önceki cevaplarinizdan birinde bunlari yazmissiniz. öncelikle ben bir psikoloji ögrencisiyim buna ragmen yazdiklarinizin çoguna katiliyorum... doganin iyilestirici gücü ve kisinin ruhsal yolunu kesfi, uzuun zamanlar alan terapi savaslarindan daha faydali olabiliyor bazen.
Merak ettigim konu su, psikolojiyi tamamen ataerkil yapinin ürünü olarak mi görüyorsunuz? öyleyse bu sistem nasil anaerkil yapiya harmanlanabilir, çünkü sifa dedigimiz sey dogadan geliyorsa ve psikoloji de sifa anlayisindaysa anaerkil olmalidir öyle degil mi?
Ikinci sorum; yine psikolojide bazi kuramlarda genel geçer bir anlayis var o da libido/yasam enerjisinin sinirli oldugu bu yüzden bunu dogru kanalize etmek gerektigi, bu böyle midir sizce insanin libidinal enerjisi kisitli midir?
Üçüncü sorum; astrolojiyle ilgilenip ilgilenmediginizi çözemedim ama sizce dünyanin anaerki yapiya geri dönmesi mümkün müdür? (özellikle son birkaç senedir yogunlasan kadin haklari sesini dikkate alirsak) daha çok soru sormak istiyorum ama önce bunlarin cevaplarini almaliyim. Tesekkürler simdiden. :)
YANIT
İlk adımda psikoloji ve psikologları ayıralım.
Psikologları -tabii ki yanılabilirim, tanıdığım kadarı ile söylüyorum- dostluk etmeye, iletişim kurmaya en fazla değecek kimseler olarak görmekteyim. Neden böyle olduğu, bu insanların neden bu ölçüde -bildiğim kadarı ile- pozitif olduklarını çözemiyorum. Kişisel düşüncem, diğer insanlara ruhsal açıdan yardım etmeyi hedefleyen bir meslek seçen kişilerin zaten PE ile içli dışlı oldukları yönünde. Aldıkları akademik eğitim de bu enerjiye kalite kazandırıyor olabilir. Benim yazılarımı okuyanlar çobanları, rençberleri vb. ne kadar desteklediğimi bilirler. Buna rağmen, diğer yandan da akademik eğitimin, hangi dalda olursa olsun, ruha pozitif katkı sağladığına inanmaktayım.
“psikolojiyi tamamen ataerkil yapinin ürünü olarak mi görüyorsunuz?”
Evet, psikolojiyi ataerkil bir disiplin olarak görmekteyim; çünkü bu ortamda görünenin ötesine inanılmamaktadır. “Ruh doktoru” denen kişilerin -dinsel ve okült ortamda inanıldığı şekli ile- ruhun varlığına inanmamaları, “ruhsal sorun” dedikleri durumları nasıl tedavi edeceklerini bilinmez kılmaktadır. Psikoloji, ruhu nöron çakışları ile sınırlı görür; oysa kuantum mekaniği ile nöronlarda farklı bir bilinç olduğu, nöron çakışları ile meydana gelen elektrikte süperpozisyon (kabaca seçme şansı diyelim) bulunduğu giderek ortaya çıkmaktadır. Hepsinin ötesinde: Bilincin ne olduğunun hala çözülemediği bir ortamda, ruhun varlığına inanmayan kişilerin ciddi boyutta şifa vereceği bana fazla inandırıcı gelmemektedir.
Quantum Consciousness, Quantum Mind gibi bilincin gerçek yapısını ortaya -bilimsel bulgularla- koyan sistemler artık öncel disiplinlerin yerini almaktadır. Oysa standart psikoloji hala derinlerde bilinçaltı verilen bir bataklık olduğu noktasından yola çıkar, oralarda bulunanı ortaya çıkartmak adına anıları deşerken bir dolu negatif EM alanı aktive ederek dalga fonksiyonunu negatif çöktürür. Fakat altını önemle çizeyim: İnsanlar bir şeyin yararlı ve tedavi edici olduğuna inanıyorlarsa, o şey büyük ölçüde yararlı ve tedavi edici olabilir… ki BU DA kuantum mekaniği gereğidir.
