YANIT
Yanıta geçmeden biraz gevezelik edelim.
Bir klasik roman vardır: “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”… Remarque’ındır. (Kendisine ve sevenlerine saygım sonsuz; ama çocuğum olsa -kimse darılmasın, birçok klasik “eser” gibi- okutacağım bir kitap değildir.) Bizim zamanımızda adı “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”tu… Bu romanın adı ile başlayayım yanıtıma:
Garp cephesinde yeni bir şey yok.
Yani evren adlı makrokozmosta yeni bir şey yok. Yeni bir hastalık (sorun) olsa da, yeni hiçbir şey yok. Olağan bir süreçte yaşamayı sürdürmekteyiz.
Hemen sözlerimi kanıtlıyorum:
“Deli dana”yı unuttunuz mu? Aramızda “Bakalım ne zaman deli balık başlayacak?“ derdik.
Sonra “Kuş gribi”ni? Evde, penceremin önünde baktığım -eşleri ile gelen- kargaları, pervazda çiftleşecek kadar mekanı evleri gören güvercinleri biraz tedirginlikle beslemeye başlamıştım.
Ondan sonra ne vardı? Hatırladım: “Kanlı kene” miydi, neydi? Arkadaşlarla sürekli gittiğimiz doğa pikniklerinde toprağa oturamaz olmuştuk.
Hatırlayan azdır sanırım; 1970 yılında bir de kolera salgını olmuştu. Epey ölen oldu. Korunma önlemi olarak eller mor, pis kokulu bir sıvı ile yıkanırdı. Herkes sıra-sıra aşıya gitti... bendeniz aşı olurken sağlık ocağının ortasında (muhakkak ki sıcaktan;-)) düşüp bayılmıştım. :D
Geldiler, geçtiler…
Daha kötüsü: Depremler oldu… Kusura bakmayın ama bu yeni virüsten çok daha ürkütücü idi. Birçok insan yaşadığım evin hemen önündeki boş alanda yattı bir yaz boyunca. :)
Unuttuk gitti.
İyi de oldu.
Çünkü olması lazım olan davranış buydu.
Bu seferki de tabi ki kritik bir durum… Çok eşlilere… ;) Gezip tozmayı sevenlere…
Şaka ediyorum; ama şurası doğru: Zor bir durum, belki de biraz daha zor günlere beyni hazırlamamız gerek. Ama geçecek. Bitecek… Ve de yenisi gelecek. :)
Bu makrokozmos dinamiğini -üzülüp yerlere serilseniz de, sinir krizi geçirseniz de, moda ruh hastalıklarından birine tutulduğunuzu kendinize inandırsanız da- değiştirmezsiniz. Bir zor gün gelecek, bir güzel gün… Can sıkıcı durumların kaçınılmaz olması kadar, keyif dolu günlerin de kaçınılmaz olması kaderdir. Moralinizi bozmayın. Elem, kedere gömülmeyin. KENDİNİZİ ŞANSSIZ SANMAYIN.
Hastalıktan korunmak adına alınacak ilk önlem budur.
Sorunuza gelelim: Nasıl korunur bu son versiyon sorundan?
Uzmanlardan öğrendik. Hepimiz gereklilikleri eksiksiz uyguluyoruz.
Ancak ana önlemi siz sorunuzda söylemişsiniz: Korkmamak ana çözüm. Bir insan bir şeyden korkmadan da önlem alabilir. Eğer önlemleri aldıran korku ise, alınan önlemlerin gücünün yarı-yarıya azaldığı bilinmelidir.
Bu sözlerin nedenlerinden de basitçe söz edeyim:
QFT’ye göre her şey alanlardır. (Elemantal parçackıları meydana getirenler bile…)
Buraya dek bilim…
Pseuda-science’a göre (gelin, buna okültizm diyelim) bu alanların bazıları negatif (insan doğasına/rahatına, ikisi zaten aynı şey, ters yönlü), bazıları pozitiftir.
Yine bilim:
ETC’a göre beyinde de QFTnin söz ettiği alanlar vardır ve unlar “bizi biz” yapan bilinci meydana getirmektedirler.
Bir kez daha psuedo:
Alanlar, fizik alanlar oldukları için, rezonansa gireceklerdir. Yani beyin alanı ne ise (pozitifse pozitif, negatifse negatif), benzer alan ile (PE ya da NE ile) senkronize olacaktır.
