YANIT
Beynin sağı/solu, feminen taraf/maskülen taraf gibi konular hiç ilgimizi çekmedi. Bize göre beynin iki yarısının işlevselliği hakkında yapılan bu gibi yorumlar (örneğin "kadınlar düşünürken/konuşurken bir iş yapabilirler, erkekler yapamazlar" benzeri –bize göre- gülünç teoriler) ise kibarca "Pek gerçeğe uygun olmayabilirler" diyeyim. Bunların hepsi de çağa ait yorumlardır. Bu yorumları İÖ 1200 yılındaki bir nalbanta söyleseniz "Aaa! Hiç bilmiyordum, ne de ilginç" diyeceğine siz ealık-alık bakar, arında da önündeki atın nalını çivilerken, diğer yandan da çırağa ateşi doğru dürüst harlaması için laf yetiştirir. Bu süreçte yağmur gelmekte olduğu için acele etmesi gerektiğini düşünmektedir.
Bir de dipnot: Yukarıdaki teorinin doğru olmadığı, hatta tersinin doğru olduğu -yine bilimsel- Stockholm Üniversitesi Psikoloji Bölümünde yapılan ve Psychological Science Dergisinde yayınlanan araştırma ile ortaya atılmıştır. Yami bu araştırmaya göre de söz konusu işlevi erkek beyni yapmaktadır. :)
Zaten standart nörobilim pek çok ortamda tartışılmaktadır. Bu eleştirileri yapanların en önemlisi –önceki yanıtlarımda adını saygı ile sıklıkla andığım- bilim kadını Susan Pockett'tir. Kendisi "Nörobiyolojinin Newton fiziğine aşırı bağlı olduğu yönünde ima yoluyla da olsa eleştiriler vardır" demektedir. Newton fiziğinin ise pek çok yerde hatalı olduğu artık kabul edilmektedir. :) Bizim 722yi üzerine bina ettiğimiz ETC teorileri ise en çok standart nörobilime terstirler... oysa bir anlamda nörobilim teorisidirler!
[Ve dilimi tutamayıp konu dışı bazı şeyler söyleyeceğim. Çabuk sinirlenen hassas kişiler lütfen parantezlerin içindeki bölümleri atlasınlar.
Fare adlı önemsiz yaşam formlarını hücrelere hapsedip, beyinlerine akıl almaz işkenceler yapanların (ki, bunlar arasında en çok yukarıda söz ettiğim zevat vardır) pek çoğunun ağaçların kesilmesine ve nükleer santrallara karşı çıkan "çevre bilinçli" kişiler sayılmaları; hatta pet sahibi ve vegan olmaları beni şaşkınlığa uğratır.
Bir gün ahlakı bozup birilerini lanetlersem, çocuklara, kadınlara ve özellikle hayvanlara bilfiil işkence edenler olacak. Ama benim başımı derde sokmama gerek yok. Şeytanla dans eden, bacağının kopmasına hazır olmalıdır. Bu insanlar ve özellikle kendilerinin çocukları (aslında sevdikleri) büyük vebal (NE) altındadırlar.
Yahveh'in sözü (ve de kim olduğu) unutulmasın.
Tevrat - Çıkış 34
7 (..) Babaların işlediği suçun hesabını oğullarından, torunlarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım.”
Umarım hayvanlara Nazi ve Engizisyon işkenceleri yapan bu adamlar uzaylı bir ırk tarafından kaçırılır, metal odalara hapsedilir ve kendi ırkları biraz daha uzun yaşasın diye beyinlerine defalarca ameliyatlar yapılır; bedenleri yara-bere içinde yaşatılır, işleri bitince "sakrifiye" edilirler. O zaman belki yaptıklarının manasını anlarlar.
Tabidir ki bu dileğim reelde olsun anlamında değil; sadece rüyalarında bir gece yaşasınlar… O da onlara yetecek olabilir.
(Bu mümtaz şahsiyetler pek seçkin oldukları için işkence ettikleri hayvanları "öldürdük" demek gibi bir kalitesizlik yapmazlar; yerine "sakrifiye edildi" derler. Bu jargon bana kiralık katillere "tetikçi" denmesini anımsatır.)
]
Özetle, beyin konusundan beni affedin; ama "kankayla bar sohbeti" kıvamında iki laf edeyim ve iki kişiden söz edeyim:
1- Ne yazık ki adını unuttum. Şampiyon bir tenisçi, solak olduğu için başarı oranının az olduğuna inanmış, bilinçle sağlak olmaya geçmiştir.
