YANIT
Sorununuz, en yaygın problemlerden biridir. Bu yüzden kendinizi şanssız görmek düşebileceğinizi büyük hatalardandır. Söz konusu durum, gerçekdışı bağlılıklara yönlendiren ataerkil kuralların bir sonucudur. Olağan akışa engel olan, dert yaratır. Aşağıda bu konuda konuşacağım.
Anlaşamayan, ya da geçimsiz kimselerle bir arada yaşamak zorunda kalan kişilerin (örneğin boşanamayan eşlerin ya da yaşlı ve geçimsiz bir akrabaya bakmak zorunda olan insanların) atmaları gerekli ilk ve zor adım beyin elektrik yapılarını, thought pattern’larını yeni baştan düzenlemelerdir.
Bu adım ise söz konusu kişiyi önemsememeyi başarmakla ilgilidir.
Bir insan -darp, cebir, şiddet uygulamıyorsa- sadece tavırları ile rahatsızlık yaratıyorsa, yarattığı duygunun nedeni yaptıkları DEĞİL, rahatsızlık duyan kişinin bu kimseye verdiği önemdir. İnsanların bizim üzerimizde gücü olmaz, bunu onlara biz veririz.
Gelen sanal saldırıları engellemek için yapılacak en kötü şey, saldırılara saldırı ile karşı koymaktır. Yani yaygın inançla “ezilmemek için saldırmak” ya da moda tabir ile “sustukça sıranın geleceğine inanmak” ataerkinin en büyük tuzaklarındandır. Tabidir ki karşı koymanın gerektiği durumlar da vardır; ancak bu durumlarla karşılaşma olasılığı sanılandan azdır. Gereksiz yere karşı koymak (örneğin kırılmaya ya da öfkelenmeye neden olan bir söze, söz ile yanıt vermek), size doğru hızla seken bir topa aynı güçle vurmaya benzer. Bu benzetme bana ait değil, dostu olma ayrıcalığına sahip olduğum prof. Yıldırım Aktuna’ya aittir.
İnsanlardan somut darbeler almak ile geçimsiz insanlarla aynı ortamda (belki işte, meslek ortamında) bulunmak zorunda kalmak farklı şeylerdir. Somut darbeler varsa, ortama ve şartlara göre çözüm aranır. Bazen geri gidilir, bazen ileri… Tek bir kural/doğru yoktur. “An”a göre davranış modeli saptanır. Öfke ve korku yoksa, ya da sıfırlanabilirse, genelde an’a özel çözüm sezilir.
Darbeler sanal ise, yani reel değilse, sübjektif ise, o zaman yapılması gereken söz konusu insana verilen değeri sıfırlamaktır. Yanlış anlaşılmak istemem: Annenizi değersiz bir insan olarak görün demiyorum. Çok değerli insanlara da, değerli oldukları fark edilerek, hatta bir ölçüde yakınlık duyularak DA (dahi) içten içe ÖNEM VERİLMEYEBİLİR. Verdiğiniz önemi geri aldığınız insanların hatalı davranışları sizi bir süre sonra etkilemeyecektir.
Yani ilk hatanız annenize verdiğiniz aşırı önemdir. Anneniz hanımefendi gibi kişiler bilincine varmaksızın -genelde ürkütücü ve yıldırıcı- davranışları ile birlikte oldukları insanlara kendilerini önemsetirler. Ataerkil toplumlarda korku ve tedirginlik yaratmak, önemsenmenin bir yoludur. :)
Ayrıca, ataerkinin insanlardan gizlediği bir diğer durum, bir insanın anneniz oldu diye mükemmel olması gerektiğine inanmaktır. Beyinlere perkitilen “kutsal/hatasız anne” inancı çok acı verici sonuçlar yaratabilir. Oysa ebeveynler katil de olabilirler, anarşist de, bir fahişe de, bilgin de, politikacı da… Buna siz belirleyemezsiniz. Onu, mükemmel (kendi kalıplarınız göre mükemmel, örneğin iyi, duygusal, özverili, anlayışlı bir kadın) olmadı diye suçlayamazsınız. Karşınızda sadece kendi olan bir insan vardır ve bu -kabullenilmesi zor olsa da- onun hakkıdır. Tabidir ki ebeveynler evlatlarına bir süre korumak ve yetiştirmek zorundadırlar… ama bu geçicidir. Bir süre sonra ebeveyn, belki de sakınılması gerekli bir yabancıya dönüşebilir. Evrenin olağan bir yasasıdır bu. Ataerki, söz konusu işleyişe -elde edilemeyecek romantizmler katarak- çomak sokar.