PE, kişiyi korur, bölünmeyi engeller; NE böler, yani zarar verir.
Korku ise en birinci beyin negatif alanıdır.
Sanırım bundan fazla açıklamaya gerek yok.
Yani evet; korku, kesinlikle belayı davet eder. O zaman slogan şu olmalıdır:
Önlem al ve unut.
Şimdi korunma önlemi olarak -korkmamaktan başka- iki ayrı ve bence çok süper korunma önlemi paylaşacağım. Bu önlemler en çok evden giderek az sayıda çıkmamız gereken günler gelirse etkin olmalılar... Belki bir daha soru gelmez; şimdiden söylemek istedim.
1- “Fırsat bu fırsattır” diyerek, evi kıyı bucak temizleyin. Her gün bir yeri ele alın. Pervazları, elektrik anahtarlarını, mutfak, hatta banyo fayanslarını silin, eşyaları çekin, arkalarını temizleyin, gardrobu boşaltın, giysileri havalandırın, çekmeceleri de… Bu önlem hastalıklara karşı -soruna iki taraftan saldıran- harika bir koruyucudur: Hem mikrop temizler, hem de PE celp ederek bağışıklık sistemini güçlendirir.
2- Adına ister spor yapmak deyin, ister bizim zamanın lafı ile “jimnastik yapmak”, evde belli süreler aşırı aktif olun. Bu gerekliliği en iyi mahpushane kuşları bilir ve adına “volta atmak” derler. Ünlü Tatar Ramazan filminde Kadir İnanır (Ramazan), bu olayın gerekliliği hakkında kısa bir söylev verir… :)
Hanımsanız (beyefendinin farkında değilmiş, kendi dünyanızdaymışsınız gibi, hatta onun yanında değilken) don sutyen ile açın müziği zıplayın, birkaç -içinizden gelen, belki saçma sapan- hareket yapın. Hatta önerim: Müzik eşliğinde yatağa çıkın, inin, yani yükselin, alçalın… Bence beyefendi 3. veya 4. gün meraktan çaktırmadan gelip kerteriz edecek, sonrası size kalmış. ;-)
Erkekseniz after shave’inizi sıkın, atlet-slip ile salonun ortasında birkaç sit-up, push up… Mobilyaları kullanarak “parkur sporu” yapın. Parkur sporu (Parkour) nedir bilmiyor musunuz? Çok yazık… Hemen internetten araştırın ve bence “sevdiğiniz sporlar listesi”ne yeni bir spor dalı ekleyecek olabilirsiniz. (Free running’i da unutmayın.) Hayır, palavra atmıyorum. Uzun süreli bir “evde kapalı kalma” sürecinde beni ruhen ve bedenen ayakta tutmuş bir çözümdür bu. Metal yatak demirlerini (artık sadece eskicilerde kaldı bu yataklardan) trapez gibi kullanmıştık. (Mali; iki iskemleyi yanyana koyup birinin altından emekleyerek geçip, diğerinin üzerine çıkıp yere atlamayı, sonra geri dönüp aynısını tekrar etmeyi öneriyor. Bizim ofis koltukları buna uygun, ama evdeki iskemlelerle yapılır mı bilemem. Hanımları, anneleri de parkur yapıcam diye çıldırtmayın.:) ) Ufaktan başlayın… kolay ilerleyeceksiniz.
Biriken enerjiyi muhakkak boşaltın, enerji çökmüşse müzik ile kendinizi tetikleyin.
Bu önlemleri yalnız yaşayan kişiler çok daha rahatça (rahat çıldırarak; “ay kocam/karım/annem/babam/dayım/halam/ev arkadaşım ne dedi?” demeden) yapabilirler.
Açın interneti, oryantal öğrenin; alın alet edevatı, evde (pervazlara) barfiks takın (ben yapmıştım fi tarihinde :).
Yaratıcı olun!
Miskin miskin oturan, kaderine lanet eden, hastalığa yaldızlı davetiye yollar.
Spor, ya da jimnastik ailece de yapılır… Bu zor günler, güzel bir eğlenceli ortamın ilk harcını bile atabilir. Daha aerobik bile yokken, ne areobiği, taş plak devrinde, bebeklerini Strauss valsleri ile kucaktan kucağa geçiren iki arkadaşımız vardı, toprakları bol olsun (bizim dünyanın sözü ile: “Diğer alemde keyifleri gıcır olsun”).1
Evinizi ve/veya birbirinizi yeniden keşfedin. Aile ile sınırlı yepyeni bir dünya kurun… Kim bilir? Belki de bu güzelliğin, moda “sosyalleşmek”ten daha doyurucu ve rahatlatıcı olduğunu fark edecek olabilirsiniz.
