YANIT
Kaderi sadece hayata bakışınız yazar; çünkü hayata bakışınız davet ettiğiniz enerjilerin biçimini belirler. Mesajınızın içeriğinden aldığım his ise acı içinde olduğunuz.
Düşünceme göre parasal değerlere olması gerektiğinden fazla önem vermektesiniz. “Para önemsizdir, her şey erdem” diyenlerden değiliz; su bile para ile alınır. Para çok önemlidir. Ancak hem “her şey” değildir, hem de “kesin mutlu edici” değildir. Para mutlu olmak için değil, yaşamı sürdürmek için önemli bir gerekliliktir. Başarı ve mutluluğu para ve kariyere bağlayanlar (ki, genelde bunu genel kültür yönlendirmesi ile fark etmeden mutluluk elde etmek adına yaparlar) rahata en zor erenlerdir.
Olaylara ve insanlara bakışınız da kuşku dolu. Bizler yine “insanlar iyi, insanları sev” demeyiz. İnsanların tümü, siz ve ben dahi, ortak bir yaşama gayreti içinde, hatalı bilgilerle yüklenmekte olan beynimizi -yine de iyi kullanarak- yaşamaya uğraşıyoruz. Düşmanlarımızın bizlerden farkı genelde çok da fazla değildir. Rahata ermek, pozitif enerji üretmek için, öncelikle hayata ve insanlara oldukları değeri vermek gerekir.
İnsanlar, şartlar karşısında bildikleri yani kendilerine öğretilenler, doğrultusunda davranırlar. Bunun anlamı şudur: Her insan genetik yapısı, genel kültürü, aile kültürü, eğitimi ve dini inancı yönlendirmesi ile davranır. Bu bilgiler çokluk hatalı oldukları için hata yapar. İnsanlara bu gerçek aspektten bakmayı başarırsanız, yaptıkları hatalara öfkenizin hızla azaldığını fark eder, negatif enerji üretmezsiniz.
“İş hayatında size hata yapılmadı” demiyorum. “Hata yapılmış ve de daha yapılacak olabilir, bunları olağan karşılayın” diyorum. Size yapılan ve yapılacakları olağan karşılayabildiğinizde beyniniz hırs ve korkudan arınıp pozitif vibrasyonlar üretecek, böylece size yapılacak tüm hatalar hem sayıca azalacak, hem de daha iyi alternatifler kendiliğinden gelecektir. Bu bir çekim mekanizmasıdır. Gelmiyorsa, kaderi, tanrıyı, koruyucu meleğinizi, feleği vb. değil, sadece ve sadece beyin elektriğinizi suçlayın.
Başarı nasıl gelir?
Başarı aranacak alanın ve bu alanda uyulanacak yöntemin hatasız seçimi önemli kalemlerdir; ancak bunlar kadar önemli olan başarının acı çekerek ve darbe alarak elde edileceğidir! Zafer biraz da hasar ister.
Söz konusu acı, orta çağ dinsel literatüründe pek sevilen şekilde, azizlerin/din büyüklerinin çektiği boynu bükük, dışlanmaktan gelen, "sorunlu bir acı" değildir. Üstlenilmesi gereken acı, aşırı çabalamanın verebileceği rahatsızlık (gözyaşı dökmeden kan-ter dökmek) ve korkunun yenilmesi uğraşının vereceği acıdır.
Bu iki gerekli kavramı biraz daha açıkça yansıtayım:
1- Çaba... “olmaz”ı başaracak ölçüde yorgunluktur. Bir daha, bir daha, bir daha denemek... Çevrenin, hatta içsel sesinizin "Yeter, yoruldun, bu fazla” sözlerine aldırmadan verilen emek... Sınırları zorlamak... Başarı sadece sahip olduğunuz bilgiler ve yetenekle değil, saydığım şekilde, şartları değiştirmeye neden olacak kadar yorularak, bir daha, bir daha deneyerek elde edilir.
2- Korkuyu yenmek şarttır. Korku, çağdaş insanda "korkudan titremek biçiminde" değil; isteksizlikle kendini gösterir. Bu isteksizliği takip edip istenmeyen şeyleri STRES ALTINA GİRMEDEN yapabilen kişi kapıları açacak ölçüde pozitif vibrasyon üretir.
Korku, en kolay ALDIRMAZLIK ile yenilir. “Korkumu yeneceğim, ben başaracağım, bunu yaparım” cengaverliği ile zorlandıkça (ki, Amerikan kültürü etkisindeki kültürümüzde modadır) sadece korkuyu köklendirirsiniz. Korkulan şey düşünülmeye hiç gelmez. Sabitlenir. Korkuyu yaşatan düşüncelerdir çünkü.