2- Sevgili rahmetli babam (en iyi arkadaşım) –unuttuğum bir neden yüzünden- sol elle traş olmaya başlamıştı; bu konuda çok da başarılıydı. Ondan özenip ben de aynı işi yaptım, hatta buna ek olarak bir süre sol elle yemek de yedim. Hayatımda bir değişim olmadı. Ancak bu "ben"im ve ben bir kriter değilim. Özetle: Deneyeceksiniz.
Ve sorunuza, yani akrofonolojiye gelelim.
Akrofonoloji, her harfin bir planet tarafından yönetildiği, bu planetin ise harfe, planetin astrolojik anlamı kapsamında enerji verdiği hakkındaki bir ilimdir. Bu konu eğitimlerimizde yer alıyor.
Eğitimden bir alıntı yapayım.
Adept Majisyen, III. Dönem - 5.2.3 - Akrofonoloji - Harflerin Konumu
"Hangi harfin hangi burç tarafından yönetildiği ise astrologlar tarafından belirlenmiştir. Zaman içinde akrofonolojiye yönelen astrologlar ortak bir çalışma ile on binden fazla harita ve harita sahibinin isminin karşılaştırma ile arada bağlantılar kurmuşlar; böylece hangi harfin hangi burç tarafından yönetildiğini saptayarak Akrofonoljiyi sınırları belirlenmiş bir dal olarak ortaya çıkartmışlardır."
Bir de iğne batırayım: Yukarıda "astrologlar" diye geçen adamların topu batılıdır. Birçok milletin alfabesinde onların alfabelerinde olmayan nice harf olduğunu hiç kaale almadan bu işe girişmişler, yaptıkları densizliği ya görmemişler, ya da kendi alfabelerinden başka alfabe kullananları adamdan saymamışlardır.
Her neyse…
Harf dediğiniz şey bir sestir. Seslerde planeter enerji olabilir mi? Bilmem ki? Açıkçası, bu konuda –kuantum temelli diğer konularda olduğu gibi- araştırmamız yok; ama derslerde yer verdik. Hayatımda ise etkisini bilfiil çarpıcı halde gördüm.
" Öncelike bas harfi k. Yani tam da dediginiz gibi uncanny bir enerji veriyor bana."
Yanıldınız diyemeyeceğim. K harfi, akrofonolojide değil, bize göre, gizemli, zor bir enerji verir. Akrep burcu tarafından yönetilmesi anlamlıdır. K enerjisine Kunadalini filan derler ama geçiniz… K resmen –çok güzel belirttiğiniz gibi- uncannydir. Diğerini sokabilecek bir enerji… ama kendini de! Ben K harfini bu açıdan 13 rakamına benzetirim.
Burada bir parantez açıp Napoleon'dan söz edeyim.
Napoleon'un 13 rakamından korktuğu söylenir; oysa ben gençlikte okuduğum bir kitapta farklı bilgiye erişmiştim. Kitapta son derece ilginç bilgiler vardı. Kitabı İngiltere'de Occultic adlı ilginç kitaplar satan bir dükkandan almıştım. Dükkanda özel bir camlı bölgede duruyordu ve inanılmaz pahalıydı. O gün aynı camlı dolaptan aldığım diğer kitap ise Vampirisim adlı bir kitaptı. Satanzimden geri dönüğümde ne yazık ki kitabı attım.
Bu kitapta Napoleon'un gençlik yıllarında adını değiştirdiği yazmaktaydı. O zamanlar akrofonoloji diye bir şey duymadığım için, bu bilgiyi de fazla önemsemediğimi itiraf edeyim. Yazılanlara göre bir falcı ona adını Napoleon yaparsa adedinin 13 olacağını, bu enerjinin tehlikeli olduğunu, ama farklı yerlere ulaşmak için de şart olduğunu söylemişti. Napoleon ise teklifi hemen kabul ederek adını değiştirmiş, bu yüzden önce lider, ardından sürgün olmuştu.
Satanizme girdiğimde adımı hemen K harfli bir isem Koral'a çevirdim. Yalan söylemiyorum; uzun yıllar boyu Koral olarak tanındım. Hemen bir örnek: Bülent Kısa ve arkadaşları beni Koral olarak tanırlardı. Aerobik hocalığım sürecinde adım Koral'dı.