Sizin durumunuzdaki kişilerin genelde düştükleri hata aile ortamının mutlak kutsallığına (belki içten içe) inanmalarıdır. Kutsallığı kurallar değil, şartlar yaratır. Bana darılacak insanlar olabilir, ama aileye aşırı önem vermek bütünü ile ataerkildir. Aile, insanları yaşama hazırlayan bir fabrikadır. Ürün tamamlanınca işlevselliği son bulur. Yine yanlış anlaşılmamak adına ekleme yapayım: Tabidir ki insanlar muhteşem ilişkileri en kolay aile ortamında YARATABİLİRLER. Ancak bu durum SONRADAN, karşılıklı özveri ile taraflarca İNŞA EDİLİR.
Şu nokta da önemlidir. PE celp etmenin bir yolu da sorumluluk adlı duyguyu SEVEREK VE İSTEYEREK üstlenmektir; çünkü evrendeki -insanlar arası ilişkiler- sorumluluk duygusu olmazsa felaket yaratırlar. Sorumluluk, olumsuzu seçme şansı olan insan beyni ile var edilen yaşamı pozitive etmenin en gerekli yollarındandır. Bu yüzden ilk başta ebeveynde olan görevler, giderek evlatlara geçer. Yaşlı ve giderek acizleşen bir insana destek verme arzusu -sanılanın aksine- pek çok insanda yer alan bir duygudur. Yaşlı kimse, birlikte yıllar geçirilmiş bir kişi olduğu için bu duygunun güçlenmesi de doğaldır; ama hala da arada büyük bir duygusallığın varlığı şart değildir. Anılan destek vermenin gerisinde ise sorumluluk duygusu bulunur. Baskı altına alınmadığımız sürece çoğumuz sorumlu kişilerizdir. Sorumluluk duygusundan kaçma nedeni, sorumluluk diye yüklenen görevlerin yaşamaya engel olacağından korkulması, yani hayatta kalma tepkisidir.
Kısaca; geçimsiz insanlarla birlikte olmak zorunda kalan kişiler öncelikle bu kişileri gereğinden fazla önemsememelidirler. Önem verme katsayısı düştükçe, sanal ataklardan etkilenme oranı bu katsayıya paralel biçimde düşecektir.
İşin ikinci merhalesi bundan sonra başlar: Karınızdaki kişi sanal önemini yitirince, onun darbelerine gerektiği biçimde durdurmanın (belki de “dur” demenin) yolunu saptamak mümkün olmaya başlar. Kişi -korku ve öfkesini yendikçe- giderek belirleyici olmaya, çığırından çıkmış ortamı düzenlemeye, eylem alanlarını kişilere hak ettikleri gibi pay etmeye, ters bir benzetme olacak ama söylemek istiyorum “hatalı davranan bireyleri terbiye etmeye” koyulur.
Hatalı davranışlara set çekmenin en kolay yolu araya mesafe koymak ve karşı darbeyi KESİNLİKLE SÖZCÜKLERLE DEĞİL, tavır ve beden dili ile atmaktır.
Örnekleyelim: Yanlış katlanan peçete için ses yükselten, ya da kırıcı kelimeler kullanan kişiye soğuk bir bakış ve ardından yanıt vermemek ilk adımdır. Zaman içinde tavır tekrarlanırsa bakışın süresi, susma miktarı uzar, yüze olumsuz bir ifade verilir. Karşı taraf yine anlamaz ise sessizce (ezik bir beden dili ile olmadığı gibi, kavgacı bir kabarma ile de değil) normal ama uzak bir beden dili ile sofra terk edilir. Terk etme, uzakta kalma, hatta gerekirse sofraya oturmama, bir süre -gerekli soruları yanıtlayarak, sessizlik yemini etmiş gibi OLMADAN- kişi ile konuşmayı en aza indirmek diğer merhalelerdir. Bu davranışların tümü cezalandırmadır. Cezalandırma miktarı giderek -MAKUL ÖLÇÜLERDE- arttırılır. Sonuç yine alınmazsa AZ VE ÖZ şekilde soğukça rahatsızlık kelimeleştirilir ve alınacak yanıt ile KESİNLİKLE ağız dalaşına girilmeden ortam terk edilir.
