YANIT
Mesajınızdaki çelişki gözden kaçacak gibi değil; çünkü genelde “canım hiç bir şey yapmak istemiyor” diyen kişiler gerçekten hiçbir şey (hele ki spor) yapmazlar :) Kendilerine çoktan latince ve kulağa garip gelen adı olan bir illet yakıştırmış bu kişilerin bize yazma nedenleri bir yandan bu “teşhislerinin” doğru olmadığı adına bir ümit aramak, diğer yandan da teşhislerinin doğruluğunu doğrulatmaktır!
Beyin bio-kimyasındaki her bir olumsuzluğa (yani bizlere kendimizi “tatsız, keyifsiz, isteksiz” hissettirecek farklı nörotransmiter [NT] kokteyllerine) dileyen bir ad takar ve bunların gerçekliğine inandığı için hepsini de başarı ile birer illete çevirir. (Ondan sonra da “majikal gücüm yok” diye bize yakınır. Oysa gün boyu, ayak üstü, kendi aleyhine maji yapıp durmaktadır). Yabancı dilde isimler (örneğin depresyon) takılarak hastalık statüsüne yükseltilen sıradan ve yaygın NT bombardmanı ise genelde sadece "İnsanın canının istediği şeylerin olmaması" anlamına gelmektedir. Özetle insanın canı, sadece canının istedikleri olmayınca sıkılır! Beyin yarattığı can sıkıntısı, isteksizlik, sizin deyiminizle "tembellik" ile size “bu hayat tarzı sana uygun değil, tatmin olamıyorsun, başka ihtiyaçların var” mesajını yollamaya çalışmaktadır. Yani hatalı (gerçek kimliğe, bu yüzden de beklenti ve ihtiyaçlara uygun olmayan) yaşamı sürmek/sürdürmek istememekte, yapması beklenen şeyleri yapmamaktadır.
Bu mesajı almayarak, ataerkil sistemin kültürel aracılarla beyinlere yerleştirdiği inançlar doğrultusunda "teşhis koyanın" ise işi zordur; çünkü karşısında dağ gibi, yenilmez... (bir hastalık vardır diyeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz) “inancı” vardır!
Olağan hastalığı atlatmak kolaydır; çünkü bu kez insanın yanında “doğa” adlı yardımcı destek vardır. Atlatılamayacak, ya da aşılamayacak şey ise kişilerin fark etmeden kendilerine koydukları teşhislerdir; çünkü o teşhisler -daha semptomlar görülmeden- kişi tarafından varlıklarına inanılarak zamanı gelince “konulmak üzere” yedeğe (inanç skalasında uygun bir yere) alınmışlardır.
Sözün özü insanlar en çok hasta oldukları değil, “hasta olduklarına” ya da "olacaklarına" inandıkları için hasta olmaktadırlar; çünkü kuantum mekaniğine (yani bilime) göre “Teşhis koymak, kesin kılmaktır”. Teşhis ise ilk başta kişi tarafından “hastayım” dediği anda konulmuş olur. Hatta “Acaba hasta mıyım?” ya da “acaba depresyonda mıyım?” diye KUŞKU duyulduğu anda BİLE teşhis konmuştur; çünkü “kuşku” sanılan aslında “kanı”nın ta kendisidir. Kuşku, ya korku tarafından, ya da inanç yüzünden (lafı edenin yanılmazlığına inanmak yüzünden) çoktan kanıya çevrilmiştir. Bu yüzden korku olduğu, yani kaygı içinde “acaba hasta mıyım?” dendiği anda -"mutlak yanılmazlığı olan kişiler" statüsünde görülenlerin sözüne inanıldığı için- hastalık var edilmiş olur.
Bizlere göre şifa dağıtan tüm bilimciler (örneğin doktorlar ve psikologlar), sorunu olduğuna inanan kişiler tarafından devreye fazla acele ile sokulmaktadır. “Onlara gerek yok” benzeri bir düşünceye sahip olmasak da, gerçek beklentimiz -insanları 10.000 yıldır ilaçsız doktorsuz hayatta tutan- doğadaki iyileştirme gücüne biraz daha fazla şans tanınmasıdır. Doğanın iyileştirici mekanizması günümüz aşırı hızlandırılmış yaşam ritmine göre biraz ağır işlemekte olabilir. Oysa gerçek (sağlıklı) hız, yani uyulması gerekli ivme -dünyayı hala doğa yönettiğine göre- onunkidir.
Bu nedenle siz açıkça sormadan biz söyleyelim: Depresyonda değilsiniz, sadece canınızın istediği hayatı süremiyorsunuz; beyniniz, beklentilerinize ulaştıracak kapının kapalı olduğunu seziyor, size S.O.S sinyali yolluyor. İnanılması güç olsa da hareketsizliğin (isteksizliğin) nedeni, ENERJİ denizinde ("birikmiş enerji denizinde") boğulmak!
Önerimiz tabii ki şu: Spora devam... Çünkü antidepresan olarak yutulan kimyasalların beyin tarafından üretilme sürecidir spor. Yani ilaç fabrikası aslına kişinin beynindedir. Para verip dışardan yapay ürünler alınacağına biraz geyretle kendi fabrikasını çalıştırıp doğalını üretmesi hem daha yararlı, hem de bu yüzden daha rantabldır.