YANIT
Çocuk istismarı ve baskıcı aileler iki farklı konu… İkisini hakkında ayrı ayrı konuşmak gerek.
Çocuk istismarı çocuk üzerinde yıkıcı sonuçlara (tabidir ki eğer zorlama yoksa) kültürel yönlendirme yüzünden neden olur. Kız çocuklarının cinsel erişkinliğe ortalama 12 yaşında ulaştıkları bilimsel bir gerçektir. (Müslümanlık, bu konuda da paganizme paralel görüşleri savunur. Evlilik yaşı -çağdaş olarak nitelenen kültürümüzün kabul edemeyeceği kadar- düşüktür. Gelişmişlik ve refah düzeylerinin mükemmelliği ile tarihe geçmiş anaerkil uygarlıklarda, örneğin Babil’de, Lidya'da, evlilik olmasada da, cinsel ilişki yaşı görece küçüktür. Herodot bu konuda Tarih adlı kitabında -örneğin Lidya hakkında- bilgi vermektedir.) Zaten çocukların pek çoğu kendi aralarında cinsel içerikli oyunlar oynarlar ve bunlar kişiliklerinde -değil yıkıcı sonuçlara neden olmak- yapıcıdırlar bile…
Bu sözlerimden çocukların erişkinler tarafından cinselliğe zorlanmasının doğru bir şey olduğunu düşündüğüm sonucu çıkmasın. Taciz (zorlama, bir diğerinin EM veya sosyal/özel alanına müdahale), anaerkide en ürkütücü (NE celp edici) yanlışlardandır. Bu hatayı gelişmekte olan bir bilince yapmak misli ile yanlıştır. "Çocuk yaşta geleneksel evlilik yapma" (çocuk gelinler) ise -bence- bütünü le hatalı bir olaydır: Toplumda "norm" olarak dayatılan geleneksel evlilik kurumu (hele ki Hıristiyanlıktakine benzer şekilde boşanmanın yasaklandığı model), doğadışı (hatta evren dışı) bir ortamdır ve bazı erişkinlerin karakter yapısına uygun olsa da, diğerlerinde yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Gelişim sürecindeki bir bilinci erişkinlerin taşımakta zorlandığı bir kuruma yönlendirmek, belki de gerçek anlamı ile istismar etmek anlamındadır.
Çocukluğunda taciz şanssızlığını yaşamış kişi yüzleştiği olayın bir felaket değil, hayat adlı dokuda kaçınılması imkansız olan can sıkıcı olaylardan biri sayılması gerektiğini kabul etmeyi becermelidir. Aynı kişi, çocukluğunda (belki de öğretmenlerinden) korku duymasına neden olan davranışlar gördüğünü, ama bunları bile çokluk travmalar biçiminde algılamadığını anımsanırsa yaşadığının felaket olmadığı noktasına gelebilir. Kişi daima beyninde yeni alanlar (yeni inançlar) yaratabilir; beynine farklı bilgileri yerleştirebilir. Örneğin, ataerki tarafından “travma” diye havalı adlar takılarak önemi katlanan olayın, münasebetsizin biri yüzünden saçma sapan bir durum yaşamaktan öte manası olmadığını beynine öğretebilir. Tacizciyi hoş görmeden yaşadığını farklı bir serüven şeklinde düşünebilir (serüvenler hep tehlike içerirler), hatta bu deneyimi yaşamış olmanın kendisine -hayatı tanıma açısından- diğer kişilerden üstünlük vermiş olabileceğini öğretebilir. Seks duygusunun olaylarla yok edilemeyeceğini, yaşadığı tatsız olay sonrasında güdüsünün azalma nedeninin “yaşadığı travma sonucunda seks güdüsünün azalacağı” bilgisinin beynine sokulması yüzünden olduğunu öğretebilir. Seksin yolunda-yönteminde yapıldığında sadece eğlenceli değil, sağlık verici bir şey olduğunu öğretebilir. Ve en önemlisi: Seks güdüsünün arttırılabileceğini öğretebilir!
Beyin her şeyi öğrenir.
[İlk Çağlarda Lidya’da “olağan bir şey” şeklinde yaşanan durumu travma olarak yorumlamayı nasıl öğrenmişse; yaşadığı taciz olayının (zorlama yoksa) dehşet verici bir durum değil, bencil dangalağın birinin kendini bilmezliği ve arsızlığı olduğunu öğrenebilir. (Olay, çocuk açısından travma olmasa da, erişkin açısından -yasaları geçelim- metafizik ortamda bile suç denilebilecek bir davranıştır. Davet yoksa, seks teklif etmek NE celp eder. Bir çocuğun, bir erişkini bilinçle sekse davet ettiğini düşünmek anlamsızdır bence.)]