Bilmem stratejiyi anlatabildim mi? Mesafe ve uzaklaşma cezası, doğru ve ölçüsünde kullanılırsa bazı olumlu etkiler yaratacaktır.
Özetle: Anneniz ile yeni bir ilişki kurmaya başlayabilir, onunla aranıza mesafe koyar, onu önemsememeyi, kavga etmeden ağırlığınızı koymayı, gerektiği kadar yönlendirici olmayı başarabilirseniz; birlikteliğinizi rafine edecek, kendi açınızdan rahatlayacak olabilirsiniz.
Şimdi eleştiri oklarımı biraz size yöneltmem gerek; çünkü sorunlarda ASLA "kesinlikle hatasız olan taraf" yoktur. :)
“hayata karsi olan kini tüm ailemizin huzurunu, mutlulugunu mahvetti. Annem hayatlarimizin nesesini çaldi ve ben bu neseyi nasil geri kazanabilirim?”
Beyninizde, sizde bu inanç kalıbını yaratan (size bu sözleri söyleten) beyin elektriği varken, aklınızdaki en ideal anne modelinin yaşamınıza ışınlasalar duyacağınız rahatsızlık aynı olacaktır. Doğru, belki artık acı kaynağı anneniz değildir, ama önceki olayın verdiği şiddette rahatsızlık ve acı yaratacak bir unsur hayatınızda daima yer bulacaktır… çünkü bunu celp eden sizsiniz. Bu mekanizmayı tersine çevirerek feed back yapmak mümkündür. Yani eğer bu düşünce kalıplarınızı, bu düşünce şeklinizi değiştirebilirseniz (örneğin yaşadığınız acılar yüzünden insanları ya da şartları suçlamaktan vazgeçebilirseniz, bu sorunların HER insanın yaşamının bir parçasında yer aldığını ve OLAĞAN olduklarını kabul edebilirseniz, kendinizin özel bir şanssızlığa sahip olmadığınızı algılayabilirseniz, olaylara bu düşünceler temelinde tepki verirseniz) şartlar da kendi kendine zaman içinde değişecektir.
Örneğin içinde olduğunuz durumu ifade ederken “mahvetti” ve “çaldı” benzeri sözleri kullanmanız, hayata çok hatalı bakışların (yani negatif elektriğin) varlığının bariz bir göstergesidir. Düşünürken ya da duygularınızı ifade ederken olumsuz ve abartılı ataerkil anlayışlar katmak; yaşamı olumsuz yorumlamak, tarafsız olamamak, evren akışını bilmemekten kaynaklanır.
Bu yüzden cümlenizi izninizle pozitive ederek nasıl düşünmeniz gerektiği hakkında bir örnekleme yapayım:
“Annemin hayata karşı olan kaygılı ve öfkeli tutumu, ailemizde doğal olarak sorunların yaşanmasına ve gerginliklere neden oldu. Annemin ailemizdeki olumlu havaya istemeden hasar verdiğine de inanıyorum.”
Biraz daha devam edeyim:
“Onu, yaşadığım olumsuz olaylar yüzünden fazlaca büyüttüm. Bu da öfkelenmeme neden oldu. Ancak o da acı çeken biri olabilir. Sergilediği olumsuz kimlikte olan herkes acı içindedir gerçekte. Yine de bu benim suçum değil ve sorunları ile tek başına başa çıkması gerek. Bundan sonra aile ortamında soğukkanlılığımı elden bırakmadan, sadece somut konularda biraz daha yönlendirici ve belirleyici olmam gerek. Bunun dışında annemden uzak durmaya da kararlıyım.”
Eğer alanınızı farklılaştırabilirseniz, sonuçta fotonlar size yukarıdaki cümleleri kurduracaklardır.
Ancak alanınızı değiştiremiyorsanız, buna gücünüz (enerjiniz) yetmiyorsa, kelimelerinizi değiştirerek elektriği etkileyebilirsiniz. Bir diğer deyişle önerdiğim cümleleri kurarak düşünmeye çabalarsanız, yitirdiğiniz neşenizin yavaş yavaş geri geleceğini görecek olabilirsiniz.
