YANIT
Size sözlerimi boşu boşuna okutmamak adına en baştan kısa bir yanıt vereyim: Söz ettiğiniz teknikle ilgili bilgim ne yazık ki bulunmamakta.
Bu açıklamadan sonra söylemek istediklerimi söylemeye koyulayım.
Bilinç, artık Freud çıkışlı psikolojinin anladığından çok farklı bir şeydir.1
Çağdaş nörobilimciler, çoktan kuantum mekaniğine “dalıp” yepyeni teorilerle bilinci açıklamaktadırlar. Söz ettiğim teoriler halka yansımadığı için çok kişi eski okul bilgilerinde kalmakta ve -bence- çıkış yolu bulamamaktadır.
Bilince, son derece yeni bir teori olan (ve standart bilim taraftarı yayın organları tarafından bu konudaki raporların yayınlanması ciddi ölçüde engellendiği için) 1980lerde kalıcı şekilde var olmaya başlayabilen (bence yaygınlaşması sonucunda psikoloji disiplinini ciddi ölçüde sarsacak olan) ETC teorilerine göre bilinç bir EM alandır. Yani bir fizik alandır. Bu yüzden bilinçaltı gibi (ataerki Yahudi Freud… “palavrası” diyerek terbiyesizlik yapmayayım, “yanılgısı” diyeyim) bilinmez, gizemli, ortada olmadığı için her isteyenin istediği yere çekebileceği, pop kültürde türemiş “psikolojiden anlamayan amatör psikologlar”ın hakkında ha-babam inciler yumurtladığı yerler yoktur. “Bilinç” adlı, nöron ateşlemelerinin elektrik yapısı ile meydana gelen alan -kuantum mekaniğinin ortaya çıkarttığı- (hak yemeyelim, eski “bilimsel” bilgileri yerle bir eden bu gerçeği ortaya çıkartan da bir Yahudi olan Einstein’dır) aslında geçmiş ve geleceğin “an”da var olduğu bir mekan sayılan uzayzamanda, Michael Lockwood’un sözleri ile “bir solucan gibi uzanan dört boyutlu bir yapıdır”.
Bu sözü basitleştirelim: Geçmiş ve gelecek zaten vardır. Siz bu varlıkta her yerdesiniz. Bilinciniz, yapısına göre bu -süperpozisyondaki somunlar arasında- sıçrayarak bir "film şeridi üzerinde" ilerlemekte.
ETC’a göre kortekse, dalgaboyları düşük olduğu için ulaşamayan düşünceler vardır. Ancak bunları bilinçaltı adlı ürkütücü bir mekan olarak yorumlamak yerine, dalga boyu yükseltilince ulaşılan, farklı düşünce sistemi (dalga boyu) var edince yok oluveren alanlar olarak görmek gerekir.
Buraya dek bilim (science); şimdi pseudo-science’a geçiyoruz.
New Age teorisyenleri buradan yola çıkmakta, sözü edilen (uzay zamanda geçmiş ve geleceğe uzanan) alanın "geçmiş ve gelecekten haber verme" anlamındaki "kehanet" olayını da açıkladığını öne sürmektedirler.
Şimdi de pseudo-science’tan Janus’tan seçmelere atlayalım. :)
Yaşam, basittir. Onu şifa vermek/aramak/bulmak vb. adına da olsa zorlaştıran ve kompleksleştirenin iyi bir iş yaptığı bize göre söylenemez. Acı çeken insanlar, acılarını azaltmaya çalışırken yaptıkları arayışlarda karşılarına bir sığınak gibi çıkan, ama böylece fark etmeden acının artmasına ve kökleşmesine neden olan mekanlara karşı uyanık olmalıdırlar. Varlığı belirsiz konularda araştırma yaparak canı sıkılan canı pışpışlarken onun başına çoraplar da örmemek gerekir.
bu teknikle normal seyrine dondurursek bilincaltinin da temizlenecegini söylüyor.
“Bilinçaltını temizlemek” şeklindeki söz (işte sürekli yinelediğim) ataerkil tuzağın alasıdır; çünkü bu söz DUYULDUĞU ANDA “bilinç altı adlı kirli ve ürkünç bir yerin var olduğu, bunun temizlenmesinin gerekliliği, söz konusu gereklilik varsa temizlenmediğinde kişinin başının dertte sayılacağı” temelli bir thought form, "GÜM" diye oluşuvermiştir. Bundan sonra artık o kişide bir ölçüde tedirginlik, en azından kaygı vardır.
Peki; kaygı varsa ne vardır? NE!
Oysa bilinçaltı denilen düşük dalga boylu alanlar, pozitif elektrikli bir beyin süredurumu yaratıldığında yeni baştan var olurlar.
Ofke keder sinir gibi duygulari cok fazla yasayinca enerji bedenimizde olusan tikanikliklari bu teknikle normal seyrine dondurursek (...)
Karakterinizi (hayata bakış biçiminizi, bilincinizi) değiştirmeden HİÇ BİR teknikle PE celp edemez, kaderinizi rafine edemezsiniz. Kişisel şekilde öfke ve sinir üretip, bunun tekniklerle sıfırlanacağına inanmak evrime terstir; çünkü evrim, kişisel şekilde öfke/sinir duymamayı öğrenme yolunda ilerlemek ve bunu başarmak anlamınadır.
