ilgilenirseniz çok tesekkür ederim ben. iyi günler dilerim
öncelikle cahilligimi maruz görmenizi isteyerek bir sey soracagim. ben arastirmaci bir insanim. böyle okumayi etmeyi kesfetmeyi severim. pek çok konuda. ama öyle uzman diyebilecegim veya ehil diyebilecegim birisi degilim. ancak çabalamayi ve anlamayi çok isterim. zaten o yüzden soruyorum ya..
bir yanitinizda hirs EM alandir demissiniz. iste bu hirs aslinda majinin basari sebebidir, çalismalarin degil tarzinda (tam hatirlamiyorum) bir sey demissiniz. buradaki hirsin EM alan olmasi olayini ben algiyalamadim. yani hirs bir duygu. duygular beyinde. bazi kimyasallarin çesitli kombinasyonlariyla veya bazi kombinasyonlarin yogunluguyla öne çikiyor tezahür ediyor diyelim. peki EM alan ile hirs arasindaki baglanti nedir?
YANIT
Yine emailsiz bir soru! Yanıt gecikmesin diye bunu da sıralamaya almıyoruz, ama bu kez son! Bir daha emailsiz olanlar yanıtı okumak için üç ay bekleyecekler. Son diyorsam -artık öğrendiniz- sondur! :DDD
[Sevgili arkadaşlar, email vermeniz, bizim fazla çalışmamız manasındadır. Email olunca email sahibine "tamam, kabul ettik" ya da "etmedik şu sebepten" maili yolla, yanıtı özel dosyaya al, yanıt siteye yüklenince haber edilecekler listesine al, yanıtı sorucuya özel dosyada yolla, siteye yüklenince haber et… Bu işler hep zaman… Ama biliyorum ki yanıt sitede yayınlanınca emek verip var edilen yanıtın değeri azalmış oluyor; çünkü yayın sırası, soru gelmesinden 2-3 ay sonra geliyor.
Yine de karar sizin.
]
Sevgili kardeşim, bu sorunuz ve bir diğer soru peş peşe ve benzer jargonla geldiği için aynı kişiye, size, ait olduğunu düşünüp birbiri içine almışlar, ben de öyle yanıtlayacağım.
Sinekten başlayalım.
Bizim muhteşem 722 sistemine göre (bizi geçelim, kuantum mekaniğine göre, biz de onlardan kaparozladık zaten ;-) ) gerçekliği bilinç (beyin) var eder.
Bu sözleri söylemem bitişimizin resmidir; çünkü anlamı "Neye inanırsan o var"dır; ki buna çok kişi inanırsa "Yahu, ben ne yapayım senin eğitimi" der, istediğine inanı-inanı verip, istediği gibi yaşar… bize de eğitimin kapısına kilit vurmak düşer.
Yani kardeşim; eğer o sinek doğal nedenlerle, rastlantısal şekilde ortalarda değilse, o sineği var eden "yoğunlaşınca sinek çıkar" şeklindeki inancından başkası değildir. :)
Biliyorum, bu -her şeyi kendimizin var ettiği, başka şey olmadığı- işi ürkünç bir şey… ama sistem böyle. Gelin bunu iyi yandan alalım ve istediklerimizi elde etme şansı olarak görelim. İstediğimiz hayatı elde edememe nedenimiz pek çok sosyo-kültürel ve sosyo-politik ittirme ile beynimize negativite doldurmalarıdır. Bu enerji bölücü bir yapıdadır. Sürekli bölen düşünceler üretmemize neden olur. Evrenimizi "bölerek" (istemediğimiz, bize keyif vermeyecek) şekilde var ederiz.
Sinek ise okültizmde sataniktir. Beelzebub (Sineklerin Efendisi) bir satanik tanrıdır. Matta 12:27de geçer. Ancak İncil bir şeye Satan derse o kimdir? Ayet numarası ise önemli olabilir ve bizde en kutsal iki sayı olan 12 ve 27dir. Ama ben satanik tartışmalara kolayca girmem. Ve hemen anımsayalım: Kişi neye inanırsa gerçek odur.
Kuantum mekaniği size soğuk ve eğlencesiz gelebilir. Gerçeklerle halvet olmak çok iyi bir şeydir; ama ondan iyisi, içimizi çok sıkan şeylerle halvet olmamaktır. (Az sıkan şeyler ise aşılması gereken zorluklardır.) Bu yüzden dilerseniz "Üff! Ben neymişim be abi! Konsantre olunca bir enerji (buna tanrı diyebilirsiniz) envoke ediyorum, ya da onunla kontak kuruyorum, sineğini yolluyor" diyebilirsiniz.