Ruha ve genelde batına (manâya) inanmayan her şey ataerkildir. Kuantum bilimcileri ise kuantum uzayının derinlerinde bir bilinç olabileceği hakkında hipotezler ortaya atmaktadırlar. Buna örnek olarak David Bohm’un Implicate Order’ı ya da Stuart Hameroff’un Orch OR (Orchestrated Objective Reduction) adlı kuantum modeli hakkında verdiği konferanslarında yer alan sözleri örneklenebilir.
“bu sistem nasil anaerkil yapiya harmanlanabilir”
Bence hiçbir sistem için böyle bir uygulama yapılamaz. Sistemde değişiklik, buna rafine etme dense de, öncekinin yok edilmesi anlamındadır.
“çünkü sifa dedigimiz sey dogadan geliyorsa ve psikoloji de sifa anlayisindaysa anaerkil olmalidir öyle degil mi?”
Hayır, şifa hedefleyen her sistemin (disiplinin) pozitif sonuç yaratmayı başaracağı söylenemez. Sistem, hedefi ne olursa olsun, hatalı yapıda olabilir. Ancak şifa hedefleyen her BEYİN ELEKTRİĞİ (kişi) pozitif sonuç yaratmayı gerçekleştirebilir. Şifacılığın temelinde o kişinin şifa verme İSTEĞİNİN (yani pozitif beyin elektriği yapısının) rolü büyüktür. Eğer “hastasını” iyi eden psikolog varsa, ki ben fazla olduğunu sanmıyorum, bu sonuç için kendi (belki de pek de inanmadığı) pozitif yapısına şükran duymalıdır.
“yine psikolojide bazi kuramlarda genel geçer bir anlayis var o da libido/yasam enerjisinin sinirli oldugu bu yüzden bunu dogru kanalize etmek gerektigi, bu böyle midir sizce insanin libidinal enerjisi kisitli midir?”
Kesinlikle doğrudur. Ancak pop kültürün eline düştüğünden beri biraz itici şekle dönüşen libido kavramı “da” biraz “demode” bir kavramdır. İnsandaki -özellikle sağlık konularındaki- “tıkanıklık”, çağdaş bilim ortamında1, evrende yer alan manyetizma ile insan beynindeki manyetizmanın senkronize olamaması ve jeomanyetizmanın giderek HIZLA zayıflamasına bağlanmaktadır. Jeomanyetizma yer kaynaklı olsa da, canlı manyetizması tarafından (artık bunlar bilimsel değil, okült teoriler) aktive edilmelidir. Oysa ataerkinin çağdaş adlı yaşam sisteminde giderek doğadan kopmaların fazlalaşması ve ataerkiye hızlı dönüş onu olumsuz etkilemektedir.
“astrolojiyle ilgilenip ilgilenmediginizi çözemedim”
Bu iş biraz karışık... Aslında hoşlandığım bir alan değil ama, öğrencilerime yardım etmek adına sık sık da haritalara bakmaktayım. ;-) Eskilerin “Fala inanma, falsız kalma” sözünü astroloji için söylemekteyim sanırım. Yine de kuantum mekaniği verileri doğrultusunda gördüklerimi genelde öğrencilerimle (onları yönlendirmiş olmamak adına) paylaşmam, onları ÖNCE haritaya bakarak ASLA tanımam. Harita çok çaresiz kalınca başvurduğum bir yardımcımdır diyeyim.
“sizce dünyanin anaerki yapiya geri dönmesi mümkün müdür? (özellikle son birkaç senedir yogunlasan kadin haklari sesini dikkate alirsak)”
Bize göre mümkün değildir. 722 Sistemi Pozitif Enerji eğitiminin bel kemiğini yaratan arkadaşımızın önemli bir teorisi gereği dünyayı değiştirmek imkansızdır. Bu düşünce içerikleri günümüzde bile tam olarak çözülemeyen Orfizm ve Eleusinian Mysteries’de de temeldir ve ana söylem şudur: “Dünyayı değiştiremezsin, kendini değiştir ve bu dünyadan kaç.” (Yani bir daha bu dünyada doğma, bu dünyada bir kadere çekilme.) Yine de yanlış anlaşılmak istemem: Bu dünyada “da” cennetten enerji çekerek şahane yaşamlar sürmek olasıdır. Zaten buna inanmasak verdiğimiz eğitimlerin anlamı kalmaz.