İş hayatında korku yenmek “ezileceğim, aptal yerine konacağım, zarar göreceğim” korkusunu yenmekle de ilgilidir. Bu korku yenilirse, diğer elemenlardan daha fazla iş İSTEKLE üstlenilirse, zaman içinde yöneticiler bunu kesinlikle fark ederler. Aslında fark ettikleri bir enayi bulmak değildir. Fark ettikleri karşılıksız vermekten korkmayan, çalışmaktan keyif alan bir pozitif enerji kaynağını bulmuş olmaktır. Yöneticiler elemanları ezerlerse daha rantbl sonuçlar almayacaklarını bildikleri için o konuma gelmiş kişilerdir. Onlar sadece iş üretilmesini isteyen duygusuz sistemlerdir. İş üreten bulunca onun daha iyi üretmesi için gerekeni yapar, yani şartlarını iyileştirirler.
Önce onlara
- bu mesajı vermek,
- dikkatlerini çekmek,
- isteyerek iş üretileceğini, bunun dostluk içinde yapılacağını, biraz “veren hesap” olunacağını göstermek gerekir.
İş hayatı, tıpkı hayatın avcılık ortamı gibidir. Başarı her konuda başta "emeği yığma" ile gelir; ama iş hayatında -bu alan bir çeşit avcılık ortamı olduğu için- eşitlik ve klasik adalet arayan başarılı olamaz.
Sizin konunuzda, size haksızlık yapan yöneticileri “yüce bir kalp ile, gözleriniz dolu şekilde affetmek DEĞİL”, onların durumunu ANLAYIP, olağan karşılamak ve öfkeyi sıfırılamaktır korkuyu yenmek.
Bu genel bilgilerden sonra mesajınızdaki bazı sözlere gelelim:
”Is ortamindaki kisilerin de benim düsünce yapimla alakalari bile olmamasi ve hayat tarzlari, is yapis sekilleri, kapasitelerinin yetersiz olusu beni daha da daraltiyor.” Bu cümle tüm hatalarınızı içermekte bence. İş hayatında düşünce yapıları değil, sadece ürettiğiniz kinetik enerjinin ve de bu enerjinin geri dönüşünün olup olmadığının önemi vardır. Bunda da bir hata yoktur. İş hayatı bir mekanizmadır. Diğerlerinin kapasitelerinin ne olduğunu kişisel olarak değerlendirmeye başladığınızda başınız derttedir. Sadece ve sadece kendi ürettiğiniz işe konsantre olmaz, daha da üretmeye odaklanmazsanız pozitif enerji asla üretemezsiniz. Başkalarını eleştiren hiç bir beyindan -eleştirileri son derece haklı ve yerinde olsa da- pozitif enerji üremez. Eleştiri, sözde “en yapıcısı bile” öfkenin tohumlarının ilk atılışıdır.
Eleştiri adlı gerçekten yapıcı bir kavram tabii ki vardır; ama öne geçmeye hedeflendirilmiş ataerkil kültür içinde boğulmuş beyinlerden bunu beklemek abestir. Rekabet adlı batılı kavram insanlara acı verecek en seçkin kavramlardandır! Üretilebilecek iş diğer kimselerin ürettikleri ile pek fazla ilgilenmeden son kapasite üretilir... ve fazla düşünülmez. Dİğerinin ürettiklerine arada göz atmak ise, sadece ORTAM HAKKINDA BİLGİ ALMAK amacı ile yapılmalıdır.
Sonuç olarak size özel önerilerim:
1- Başta sevdiğiniz alanda olmak için gerekirse bir süre ücretsiz çalışmanız gerekirdi. Üretebildiğinizi gösterdikten sonra pazarlık (maaş) adına masaya oturma vaktiniz gelecekti. Üreten daima dikkat çeker ve giderek vazgeçilmez olur.
2- Bu şansı yitirdiğinize göre yapmanız gereken -üzülerek söylemek zorundayım ki- ya maddesel olarak çok zor şartlarda yaşamayı seçip, farklı bir işe girmeniz (apartman temizlemek de dahildir bu “farklı iş” önerime, zamanında yaptığım bir iştir); ya da kolları sıvayıp, sevmeseniz da, sadece üretmeye, bir süre karşılıksız vermeye, diğerlerine göz bile atmamaya karar verip kendinize başarı şansı vermenizdir. Başarı geldikçe keyif, keyif geldikçe pozitif enerji gelecektir.