Matrak geçmiyorum.
Her halükarda; yani sineği siz materyalize ettiyseniz de, ya da bir alanla rezonansa girdiyseniz de, ya da bu alternatiflerin ikisi de palavra, ama onlardan birine inandığınız için var ettinizse, iyi bir majisyen olabileceğiniz ortaya çıkar. Size bu yeteneğinizi geliştirmeniz için eğitimlerimizi önerebilirim. (Reklamlar sona erdi. :D )
" uzman diyebilecegim veya ehil diyebilecegim birisi değilim"
Okuyarak ilerliyorum, bu sözlere yeni geldim. Alçak gönüllük erdemdir, erdem PEdir, PE bir majisyenin EN İHTİYACI OLAN VİBRASYON FREKANSIDIR.
" ancak çabalamayi ve anlamayi çok isterim."
Eğitime başvuranları tırpanlayıp duran "bir arkadaş"tan gizli sufle vereyim: Eğitime başvurursanız bu cümleyi kullanın. ;-) Merak, çaba, istek… Süper.
" bir yanitinizda hirs EM alandir demissiniz. iste bu hirs aslinda majinin basari sebebidir, çalismalarin degil tarzinda (tam hatirlamiyorum) bir sey demissiniz."
Ben böyle bir laf demem. Demişsem, lütfen bana cümleyi yollayın, düzelteyim. Bence sözlerimi iyi açıklayamamışım, yanlış anlaşılmış.
Hırs ve korku; cinlerden "üç harfli" diyecek kadar tırsanların bu halleri ile başlarına sardıkları gerçek demondur. Hırs ve korku, en gerçeğinden cindirler. Bunlar, makrodaki HER tersliğin YEGANE nedenidirler. Her şeyi yapan bilinçlerimiz bunların etkisinde her şeyi alt üst eder.
İyi haber şudur ki, bunlar bize SALDIRAMAZLAR; sadece BİZ ÇAĞIRIRSAK GELEBİLİRLER. Keyifsizlikten, can sıkıntısına varana dek EN MİNİK ve hatta gündelik tatsız ruh hali bile onları bir ölçüde davet eder. Bu yüzden siz ve beni okuyan kardeşlerim: SANAL VE KENDİ YARATTIĞINIZ TATSIZ DURUMLARDA KALDIĞINIZDA onların sanal ve SİZİN tarafınızdan yapılmış zahiri kofluklar olduğunu bilin, anında ALDIRMAZLIKLA güzel beyin süredurumuna geçin… Sorunun kendiliğinden hallolduğunu görecek olabilirsiniz. Kendi var ettiğiniz bir matrix'desiniz. Gerçeklik yok. :) Programı değiştirme yolu, beyin elektriği frekansını değiştirmek.
" buradaki hirsin EM alan olmasi olayini ben algiyalamadim. yani hirs bir duygu. duygular beyinde. bazi kimyasallarin çesitli kombinasyonlariyla veya bazi kombinasyonlarin yogunluguyla öne çikiyor tezahür ediyor diyelim. peki EM alan ile hirs arasindaki baglanti nedir?"
Bu önemli bir soru. Konuya biraz fazla dokunmak gerek.
Önce yumuşak karından söz edelim: Duyguların ne olduğunu -psikoloji gibi disiplinleri geçelim- nörobilimciler çözemiyorlar. NTler duygu yaratıyor mu? Bu bile kesin değil. Ama evet, NTler bir ruh durumu var ediyorlar. Bu kesin. Yani NTler size birini sevdiremezler ama size "bunaldım" dedirtebilirler.
Bu ön bilgiden sonra sistem nasıl işliyor, anlatalım. Sözlerim bilim değil, "Sallama serbest" özgürlüğü dolu okültizmden dokunuşlar taşıyan pseudo-bilimdir. :D
Önce bilim:
- Sinapsta hangi NTnin salgılanacağı,
- NT salgılandıktan sonra hangi post sinaptik reseptöre bağlanacağı,
- Yoluna devam mı edeceği, durdurulacağı mı bilinmemektedir.
Ancak Stapp, Ca iyonlarının kuantum durumlarından (işlemlerinden) etkilendiğini savunmaktadır. Ca iyonları ise (voltaj kapılı Ca kanalları ile) sinapsa NTlerin salgılanma görevini yüklenen iyonlardır.
Ve sallama serbest ortama geçiyoruz, kemerlerinizi bağlayın.
