilimi, bir amatörden (bilim adamı olmayan, sizler gibi birinden) dinleyeceğiniz için, bence aynı dili konuşacağız. ;-)
Evrenin yapı taşlarına (yani evrenin piksellerine) bilim aracılığı ile ulaşılmış, bunlar çözülmüştür... diyerek başlayalım.
Söz konusu yapı taşlarına parçacıklar denir. Bu parçacıklar ise çeşit, çeşittir. Örneğin bizleri meydana getiren (maddeyi var eden) elektron bir çeşit parçacıktır.
Bir de kuvvetleri (gelin, buna "enerjileri" diyelim, fizikçi arkadaşlar idare etsinler) taşıyan parçacıklar vardır. Bu parçacıklara da bozon denir.
Bilirsiniz, bize göre EM (elektromanyetizma) her şeydir. Teorimizin temelidir. (Varsayımlarımızı bina ettiğimiz ETC teorilerine göre bilinç, beyinde nöron çakışları ile oluşan elektriğin var ettiği EM bir alandır.) EMyı taşıyan bozona ise foton denir.
EM, bir kuvvettir; evrendeki dört kuvvetten biridir. Bu kuvvetlerin bir tanesi dışında her birinin bozonu (kuvvet taşıyıcısı) bulunmuştur. Bulunmayan bozon, gravitenin (kütleçekiminin, yer çekiminin) bozonudur. Bu bozon henüz bulunamasa da ona bir ad verilmiş ve "graviton" denmiştir.
Toparlayalım:
- Kuvvet taşıyıcı parçacıklara bozon denir.
- EM bozonu fotondur.
- Gravite bozonu gravitondur.
Buraya dek sanırım anlaştık.
Şimdi gözlerimizi uzaya çevirelim.
Bilirsiniz, yerçekimini bulan Newton, gezegenlerin birbirini çektiğini sanmış (gravitenin adı bile "kütle ÇEKİMİ"dir :) ) ve ağır yanılmıştır. :D Einstein ise gezegenlerin birbirini çekmediğini, uzayı büktüğünü (buna çökerttiğini diyelim) ve az çökerten nesnelerin, çok çökertenlerin çöküğüne düştüğünü Genel Görelilik Yasası ile ortaya çıkartmıştır. Kütlesi olan her şey uzayı bükmektedir. İşte graviton, bu büküş kuvvetinin taşıyıcısıdır (bozonudur).
Şimdi burası çok önemli:
Graviton henüz bulunamasa da, kütleçekiminin (yani gravitonun) ışık üzerinde (ışık adlı EM dalgaboyu üzerinde) etkin olduğu red shift adlı deney ile kanıtlanmıştır.
Red shift için şöyle bir açıklama yapayım: Işığın dalga boyunun, ışık yerçekiminden uzağa giderken (ışık uzaya uzanırken) değişmesine Red Shift denir.
Bir sürü EM radyasyon ve her birinin farklı fotonu vardır. Hemen örnek: Bize radyodan müzik dinleten EM dalga olan radyo dalgalarının bir fotonu, yemeklerimizi çabucak pişiren fıtınlarımızdaki micro wave dalgalarının bir fotonu vardır. Işığın belli bir dalga boyundaki fotonu vardır. (Işık zaten fotondur, ama kafayı karıştırmayalım.) Işık da farklı dalgaboylarından birden fazla adettir. Hemen örnek: Bir dalgaboyuna kırmızı, bir diğer dalgaboyuna mavi denir.
Yine toparlayalım:
- EM bozonu fotondur.
- Fotonlar çeşit çeşittir.
- Bir çeşit fotona ışık denir.
- Işık adlı foton da çeşit çeşittir.
- Bu çeşitlere renkler denir.
Yukarıya, red shift'e dönelim: Kütle çekimi, "ışık" adı verilmiş olan fotonu etkilemektedir. Yani EM radyasyonların dalgaboyları YER ÇEKİMİ ETKİSİ İLE değişebilmektedir. Bu nedenle yer çekimi diğer dalgaboyundaki fotonları da etkileyecek olabilir.
ETC, bilincin bir EM alan olduğunu söyler. Bu alan, beynimizin kendi ürettiği bio-elektrikten oluşur. Söz konusu EM alanın kuvveti de yine fotonlarca taşınacaktır.
Yukarıda gravitenin (yer çekiminin) fotonları etkilediğini söyledik. O zaman teorimizi üretelim: Doğum anında ceninin beyin EM alanı da, cenin makrokozmosa ilk çıktığı anda maruz kaldığı uzaydaki tüm unsurların gravitesi (gravitonu) ile etkileşim içine girecektir.
Biraz basitleştirelim mi?
- Cenin doğunca bir EM alanı ve bu alanın fotonları vardır.
- Grativon, Red Shift deneyine göre fotonlarda etkilidir.
- Her planetin bir gravitonu vardır.
- O zaman her planetin gravitonu, uzaya açılan her fotonu (yani ceninin doğum anı fotonunu) ve fotonun EM alanını etkileyecektir.
Ceninin doğum anında uzaydaki planet konumlarının tüm gravitonları, bebeğin beyin EM alanını (bilincini, karakterini) etkileyecektir.
(Sadece astrolojik planetlerin değil; tüm uzay nesnelerinin gravitesi bebek EM alanını etkileyecektir; çünkü uzayda her kütlenin gravitonu vardır.)
Bu ezoterik (sallama serbest) faraziye doğru ise, planetlerin neden kişilik üzerinde etkin olduğu böylece açıklanmış olur.
Bu düşünceler astrolojiye arka çıksa da; bu düşünceler bazında bile yanıtlanamayan çok soru vardır. İşte bunlardan bazıları: (Aşağıdaki paragraf DARK MOON LİLİTH NEDİR? - 3- Astroloji Gerçekte Nedir? adlı makalemden alıntıdır.)