[Evet ben Shiva ile bagli hissediyorum kendimi başlıklı yanıtımda söylediğim ve eski fotoğraflarımı paylaştığım gibi bir aerobik hocasıydım ve Türkiye'de ilk aerobik gösterisini Etap Otelinde ben düzenledim. :)
]
Sonrasında yaşadıklarımı (her şeyimi nasıl yitirdiğimi) bu sitedeki yanıtlarımda uzun uzadıya anlattım. Satanizmden çıkınca ilk işim adımı değiştirmek oldu. Koral öldü. :)
"Tasimakta zorlaniyorum."
Öğrencim olmanız hasebiyle sizi tanıdığım (adınızı ve soyadınızı bildiğim) için akrofonoloji açısından farklı bir yorum yapmama izin verin. Eğer adınızdan kaynaklandığını düşündüğünüz bir ağır (buna negatif diyelim mi?) enerji altına olduğunuza inanıyorsanız, bunun bir nedeni de ad ve soyadınızda olan A harfi bolluğundan olabilir.
" Sizce yirmi yasimda ismimi Aybars olarak degistirsem nasil olur?"
Benimle yine bir benzerlik: Ben de bir zamanlar Aybars adı ile yaşadım. :)
Aybars güzel bir addır. Erkeksi pozitif enerji ile doludur. Ancak yukarıda dediğim gibi, bence size belki de yaramaz; çünkü soyadınızdaki A bolluğuna A eklemesi yapmış olur. Ancak EN önemli şeyin kişinin isteği ve seçimi olduğunu lütfen unutmayın. Beyin elektriğinin gücünü (iradeyi) hiçbir ezoterik sistem yenemez. Evreni SİZ yaratıyorsunuz. "YOK" dediğinizde, yok dediğiniz şey yok olur. Tabidir ki bu sözü sadece ağzınız söylemiyorsa… yani inanç adlı gama dalgası frekansınız yüksekse...
" bu ismin enerjisiyle dünyaya gelmenin bir sebebi var miydi?"
Bize göre kesin var. Bizim ekole göre çöktüğünüz kaderdeki HER ŞEY sizin dünyaya gelirken taşıdığınız dalgaboyu ile koşut. Enkarnasyonda hata olamaz; çünkü gerisinde fizik vardır. Enkarnasyon, bir senkronizasyonla var olmaktadır. Farklı şekilde söyleyeyim: Dalgaboyunuz hangi yapıda ise, tıpatıp (1/1) ona uygun çökersiniz. Bu yüzden her birimizin yaşadığımız her şey, kendi yapımızdan kaynaklanmaktadır. İsim de buna dahil olabilir.
" buraya çökme amacimi gerçeklestirmeme engel olur mu bu kararim?"
Bu biraz zor bir soru. Makroda çöktüğümüz yerde, kaderde, bir dolu hata yapıyoruz. Aldığımız her karar hem doğru olabilir, hem de hatalı. Bu konuda kimse önceden bir şey söyleyemez bence. Kararı siz vereceksiniz. Yukarıda sol ve sağ el kullanma bölümünde dediğim gibi: Deneyeceksiniz.
[Bu söz "Deneyip göreceksin" sözü) Bülent'in (Bülent Kısa) majikal çalışmalar hakkındaki sorularıma en sıklıkla verdiği yanıttı. :)
]
Ancak isim seçme kararında hata yapmamaya çalışmak, acıdan kaçmak adına, güzel bir davranıştır.
İsminizi seçerken hata yapmamak adın şu metodu izleyebilirsiniz.
Kişiliğinizin size yararı olan ve olmayan (yaşarken kayıplarınıza neden olan ve kazançlara neden olan) yanlarını bir süre içinde saptayın. (Dikkat edin, sevdiğiniz ve sevmediğiniz demedim.) Hatta sizi sevdiklerinize inandığınız ve de pek sevmediklerine inandığınız kişilere korkmadan "Sence benim en iyi huyum ne?" ve "Sence benim en kötü huyum ne?" şeklindeki sorularla danışın. Ardından olumlu ve olumsuz yönlerinizi tek başlıkta toplamaya çalışın ve bunların planeter karşılıklarını saptayın.
Diyelim ki sonuçta;
Kötü yönünüz: Öfkelilik,
İyi yönünüz: Sempatiklik
olarak saptandı.
O zaman alacağınız adda;
Mars ve Satürn (Koç, Oğlak) etkisinden sakının;
Merkür ve Venüs gibi (İkizler, Terazi, Boğa) enerjileri taşıyan harflere yönelin.
Ya da diyelim ki sonuçta;
Kötü yönünüz: Yalancılık ve zayıflık,
İyi yönünüz: Hareketlilik ve kesinlik olarak saptandı.