Bizler, "Ca'yı etkileyen kuantum durumları" sözünü "Ca iyonlarının EM dalgalarla yönlendirildiği" şeklinde okuyoruz ve bu EM dalganın ise PE ve NE olarak adlandırdığımız dalgaboyları olduğunu öne sürüyoruz.
Cini, ifriti lütfen geçelim. Söz ettiğimiz EM alanlar, tayfta yer alan, (bu yüzden fizik olan, meta-fizik olmayan) henüz keşfedilmemiş olan, radyo ve gama ötesindeki dalgalardır.
Asıl lafım şimdi geliyor, bağladığınız kemerleri sıkın: Bunlar basbayağı uzay nesnelerinden, ama asıl, fotonları demet olarak (güçlü şekilde) gelen burçlardan (Zodyak kümelerinden) DE gelmektedir.
Doğum anında zaten bunlar sinapslarda ilk biçimlendirmeyi (kendi altyapılarını) vücuda getirmektelerdir.
Editörün notu:
(Bu konuda detaylı bilgi edinmek için Janus'un BURÇLARDAN GELEN ENERJİ: BURÇLAR, ELEKTROMANYETİK ETKİLERİ VE KARAKTER (Bir Hipotez) adlı kitabına başvurabilirsiniz.
Daha net özetleyelim.
- Ölüm ötesine belli bir dalgaboyu ile geçersiniz. Bu dalgaboyuna evrim puanınız denilebilir.
- Bu dalgaboyu orta kırat değerde ise, kural olmasa da, büyük olasılıkla önceki mekan dolaylarında yeniden uygun yerde çökersiniz.
- Bu anda öncelikli olarak burçlardan gelen EM dalgalarla sinapslarınız var edilir. (Biçimlenir değil, var edilir. Bu bilimdir.)
- Yaşamaya başladığınızda aldığınız aile eğitimi, dış dünyadaki eğitim, akraba/arkadaş/aşk/iş arkadaşları ve toplumla iletişiminiz ruhunuzda değişimler yapabilir.
- Tersliklerle karşılaştığınızda onlara tepki verme tipiniz bu yapı ile olur.
- Ama bu yapı sonradan edinilen doğru bilgi ile değiştirilebilir. Evrim zaten budur.
- Ters tepki verirseniz, davet çıkartmış olursunuz, alt yapı da varsa NE celp olur ve NTlere hükmetmeye başlar.
- İçine daha da girdiğiniz ruh hali daha çok NE celp eder. Korkarım ki geometrik ortalama ile artar. Bu yüzden olumsuz duygu MİNİCİKKEN pozitif ruh hali verecek (önceden belirlenmiş ve yedekte tutulan) bir işe atlamak gerekir.
- Atlayamazsanız, giderek beyninizde bir yolak meydana gelir… ve artık bir ziyafet tabağı olarak dışardaki jungle'da yerinizi alırsınız.
[Yine konuyu minik parçalara ayırmacasına dağıtacağım, ön bilgi vereyim. Dileyen kemerini çözüp uzaklaşabilir. Aracımız yere inmiştir.
Kimseye "sahil kasabasına git" ya da "merada koyun-keçi güt" dediğimiz yok. Bu kaçıştır. Emekli yaşlıların da kaçması gerekmez. Kaçış, ölüme davetiyedir. Bizler YAŞAMAYA inanan kişileriz. Ama iddiamız, kendini sosyal sanan, ya da sosyal denilen şey olmaya çalışan kişilerin çokluk YANLIŞ iş yaptığıdır.
Sorunların kaynağı -dikkat buyrun- İNSAN, daha doğrusu, İNSANLARLA İLETİŞİMDİR, hayat değil. :) Çözüm, ilk adımda bu iletişimi minimize etmektir. Söz konusu şartlarda hala da bizler gibi hayatın içinde olmak mümkündür.
Şöyle bir örnek vereyim: Öğrencilerimden biri, ki, değerli bir hanımefendidir, tıpkı bizler gibi yalnız gezer. Yolculuklara bile yalnız çıkar. Bunda hiç gocunmaz. Çok çarpıcı bir hanımdır. Korkmaz. Aldığı tepkilere aldırmaz. Ve gezmeyi çok sever. Ben ve arkadaşlarımın en sevdiği şey, restoranlara, kafelere yalnız gidip, orada çevredeki insanlar arasında olmanın tadını çıkartmaktır.