"Kadın hakları sesi" ise sadece kadın olarak nitelenen yaşam formunun temel enerjisini yok etmekte, yerine erkek frekansını koymaktadır. Bu ataerkinin benzeriz bir başarısıdır: Kadınların, “haksızlıklardan, ezilmekten kurtuluşun erkeğe benzemekle elde edileceği” şeklinde bir düşünceye inandırılması ile yaratılmıştır. Yine de kadınlara fazla kızamıyorum. Öylesine baskı altında kalınca -aynı biçimde geri tepki vermemek- imkanızdır. Bir kişi size darbe atarsa kendinizi savunmak adına palas pandıras kavgaya bulaşmaz, sizi savunacak birimlere (ki, bunlar kolluk kuvvetleri de olabilir, manevi/moral değerler ve bu değerlere sahip bireyler de) başvurursunuz. Oysa sistem (yasalar, dinsel inançlar, moral değerler, değerlere sahip bireyler vb.) size saldırırsa… Hayatta kalmak adına size saldıranın silahını kullanmayı öğrenmeyi tek yol olarak görebilirsiniz.
Kadınlara hatalı olduklarını -bilgilerim sonucu gözlem yaparak- söylemem mümkündür. Ama ne yazık ki hatadan arınmak adına ne yapacaklarını ben bilemem. Bunu kendileri bulmak zorundalar. Yine kişisel kanımca bu hatalı yol ile bir yere varıp, bazı haklar elde edince orijinal hallerine dönecekler diyorum. Sanki bir çeşit takiyye yapıyorlar. ;-) Gayet açık ve net söylüyorum: Kadınlar hata yapmazlar. Yapan varsa kadın değildir! (Yani, dişilik değil, "kadınlık" denen, genelde insan adlı yaşam biçiminin dişisinde görülen, vibrasyonu yitirmiştir. Bu hayırlı ve kurtarıcı vibrasyon erkeklerde de bulunabilir. Ataerkiye inanmayan, bunun tehlikelerini gören beyin yapısında bir dolu erkek vardır; bu vibrasyon asla kadınların tekelinde bir frekansa sahip değildir. Üstelik erkeklerde görüldüğünde, temel erkeklik vibrasyonu ile sentezlenmiş -zenginleşmiş- olduğu için belki de daha işlevseldir.)
Diğer yandan bir korkumu da dile getireyim: Bazı erkeklerin ataerkilliği (ki, ne yazık ki toplumumuzda bu ataerkil kimlikler belirleyicidir), kadınların erkekleşmeleri giderek artarsa, öncekinden daha yıkıcı hale gelecek olabilir. Bazı erkeklerin hoyratlığının fazlalaşmasına (örneğin boşanmak isteyen kadınların kocaları tarafından darp edilmesi) karşı ne yapılması gerektiğini gerçekten bilmiyorum, ama kadınlara güveniyorum. Bizler, onlara akıl vermeyecek, onlara güvenecek ve onların belirlediği doğruları uygulayacağız. Özetle, savaşı yine biz erkekler, bazı erkeklere karşı vereceğiz, ama yöntemi (buna kanunları diyelim mi?) kadınlar belirleyecek…
[Anaerki denilen sistemin bir amacı de bölünen androgynous’u birleştirmektir; ama sözü edilen birleştirmeyi, kadını ve erkeği birbirine benzeterek mi yapmayı hedeflemektedir? Bazı okült görüşler erkekte xy, kadında xx olduğu için erkeğin kadına benzemesi ile bütünleşmenin olması gerektiğini savunurlar. Yani amaç bir outsider olan y yi yok etmektir. Bizler ise yeniden bütünleşmenin, cinslerin temel yapısının en ideal forumuna dönüşmesi ile meydana gelecek özgün modellerin ele ele vererek birleşmesi (eşleşmesi) olduğuna inanıyoruz. Ancak bu konular bizim alanımız değil, fazla yorum yapmak da hatalı...]
DİP NOTLAR
[1]
Örneğin Japon bilim adamı Dr. Kyochi Nakagawa .