Kulağınızı son kez çekeyim:
“annemin bütün sorunlarini, bütün dertlerini (çogu, yillar sonra onun abartmasi çikti) yüklenmis ve bu yüzden kendi hayatini yasayamamis birisiyim. Ben bu hayata kendi sarkimi söylemek için gelmistim, simdi ise benim olmayan bir müzigin, bana ait olmayan notalarini 31 yildir çaldigimi fark ettim ve çok öfkeliyim.”
Sizin durumunuzda olan milyarlar var; bunu nasıl görmezsiniz? Yaşadığınız durum, kusura bakmayın, hiç de önemsenecek bir şey değil. Ben de çok baskıcı bir ailede yetişip genç yaşımda -aile mirasını ve köklü adını geride bırakıp- evden kaçmış, çöpten yemiş (gerçekten) biriyim. Şimdiki aklım olsa, size önerilerimi yerine getirir, bu yaşımda varoşta (yanlış anlaşılmasın, yaşadığım çevreyi, buradaki insanları, komşularımı, kendi kültürümdeki kişilerden belki de daha çok :) seviyorum) değil, yalıda yaşıyor olurdum. Aile, sadece çocukken engelleyici olabilir. Erişkinlikte doğru bilgilere ulaşılabilmişse, kararlılık varsa, gereklilikler yılmadan uygulanabiliyorsa yepyeni -ve birlikte- bir hayata imza atılabilir. Önce olayı büyütmeye son verin ve anlamsız öfkenizi sıfırlayın. Sonra yeni sayfayı açın ve kolları sıvayıp yeni kurallarla bir kez daha kaderi yazmaya koyulun bakalım.
“Her gün uyanir uyanmaz ilk yaptigim sey sizi okumak oluyor”
Çok teşekkürler. :) Buna inanıyorum; çünkü ziyaretçi sayısı görece düşük bir site olsak da (ki, kesinlikle böyle kalmak istiyoruz), sayfalarda kalma (yazılanları okuma) sayısı çok, çok yüksek ve giderek uzuyor. :) Sizin nezdinizde herkese teşekkürler!
“Kendinize lütfen iyi bakin, bize lazimsiniz:)”
Harikasınız! :) Bir kez daha teşekkürler.
Bu güzel sözlere buz gelecek bir yanıt vereyim:
-
Beyinde eğlenceli, şen, heyecan ve yaşama (bilgiye değil, hayatın kendine) merak dolu, coşkun bir beyin elektriğiniz varsa;
-
dengeli yaşamaya ve beslenmeye biraz olsun özen gösteriyorsanız;
-
korku, acı, öfke duyduğunuz DEĞİL, duymaya başladığınız saniyede ortamdan (düşünceden) “millet ne der” kaygılarından silkinip, tabanları bir güzel yağlayarak fertiği çekiyorsanız, yeri geldiğine saniye duraksamadan "adioss", "bysss", "arrivederci", "auf wiedersehen"i basabiliyorsanız
birileri size bakıyor. Özel önlemlere hiiiiiiiiç gerek yok.
Ancak tabidir ki, gün gelecek ve bir departmanımız su koyuverecek... verecek ki ölebilelim! :D
Mesajların uzun olması yönünden kaygı duymayın, tersine, ne kadar uzun olursa, o kadar daha fazla bilgi edineceğim için, daha işe yarar sözler edecek olabilirim. Ayrıca “Nutuk atar gibi” ne demek? Duygularınızı ifade etmiş olmanızı geçelim; beni onurlandırmışsınız. Bu durum, sadece bizi dikkatle izliyor olmanızı değil, düşüncelerimizi bu kadar iyi anladığınızı gösterdiği için hepimizi mutlu etti.
Ayrıca nutuk atmak istiyorsanız, lütfen atın.
Düşüncelerimize ters yönlü görüşlere bize inandırma gayreti ile yazılan mesajlar dışında (ki, gerçekten on-line olduğumuz beş aktif yılda bu çeşit mesaj sayısı on taneye ulaşmadı) her şeyi okuyoruz ve yanıtlıyorum.
Düşünce sistemimize değer verip soru yönelttiğinizi için de teşekkürler ederiz.