Düsüncülerimiz realitemizi olusturuyor prensibine göre, bu düsünceye inanarak ikimizin bir arada olamayacagi paralel evrene mi atliyorum? Peki ya bu içimdeki negatif sese inanmasam o zaman da polyannacilik olmayacak mi?
Demem o ki pozitif düsünceyle polyannacilik arasindaki o ince çizgi nerede?
YANIT
Bilimsel veriler ile özel sorununuzu öyle güzel karmışsınız ki, şu gerçeğe vurgu yapmadan yanıta geçemeyeceğim:
Nörobilim, kuantum mekaniği ve okültizm ortamının var oluşunun yegane nedeni evrimdir. Bilim adamları ve düşünürler daha muhteşem insanlar ve şartlar yaratmak adına
çabalamaktadırlar… diye düşünen büyük bir yanılgı içindedir. Söz konusu çabanın öncel hedefi daha kaliteli (az acılı!) aşk ilişkileri, daha çok seks partneridir. Ataerkil sistemlerin yaptıkları bu kadar baskıya karşın 10.000 yıldır kesin başarı elde edememe, her defasında yıkılıp durma nedeni bu gerçeği göz ardı etmeleridir.
Kısaca; “bütün yollar aslında Aeon’a (yani 10.000 yıllık insanlık geçmişinde son 70 yılda, Yeni Çağ ile elde edilen bilgilere) değil, Roma’ya (zevk ve keyfe) çıkmaya hedeflidir. Aeon’a sapma nedeni Roma’ya kısa yoldan varma ülküsüdür. ;)
Sorunuza geçeyim: Olaylara pozitif açıdan bakmak ile olmayan şeyleri görerek kendini aldatmak farklıdır. Pozitif bakış, her olayın içinde var olan olumlu noktayı yakalayıp ona odaklanmakla1, diğer durumlarla kontağı koparmakla (onlara yönelik algıyı sıfırlamakla) ilgilidir. Söz konusu eğilimi “sorunlarla karşılaşmadan önce doğru brain maplerle altyapı oluşturma” şeklinde özetlemek de mümkündür. Beyin, arzuladığınız her şekilde düşünmeyi öğrenebilir.
Eğer beyniniz eğitimli ise, yani müjdeyi deşifre ederek self induced sertonin salgılatabiliyorsanız, zorlu şartlarda bile şartları daha iyiye götürecek bir EM alan yaratabilirsiniz. Yine de bu başarı ciddi bir çaba ve eğitim gerektirir.
Bunun yerine, zorlu anlarla karşılaşınca daha kolay bir PE invoke etme yöntemi olarak, stres içinde kıvranmadan, kendine acımadan, kadere lanet etmeden, çok şanssız olduğuna inanmadan, farklı odakları suçlamadan, bu dünyanın kötü olduğunu düşünmeden vb. YAPILMASI GEREKENLERİ YAPMAK ve ardından olayı bir daha DÜŞÜNMEMEK önerilebilir.
Görüyorsunuz ki bu tavır ne tam olarak boş verip hiçbir eylemde bulunmamak, ne de tedirginlik ve kaygı içinde olayı düşünüp durmakla ilgilidir. İdeal yaklaşım ikisinin ortasında bir tutumdur… ki, buna denge denir.
“Gerçekçi olmak” adlı pop kültür kalıbı son derece yıkıcı sonuçlar yaratabilir; çünkü gerçek diye bir şeyin olduğu -özellikle kuantum mekaniğinin keşiflerinden sonra- hayli kuşkuludur. Ayrıca milyonlarca olasılığın çakışması ile var olmuş bir ortamda acıyı sıfırlayacak çözümü bulmak neredeyse imkansızdır. Bu yüzden işleri pozitif enerjiye yüklemek, yani PE celp edecek tavırda (soğukkanlı, sakin, rahat ve sabırlı bir model) davranıp, ardından olayı kafadan atmak en az acı verecek sonucu kişiyi fazla zorlamadan yaratacaktır.
[Bana öğrencilerim sık sık “Soğukkanlı, sakin, rahat ve sabırlı ol diyorsunuz da, ben olamıyorum” derler. Aklına böyle sorular takılan kişilerin bulunacağı ihtimaline karşı klasik yanıtım bir kez daha vereyim:
“Soğukkanlı, sakin, rahat ve sabırlı bir kimlik var etmenin yegane yolu bu kimliğin ideal ve mutlak olduğuna inanmaktır. Söz konusu nitelikleri realize edememe nedeni ataerkil kültür tarafından bu kimliğin tam tersinin ideal ve mutlak olduğuna inandırılmış olmaktır.
Filmler, romanlar, haberler, medya ve sosyal medya aracılığı vb. ile edinilen bilgiler sürekli en saldırganın en güçlü, kas gücü en fazla olanın en başarılı, en önde (hatta en üstte) olanın en seçkin sayılması gerektiğini empoze eder. İdital; pısırık, renksiz, heyecan verici olmayan, hatta moda değim ile “ezik” kimliklerin kişilik özelliği olarak gösterilir. Çocuk romanları, hatta bilinci daha tam olarak gelişmemiş 2-4 yaşındaki bebeklere anlatılan masallarla bile aynı bilgiler beyinlere yerleştirilir.
Böylesi beyinlere sahip kişiler, sadece beyinleri bu şekilde yapılandırıldığı için “soğukkanlı, sakin, rahat ve sabırlı” olamazlar. Bu yüzden yapılması gereken şey öncel programları silmek, yerine yeni ve işe yarar bilgileri yerleştirmektir.
Söz konusu “yeniden düzenleme”nin ilk adımı ise bu bilgilerin gerçekliğine (işe yararlığına, gerekliliğine, önemine, değerine vb.) yönelik inançtır.
İnanan beyin zaman içinde değişir. Değişemeyen hala inanmamış demektir. İnanç yoksa PE de yoktur. ]
DİP NOTLAR
[1] Unutulmamalı ki “Her felaket, sinesinde bir müjdeyi gizler”.