Yine sıradışı laflar edeyim: Batı özentiliği ile Türk insanına perkitilen “Okumuyoruz efendim, kitap okumuyoruz” modasını izleyerek kitaplara gömüleceğine, her sabah uyandığında;
sevilmeyen bir işe gitmek,
baş derdi aile/eş/çocuk ile yaşamak/uğraşmak,
tat kaçıran bir hastalıkla yaşamak,
ya da kişiye özel başka bir sıkıntı durumu olsa bile;
-
camı açıp, kendini biraz zorlayarak gülümsemek,
-
bir bardak serin su içmek,
-
dinsel eğilim varsa bir besmele çekmek (mümkünse “ya Allah, Bismillah” yerine, “Bismillah ir RAHMAN ir RAHİM” diyerek),
-
iman yoksa “haydi evren (hatta kuantum uzay-zaman geometrisi), bana yardım et” sözlerini söylemek,
-
bir kapıdan geçip güzel bir diyara geçtiğini imajine etmek,
-
gün boyu karşılaşılan can sıkıcı pürüzleri kafaya takmadan beyinde güzel düşüncelere odaklanarak hoşlanılmayan modele devam etmek,
-
bu yaklaşımı sürekli yinelemek,
-
giderek daha iyi sonuçlar alacağına İNANMAK,
-
bunları İSTEYEREK yapmak
çok daha verimli bir yaklaşımdır.
Ama bu zor yoldur. Kolay olan, zaten tatmin yaratmayan yaşamdan uzakta kitaplara ümit içinde gömülmek, “yeni teknik” sözünü duyunca çamura yatıverip, hayatla yüzleşerek pozitif olma çabasına yan çizmektir. ;-)
Sorunlar, düşünerek aşılacak şeyler DEĞİL, beyin düşünce sistemini değiştirerek yok edilebilecek olan, kişinin kendi tarafından var edilmiş dalga fonksiyonu çöküşleridir. Acıdan sakınma, yani sorunları aşma, gönlü hoş ederek (PE taşıyan beyin elektriğini iradi olarak yaratmayı öğrenerek) kurulan evren ile elde edilir.
Nasıl? Bunları yapmayı denediniz ve başaramıyor musunuz?
Olabilir. Bunu biliyorum.
Bunun nedenini de biliyorum.
Söz ettiğim neden ise (yukarıda dile getirdiğim gibi) beyin elektriğinizin kaynağının karakteriniz olmasıdır!
Karekter denilen kavram aslında sadece bilinçtir. Kuantum mekaniğinin Nobel ödüllü fizikçilerinin teorileri ile gösterdikleri üzere dalga fonksiyonunu çöktüren, yani kaderi yaratan, işte bu bilinçtir!
Karakterini rafine edebilen giderek PE çekecek, buna paralel olarak olayların KENDİ KENDİNE pozitive olduğunu, kaderinin giderek güzelleştiğini görecek; zamanla keyifli, neşeli ve şen birine evrilecektir. (Keyif, neşe ve şenlik; PEnin varlığını en bariz kanıtlarındandır.)
Bana teşekkür etmek kadar, sitenin canlı kalabilmesi için bana yardım eden arkadaşlara da teşekkür etmek, bunu düşünmek, ne kadar güzel bir tutum!
Bu tavrınızla evrendeki ana akımda (Bohm’un öne sürdüğü şekli ile TEK VE YAKPARE olan dalga fonksiyonunda) bir pırıltı, bir pozitif çakış yarattınız. Bu radyasyonunuz kendine en uygun alanı bulup belki bir çocuğun korkusuna, bir kadının kederine, bir erkeğin sıkıntısına, bir hayvanın acısına engel olacak.
Peki, sonra ne olacak? Bu soruma doğru yanıt verecek sanal öğrencilerimin olduğunu biliyor, ama bu sayfanın yeni izleyicileri adına yanıtlıyorum: O canlıdaki rahatlama, sizin alanınızla senkronize olup, güçlenerek size geri dönecek. Dedim ya en başta; “Bilinç bir fizik alandır”. Bu yüzden en bildiğimiz şekli ile rezonans yapmaktadır. Dinlerdeki “sevap işleme” olarak adlandırılan eylem aslında bundan başka bir şey değildir. ETC'ye inanan, otomatikman "ilahi adalet" denilen şeye de inanmış olur. :)
O zaman "Herkese hayırlı radyasyonlar, başarılı rezonanslar dilerim" diyerek sözlerimi sonlandırayım. Ne de olsa burası bir okültizm/ezoterizm sitesi. Burada iyi niyet “de” kuantum ve fizik ile ifade edilmekte…
İçinizden; "Yahu, bu ne biçim ezoterizm sitesi, gerçekleri fizik ile ifade ediyor?" mu diyorsunuz?
Yanıt basit: 1940lardan bu yana EZOTERİZM, ARTIK BİLİMDİR.
DİP NOTLAR
[1]
Freud’un 1960lar ve sonrasında çok moda olan; her modern ve çağdaş kişinin minicik can sıkıntılarında analize koştuğu; Erica Jong’un “Uçuş Korkusu” adlı kitabında “ ‘rüyanda gördüğün at babandır’ laflarına yüzlerce dolar vereceğime gidip bir ayakkabı aldım, bu bana daha iyi geldi” sözleri ile “ti’ye” aldığı psikanaliz metodu artık psikologlar tarafından bile kabul görmüyor. Birçok araştırmacı asıl sorunlunun zat-ı şahaneleri olduğu konusunda hemfikir. Benim de içimden “bir divana yatıp, arkasında oturan psikoloğun annen kimdi, babam neydi sorularına yanıtlar vererek şifa arayan kimseler verdikleri zaman ve paranın hesabını kimden soracak?” demek geliyor desem, ayıp etmiş olur muyum? :D Aynı akıbet 20-30 yıl sonra bilinçaltının başına gelecek midir acaba?