Arkadaşlarla olmak güzeldir… ama ŞART DEĞİLDİR. Güzel arkadaşlıklar, arada yakalanacak -ne yazık ki her şey gibi geçici- ŞANSLARDIR. Hala da İSTİSNASIZ herkes ile -mesafeyi aşmadan, bizler gibi- dost olmak, bunu yürekte hissetmek mümkündür. Öncel yapı, BİR BAŞINALIKTIR. Bunu başaran, insan ilişkilerini de daha başarılı şekilde kollabore edecek, kotaracak olabilir. Gereksiz ihtiyaç, adamın ayağına bağdır. Oysa günümüzde arkadaşlık ve toplumsallık olarak ifade edilen durumlar büyük ölçüde gereksiz ihtiyaca, şartlanmaya, alıştırılmaya dayalıdır. İnsanlarla olmak da kaçınılmaz ve hatta çok güzel bir şeydir. Ama arada "dirsek mesafesi" bırakılmayan HER ilişki, eninde sonunda hüsran ile bitemeye adaydır.
Bu yapı aşk ilişkilerinde bile -bir ölçüde- var edilmelidir. Tek kişilik balo salonuna en büyük aşklar bile girmiyorsa, o salon daima "ben ve kendim"inse, ve hala da o kişi bir diğerini sevebiliyorsa, çok sevebiliyorsa, o kişi evrimde büyük bir yol kat etmiş demektir.
Seks, çok eşli seks, partnerler hem gelip-geçici (sınırlı) VE HEM DE ÇOK YAKIN oldukları için kutsaldır.
Ve zurnayı zortlatalım: Gel de yaşamın "bir canlı var etme ve yetiştirme" şartını üstlenmiş cinsine "kimseye bağlanma, çok eşli ol, bunun tadını çıkart" de… :)
Hayır efendim, o bir anne olduğu için bunu yapamayacak, partnerlerden birine bağlanacaktır. :)
(Bu zorlu konumdaki cinse destek olmak gerek erkek kardeşler. Onlar hayatın en zor yanını üstlenen cinstirler. Unutmayalım: Makro kurallarını en başta biz, erkekler, onlara sormadan, danışmadan, onları kaale almadan, onları küçümseyerek yarattık. Aşklarına, bağlılıklarına saygı duyalım. Unutayalım: Kadın... bağlanır. :) Tabi ki istisnalar da vardır; ama kadını kadın yapan bağlanmaya, yuva kurmaya yatkın yapısıdır. 722'de kadın protondur... Neyse, bu başka konu. :) Sarılma hormonu oksitosin, en çok onlarla anlaşır. Kadınlar "rahme" bizlerden çok daha ihtiyaç duyarlar. Sevgililerinize, hatta partnerlerinize sarılın. Onları sarın, sarmalayın... Daha mutlu ve bu yüzden daha iyi sevgili olacaklardır.)
Ancak kadınların hala da eşlerini -ve bir berbat zortlama daha- hatta çocuklarını bile, o balo salonuna sokmamaları makrokozmosta güzel yaşamanın bir diğer -belki de biraz düş kırıklığı yaratıcı- zorunluğudur. Aşklar kısa sürede, çocuklar uzun sürede MUTLAKA GİDECEKLERDİR.
Kişinin ihtiyacı sadece kendisine, daha doğrusu, içinde gizli olan diğer yarısınadır. Bu garip durumun nedeni ise o diğer yarının diğer alemde bıraktığımız kutsal (yaratıcı ile birleşik) kısım olmasıdır. :)
Evrim zaten ona ulaşmaktır.
Bu yolculukta ise hız ivmesi, diğer insanlar dahil her şey ("ne kadar fazla ise o kadar iyi" mantığı ile) ile mutedil, ılık, hoş ama hiç de aşırı ihtiyaç duyulmayan ilişkiler tahtında ilerleme varsa artacaktır.
"Güzellikler yakalandığında bile onların geçiciliğinin bilincinde olmak" ile, "hatalı alıştırılmışlıklarla yapışma zorunda kalmak" farklı şeylerdir.
Size yukarıda söz ettiğim zorlu işin kolay şifresini/formülünü iki şık halinde vereyim:
- Diğerlerinin kendileri gibi olma varlık hakkına saygılı ol, bunu öğren, bu duygu içinden gelsin… ama kimseye fazla da aldırma. :D
- Sakın egoist olma, bu kişilik gücünü zayıflatır. Kişilik gücü bir yakıttır. Yaşam enerjisi verir. Ama unutma da: "Sen ve kendin"den önemli bir gerçek yok… çünkü gerçekliği var eden sensin. ;-)