Şimdi asıl sorunuza gelelim.
Geçmişte yaşanan bazı olaylar yüzünden cinsellikten uzak duran kişilere ne söyleyebilirim?
Şunu söyleyebilirim: Bireyin kendinden başka hiç kimse, hiçbir kurum cinsel arzuyu engelleyemez. Eğer bir azalma varsa, kişi ya yaşadığı olumsuz olayı bahane ediyordur, ya da kendisine yaşadığı olayın bir felaket, bu felaketin de cinsel duyguları ketleyeceği belletildiği için beynine bu mesajı veriyordur.
Gelin, önce biraz seks hakkında konuşalım; böylece bazı bilgileri size daha kolay aktaracağım.
Seks, pek çoğumuzun yaptığı, yaptığını sandığı şey değildir. Seks, hayata bir bakış şeklinin birlikte getirdiği bir yan üründür! Yani asıl önemli olan (ya da seks adına elde edilmesi gerekli hedef) o çeşit hayata bakış şeklidir.
Söz ettiğim bakış varsa seks olmasa da olur (ama seks olursa, her şey daha eğlenceli olur). Kimi kişiler seksten fazla hoşlanmazlar, kimileri iştahsızdırlar, bazıları az uyurlar… ama hala da hayata “o bakışları” varsa, kaliteli (PE dolu) bir yaşam sürebilirler. Belki eğlence/heyecan oranları biraz azdır; ama bu da bir felaket değildir. Önemli olan istediğini, ama gerçekten istediğini yapmaktır. İstediğini yapmak PE celp ettirir.
Seksin ne olduğunu uzaktan gördük… şimdi daha yakından bakalım.
Seks duyguları (partnerini canlı mastürbasyon ekipmanı olarak görmeyen kişilerin sahip olduğu anaerkil/gerçek seks duyuları), karşı cinsi iyi ve kötü yanları ile (olduğu gibi) sevmekle başlar. Tıpkı petin sevildiği gibi… doğanın sevildiği gibi… partilerin sevildiği gibi… Karşı cinsin yapısına/gerçeklerine yönelik sevgi, en azından yoğun bir hoşlantı, işin ilk adımıdır. (Bu nedenle beyninde "Kadın deniz gibidir, değişkendir, kadınları anlamak imkansızdır, kadın şöyledir-böyledir" benzeri kalıplar bulunan erkeklerin cinselliği gerçekten yaşadıklarını, hatta tattıklarını söylemek hayli zordur. Bu nedenle kadınların cinsel yetersizlikleri hakkında en fazla eleştiri bu kişilerden gelir.)
İkinci safhada pet, doğa ya da partiye duyulamayan bir heyecanı duyabilmekle sürer. Heyecan işin ikinci safhasıdır.
Üçüncü safhada tatmin vardır… doyma ihtiyacı vardır yani… Ama bu ihtiyaca -garip şekilde- doyurma ihtiyacı akompanye eder. Gerçek seks duyguları öyle bir kıvılcımdır ki, çılgınca bir an yaşanırken bile partnerin zevk alıp almadığı sorusu (insanca, insan beyin yapısına ait, yargılama/analizle ilgili bir beyin süredurumu) hep beyinde aktif kalır. Bu durumun nedeni, olayın temelinde tek olma gereksiniminin ve bu gereksinimin ancak iki tarafın tatmini ile gerçekleşeceği bilgisinin bulunmasıdır.
Bunlar öğretilemez. PE sahibi her kişi bunları bilir. Bir diğer deyişle, bu bilgiler PE tarafından aktarılır.
Ataerkide “seks” adı altında pespaye şekle sokulan duygu kombosu, cennetin en özgün, belki de mutluluktan bile temel olan vibrasyonudur. Müslümanlık cennetinde cinselliği çağrıştıran (neredeyse kimsenin anlamadığı ve yorumlamak adına kafasına göre takıldığı) sözlerin yer alma nedeni yukarıdaki bilgiyi vermektir. Ama mesaj, erkek cinsinden bazı kişilerin genç kız bedeni düşkünlüğüne gerekçe şekline dönüştürülür, daracık bir aspektten bakılarak okunur. Ataerki dediğimiz NE, Müslümanlığı sanılandan çok daha yoğun etkilemiştir.