O zaman alacağınız adda;
Merkür ve Venüs gibi (İkizler, Terazi, Boğa) etkisinden sakının;
Mars ve Satürn (Koç, Oğlak) enerjileri taşıyan harflere yönelin.
Bilmem anlatabildim mi?
" Bir de onca yerde kaydim kuydum var ve ese dosta açiklama yapmam gerekecek bu süreç nasil olur onu da bilemiyorum:)"
Önce bir süre (ortalama bir yıl) arkadaş-tanış ekseninde yeni adınızı deneyin. Yakınlarınıza korkmadan akrofonolojiye inandığınızı söyleyebilirsiniz. Belki bu durum onların da ilgisini çeker, böylece size danışmaya başlayacak da olabilirler. Eğer sonuçlar sizi tatmin ederse adınız mahkeme kararı ile değiştirebilirsiniz belki. İşin yasal yollarını pek bilmiyorum; ama söz konusu değişiklik bence bazı sıkıntılara neden olacaktır. O yüzden varsın kimliğinizde farklı bir ad olsun. Enerjiyi veren sestir; kimlikte var olan harf adlı şekiller değil. :)
Ve sonunda işin fîraklı yerine gelelim: Acaba ses dalgalarında astral etki olabilir mi? Yani sesteki enerji astrala yansır mı?
Bize göre pek de olmaz/yansımaz.
Bu düşüncenin nedenselliğini vermeden önce okültizmin astralının, kuantum mekaniğinin mikrokozmosu olduğunun altını çizeyim. Maji, evreni (gerçekliği) iradi olarak değiştirmek sayıldığına göre; evrenin (gerçekliğin) var olduğu mutfak/atölye mikrokozmos olduğuna göre; astral, mikrokozmostur; majii mikrokozmosta yapılıyor demektir.
Ve nedenselliğe geçelim.
Ses, yayılmak için maddesel ortama gerek duyan bir dalgadır. Yani mikrokosmosta yayılamaz.
Ancak eğer planeter etkiler planetlerin EM alanlarından kaynaklanmaktaysa ve de bu alanların bir şekilde ses karşılığı varsa; o zaman beyin o sesleri duyduğunda, söz konusu alanlar ile kontak kurabilir; bu demektir ki seslerin paranormal ya da okültik etkileri olabilir. Umarım anlatabilmişimdir.
Ama asıl soru şudur: Acaba A derken çıkarttığımız sesin astral alanı olabilir mi?
Yukarıda dediğim gibi, bize göre olmaz; çünkü ses dalgaları yayılmak için maddesel ortama gerek duydukları için (sadece makroda yayılabildikleri için) astralı eksite edemezler. Yani bize göre akrofonolojinin gerisinde mikrokozmik etkiler değil, ölçüm vardır. (Tabidir ki bana "inanç da mikrokozmik etkidir" derseniz haklı olursunuz… ama gelin, bu tartışmaya girmeyelim, lafı uzatmayalım.)
Bu durumu kuantum mekaniği ile ortaya çıkan ve kozmolojiyi alt üst eden (bu yüzden bazı bilim çevrelerinde fısıltı ile bile dile getirilmeyen) gerçeğe benzetebiliriz: İster teleskop, ister gözle olsun, bakamadığımız uzay bölgeleri, bir bilinç tarafından ölçülmediği için yoktur. :)
Evren, gördüğümüzle sınırlıdır. Bizim göremediğimiz yerler -bizim için- henüz inşa edilmemiştir. Ve de bu inanılması zor sözler ezoterizm değil, bilimdir! :)
Kuantum mekaniğinden korkmayın. O, bize her şeyin gerçek ("büyülü" diyebileceğimiz akla ziyan) yapısını anlatan; "akla uygun" diye kakalanan nice şeyin gerçekdışı olduğunu söyleyen, biraz sivri dilli dost.
Özellikle standart fizikçiler için çok sivri dilli dost, orası da ayrı konu. :D
[Hemen örnek: Standart fizik yüzyıllarca Newton sayesinde kütle çekimini bir "kuvvet" (makronun dört temel kuvvetinden biri) olarak kabul etti. Her teoriyi bu düşünce üzerine bina etti. Ama kütle çekiminin kuvvet-muvvet değil, uzay adlı "kumaşın" bükümleri olduğu ortaya çıktı.
Bildiğim kadarı ile yerçekimi, orta ve lise düzeyi ders kitaplarında hala kuvvet diye geçiyor o ayrı. :DDDD
]
" tün ay din daba dun"
Şu anda saat sabah 06:30, bu yüzden Gün AY ding donnggg. :)