-
Sadece yedi planet bilinirken (Uranüs, Neptün ve Pluto henüz keşfedilmemişken, üç planet bilgisi eksikken) yapılan yorumlar nasıl doğru çıkabilmişlerdir?
Üç burç, henüz planetleri keşfedilmediği için bilinen planetlere yönettirilmiştir:
Akrep’in yöneticisi Pluto’dur. Pluto keşfedilmeden önce asırlarca Mars tarafından yönetilmiştir. Pluto gizli ve derindir; Mars anlık ve spontane.
Kova’nın yöneticisi Uranus’tür. Uranüs keşfedilmeden önce asırlarca Satürn tarafından yönetilmiştir. Uranüs devrimcidir; Satürn ise tutucu.
Balık’ın yöneticisi Neptün’dür. Neptün keşfedilmeden önce asırlarca Jüpiter tarafından yönetilmiştir. Neptün pasif ve pesimisttir; Jüpiter ise ilerici ve optimist.
Burç yöneticileri hatalı olan burçlara dayalı yorumların doğruluk payının son derece düşük olacağını kestirmek zor değildir; çünkü yorumların büyük kısmı yöneticiler temelinde yapılmaktadır.
-
İşin gerçekten gülünç yanı sonunda keşfedilip, kendi burcuna atanan Pluto’un başına gelenlerdir. Pluto keşfedilince artık her şey “yerli yerine oturmuş” mudur?
Oturmamıştır.
Ortalama yetmiş yıl astrolojide ana planetlerden biri sayılan ve yorumlarda kullanılan Pluto’nun astronomi tarafından aslında bir gezegen değil, küçük bir kütle olduğu anlaşılınca işler yine karışmıştır. Bu minik kütle nasıl olup da yorumlarda diğer gerçek gezegenler gibi, diğer gerçek planetler kadar belirleyici olacak gücü taşımıştır?
-
Zaman içinde Pluto’dan büyük kütlelerin varlığı keşfedilmiştir. Peki, bu kütlelerin binyıllarca tanınmaması (yoruma alınmaması, yorumlardaki veri eksikliği) neden yorumları etkilememiştir?
-
Biraz daha ileri gidelim: Günümüzde hala yöneticisi olmayan iki burç vardır; bunlar Başak ve Boğa’dır; çünkü 10 planete karşı 12 burç vardır. Basit bir matematik hesapla iki burç “açıkta kalmaktadır”. Hatta Pluto’nun cüce olduğunun ortaya çıktığı 2006 yılından beri 12 burç ve 9 planet vardır.
Astrolojik yorumlar ise hala “gümbür gümbür” Pluto gezegenmiş gibi yapılmaktadır.
Sorular onlarca üretilebilir.
Bu soruların yanıtı ancak Jung'a ait "Kollektif Bilinç Dışı" ve/veya "Küresel Bilinç" ile verilebilir. Konu hakkında iki yanıtımdan alıntı ile bilgi vereyim:
algilarimizi üst düzeye çıkartmak yanıtından alıntı.
"Bu konudaki bilimsel kanıt Roger Nelson’ın “Küresel Bilinç” projesi ile kesin denebilecek şekilde ortaya çıkmıştır. Proje, Rastgele Sayı Üreticileri ile yapılır. Bu aletler, düşüncelerini kendilerine odaklayan sıradan insanların varlığı ile sapmaktadır. Sapma düzeyi dünya üzerinde gerçekleşen önemli olaylar ile artmaktadır. En önemli sapma 11 Eylül’de gerçekleşir. Asıl ilginç olan sapmanın uçakların çarpmasından ÖNCE başlamasıdır.”
Bilinçaltı yok mu? yanıtından alıntı.
"Kolektif bilinçaltı, insanların beyin EM alanları ile var ettikleri ortak bir alan. Bu alanın birçok maddesel sonuç yaratabildiği “Rastgele Sayı Üreticileri” ile yapılan deneylerle yıllar içinde kanıtlandı. Geniş coğrafi alanlarda ortak düşüncelerin üretildiği süreçlerde sayaçlar olağandan sapıyordu ve en büyük sapma 11 Eylül 2001'deki İkiz Kulelerin vurulması olayında yaşandı. İşin daha ilginç yanı, sapmanın felaketten ÖNCE meydana gelmesiydi! Bilim adamı Roger Nelson bu verileri "Küresel Bilinç Projesi” adı altında bilim dünyasına sundu."
Bizler bu durumu biraz farklı yorumluyor ve astrolojik bilgilerin işleme nedeninin "işleyeceğine dair KİŞİSEL inanç ve bu inançlarla oluşan kollektif inanç alanı" olduğunu öne sürüyoruz. Yani astroloji, sadece astrolojik bilgi diye sunulan verilere inanıldığı için gerçekleşen bir sistemdir. Bu sözlerin gerisinde kuantum fiziği bulunmaktadır.
Ancak bu durum hala da -yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi- planetlerin bilinci etkilemediğini göstermez.
Umarım bilim adamaları Genel Görelilik ve ETC teorileri kapsamında araştırma yaparlar ve bizim gibi yarım pabuç adamların (psuedo-bilimcilerin) çabalamasına gerek kalmaz.
Dilimizde tüy bitti, bilim adamlarına "Gelin el-ele verelim; biz bildiklerimizle size yön tabelası sunalım, baba araştırmaları siz yapın" diyoruz; kapı duvar. :D E, iş de yine bizim başa kalıyor.
Bilimci arkadaşlar; sürç-ü lisan ettikse, fazla köpürmeyin, idare ediverin. Alan boş olursa, at oynatan bol olur.