Andığım mesaj Yunan mitolojisinde çok daha iyi verilmiştir; çünkü Yunan mitolojisi Anadolu ve Yakın doğu uygarlıklarının yeniden, ataerkil kafa ile yorumlanmış halidir. Doğrudur; ataerkil kafa olaya dahil olduğu için yine çarpıtma vardır; ama temel hastır.
Yunan mitolojisinde evrende önce karanlık vardır… buna Khaos denir ve günümüzde kullanılan kaos sözcüğü ile ilgisi yoktur. Ardında Ana TAnrıça Gaia ve Eros -anne ve babasız, kendi kendine- ( protogenoi ya da protogenos ) olarak var olur. Eros ise bildiğimiz aşk değildir… bildiğimiz seks de değildir… Eros, yukarıda tanımlamaya çalıştığım seks sırasında -kenarından köşesinden- duyabildiğimiz, özü, hakiki hali cennette olan öncel evrene ait “bir şey”dir.
Ve hala da dünyada (evrenimizde) vardır.
Şimdi kendi kendinize böyle bir duygudan uzak kalmanın iyi bir şey olup olmadığını sorun. İyi olmadığını düşünüyorsunuz okumayı sürdürün. “Yok, o kadar da önemli değil, onsuz da yaparım” diyorsanız (bu da çok olağandır, ayıp bir şey değildir) o zaman gözlerinizi yormayın derim. Kendi yolunuzu zaten çizmişsiniz. Herkes rahat bırakılırsa kendine neyin iyi geleceğini bilir.
Seksi hayatınızda istiyorsanız porno izleyin, uyarıcı kullanın, daha güzelleşmeye çalışmaya koyulun diyeceğimi düşünüyor olabilirsiniz.
Haklısınız!
Ama bu düşünceniz doğru olsa da, eksiktir.
Sekse düşkün olmak DEĞİL, güzel bir seks hayatına -ödenecek bedelleri göze alarak- düşkün olmak yukarıda saydığım şeylere ek olarak, hatta daha fazla, yanıtımın en başında söz ettiğim hayata bakış ile olur.
Bu bakışa “pozitif bakış” diyebiliriz.
Bu bakış açısında (beyin elektriğinde) sorunlardan kaçmamak, halletmek adına korkunun üzerine gitmek, ama kesinlikle büyütmemek vardır. Kısa bir gözlem ile çözüme karar verdikten sonra üzerinde düşünmemek vardır. Acı, stres, elem, kaygı veren her şeyi (“aman efendim çok iyidir, pek değerlidir, acayip gereklidir” diye size kakalamaya çalışılan her şeyi), bir cengaver gibi hayatınızdan silmek vardır. Görev ve sorumluluklardan kaçmadan, TEMELDE neşeye, rahatlığa, heyecana, harekete, yeniliğe, coşkuya odaklanmak vardır. Sık sık gülmek, hareket halinde olmak, farklı olana selam çakmak vardır. Hayatla inatlaşmamak, gelen yeniliklerdeki gizli ödülleri görebilmek ve kabul edip teşekkür etmek vardır. Ciddi haksızlıklara uğrayınca kaçmamak, halletmeye çalışmak, saldırı büyük çaplı ise savaşmak vardır.
İşte, daha çok detayı bulunan ama kısa geçtiğim bu beyin elektriği varsa, yani var edilebilirse, düşünce modelleri (beyin EM alanları) değiştirilebilirse, HEM seks duyguları (gerçek seks duyguları, cennetten gelen seks duyguları) uyanacak; hem de celp edilen PE ile işler giderek rayına girecek, yani uygun partnerler ya da eşler “şıp-şıp” diye düşmeye başlayacaktır.
"Bu dünyada ümitsizliğe yer yoktur; çünkü her gün yeni bir mucizedir" cümlesinde zırnık romantik bir iyi niyet bulunmamaktadır. Bu sözler gizlenen bir bilgiyi en kuru şekilde dile getirmektedir. :)
Evrenin mucizelerine inanın. Ne istediğinize karar verin. Uğraşmaya başlayın. Siz bir adım atabilirseniz, güzellikler size koşarak gelecek.1 Ama ilk adımı sizin, tek başınıza atmanız gerek.
Benden de size teşekkürler...
DİP NOTLAR
[1]
"Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zira yaklaşırım, o bana bir zira' yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim." Buhari’dan alınan kutsî hadis (Allah’ın sözünün aktarıldığı hadis).