YANIT
Sembollerin çok önemli etkileri vardır; ama bunlar okültizmde öne sürülen teoriler ve yer alan inançlarla ilgisizdirler.
Okültizm, bazı şeylerde gizli (ya da yüklü) enerji olduğu, bu şeylere ulaşan herkesin bu enerjiye de ulaşacağı inancı üzerine kuruludur. Oysa evrende ne sihirli formül vardır, ne gizemli sembol; ne her kapıyı açan çalışma, ne de her isteği verecek güçte antite. Bu inançlar, ilkçağlardan beri evrenin işleyiş dinamiğinin formülünü bilemeyen ama içeriği hisseden insanların (ortaçağlarda okültistlerin) sezdikleri gerçekleri bilgi noksanı yüzünden yanlış yorumlamaları ile meydana gelmişlerdir.
Evrende istenileni elde etmek adına kullanılacak tek bir şey vardır: O da kişisel bilinçtir.
Kişisel bilinci “yöneten” ise tek bir şey vardır: O da inançtır.
Bir Fransız atasözü “İnansan dağları yürütürsün” der ve majide başarılı olmak adına aslında başka öğrenilecek zerre şey yoktur.
Peki sembollerin önemi neye dayanmaktadır?
Yanıtımı bildiğinizi düşünüyorum, yine de söyleyeyim: Kuantum mekaniğine.
Einstein’ın son nefesine dek karşı çıktığı kuantum mekaniğinin bazı teorileri deneysel olarak kanıtlanmıştır. Bunlardan en popüler olanı Nobel ödülü sahibi Bohr’a ait olan “bakışın gerçekliği (evreni) yarattığı” teorisidir. İnanılması güç ama siz (yani bu soruyu soran siz) bakana dek evren smear (bulaşık), yani elektronların dalga fonksiyonunda olduğu haldedir.
Daha çarpıcı olayım: İçinde olduğunuz odada arkanızda sandığınız gerçeklik yoktur. Arka taraf, henüz bakmadığınız için smear haldedir.
Siz ve ben yan yana gelsek, bu konularda konuşmaya başlasak; siz, benden aldığınız EM alan ile KENDİ evreninizi yaratacaksınız, soruya -benden aldığınız bilgilerle- KENDİ yanıtınızı vereceksiniz. Ama hala da ben size kendi beyin alanımın yarattığı yanıtı vermekteyimdir.
Bu gerçeği sembollere uyarlayalım: Semboller siz bakana dek yokturlar. Siz bakarsanız gerçekleşirler.
İşin daha enteresan kısmı bundan sonradır: Siz nasıl bakarak evreni -Stapp’a göre kişisel bilincinize göre- yaratıyorsanız; sembolleri de yaratacaksınız demektir. Yani sembolün ne olduğuna inandırılmışsanız, o sembol SİZİN TARAFINIZDAN, o şekilde yaratılacak, o enerjiyi taşıyacaktır.
Bu noktada -sürekli yanlış anlaşılan bir konuda- dipnot vereyim: Evreni kimse bir başına, yani kafasına göre takılarak, keyfi biçimde, yaratmaz. Diğerlerinden gelen dalgaboylarını alır, onları kendi beyin alanları ile sentezler, yeni alanlar yaratır, alanlara yeni biçimler verir ve gerçekliği böyle var eder. Kimse kimseden (ya da daha gerçekçi bir dille "hiç bir alan, bir diğer alan radyasyonundan"), o kimse kendine (alan yapısına) uygun değilse etkilenmez. Sürekli negatif enerji yayan kişilere aldırmayan kimseler onların NEden etkilenmezler; çevrelerindeki PE yayan kişilerin alanları ile senkronize olurlar. Bunun tam tersi de gerçektir. PE yayan bir alet icat olsa, alanı negatif olan kimse bu alet yanında sabahtan akşama dek dursa, kendi istemedikçe, beyin elektriği dalga boyunda katre değişim olmayacaktır.
Sembole baktığınızda gözden giren fotonların bir etkisi yoktur. Onlar retinadaki odaklarca AP’ne dönüştürülene ve beyne yollanana dek tarafsız ve anlamsızdırlar. Beyine ulaşan AP, beyindeki alanlar aracılığı ile gelen elektriği yorumlar ve kişi alanı hangi yapıdaysa (kişi neye inanıyorsa, ya da inandırılmışsa) gerçekliği o yönde yapar, sembole o önemi yükler.
Bu gerçekler yüzünden bir majisyenin yapabileceği hata kendi dışındaki herhangi bir şeye (örneğin sembollere, çalışmalara, sistemlere vb.) fazlaca dayanmasıdır; çünkü onların gerçeklik güçleri, majisyen tarafından atfedilen önem kadardır.
Kova Burcu çağında, ya da milenyumda, artık orta çağ yöntemlerini sollayıp, elimizin altındaki yepyeni bilgilere ulaşalım derim. Eğer bu yapılamıyorsa o zaman kişinin hedefi "gerçeklikte değişim yaratmak" değil, maji diye sunulan standart gizem ortamından aldığı zevki yaşamak olabilir. Bilimden korkan veya onu soğuk/ulaşılmaz bulan; gizem ve bilinmezlik bulamayınca majiden uzaklaşan kişiler belki de sadece hobileri ile ilgilenen kimselerdir.