Tanrı aşkına internet ya da TV başında mıhlanıp “gündemi takip ETMEYİN”, haber alın, kapatın. İllaki kitap okuyup, film izleyecekseniz -hatırım için- :D on beş gün boyunca sadece eğlenceli olanları seçin.
Yaratıcılık ve bedensel işlevsellik beyin gücü verir. Beyin gücü denilen şey PEdir. Sizi her şeye karşı koruyacak olan sadece odur. Siz ona, PEye, onu celp etmeye oynayın. Kendinizi yemenize neden olacak, beyninizde korku filmi gibi alanlar yaratacak "gündem"lere, kukumav kuşu gibi yapışarak bir halttan korunamazsınız.
Haberi alın ve uzatmayın! KAPATIN TELEVİZYONU! Camdan dışarı bakma alışkanlığı edindin. Bekarsanız, karşı pencerede cici insanlar ;-) olduğunu fark edecek bile olabilirsiniz. (Hayatımda yer etmiş iki kişi karşı pencere komşularımdı. Yani birbirimizi ilk olarak camda -camera anlamında değil, basbayağı camda/pencerede- görüp beğendik... işleri ilerlettik. İşlerin pek ilerlemediği karşı pencere ilişkilerim de boldur.) Ama tabi ki insanları tedirgin/rencide ederek, özeline girerek, NE celp edip, var olan kısmetinizi de sıfırlamayın.
Özetle: Krizi kâra çevirin. Uyanıklar, en büyük kârların kriz anlarında elde edileceğini iyi bilirler. Herkes batakken, onlar servet elde ederler. Uyanık olun, pesimist değil. Bu kriz süreci de bir dolu fırsatı beraberinde getirmekte. Evi temizlemeye başlamak, yeni sporlar icat etmek, jimnastik yapmaya başlamak, ailece birlikte -müzik eşliğinde elden ele bebek geçirme- benzeri oyunlar yaratmak kâr değil mi? Mum ışığında flört etmenin, hatta sadece oturmanın değeri ne yazık ki sadece elektrikler kesilince ve sinir içince mum yakılınca fark edilir.
Tüm bunları -insan olduğunuz için- yapacak gücünüz bol-bol var… Gücü AKTİVE EDİN. Eğer gücümüz olmasa, göklerdeki hazret bu kadar uğraşır mı bizle? Kendi haline bırakır, “bu salaklar ne olsa bana gelir” der… Oysa ne yapıyor? Canını dişine takarak, plan üstüne plan yapıyor, üçkağıt üstüne üçkağıt açıyor, bizi çekmeye uğraşıyor…
Ama yağma yok. 10.000 yıldır başaramadı, başaramayacak. Burası bize, insanlara, hayvanlara, bitkilere, taşa-toprağa (onların da alanı var) ait…
O zaman ne diyoruz?
Sorunlara selam, yaşamaya devam…
Meraklanamaya gerek yok… çünkü garp cephesinde yeni bir şey yok.
(Son bir şey geldi aklıma: Sıkıldıkça "Janus Kimdir?" sayfasındaki sizlere armağanım parçayı -müziğin sesini açıp- dinlemenizi/söylemenizi de öneriyorum.)
Bu sözleri söylememe aracı olan sorunuz için çok teşekkürler... :)
DİP NOTLAR
[1]
Taş plak dedim; böylece taş plak zamanından kalan bir pinpon ihtiyar olduğum da ortaya çıktı. Evet; o devirlerde plaklar eski LPlerin boyutlarında ve taştandılar. Yere düşünce parça parça olurlardı. Dahası; bu plakları çalan aletler, gramofonların bir yeni versiyonları (ben, dev bir deniz kabuğuna benzeyen hoparlörü olan devre yetişemedim), tek bir plağı, tek bir iğne ile çalarlardı. İkinci plak için ikinci iğne takmak gerekirdi. Bunlardan sonra transistörlü aletlere geçince iğnelerin durduğu kutular genelde dikiş kutularında topluiğne kutusu olarak yer aldılar. Bizim evdekini görüp “A! Ne güzel, nereden buldun bu antikayı?” diyenlere “Anneannemden kaldı” derdim. ;-)