Kobe Bryant gibi dünyaca ünlü ve sok sevilen bir sporcunun genç yasta böylesine beklenmedik bir sekilde vefat etmesini eril anlayisa göre nasil yorumlanak gerekir? Tabi ki herkes her an ölebilir ancak o kadar basketbolcu varken böylesine trajik bir sekilde hayatini kaybeden baska bir örnek uzun yillardir olmamisti. Ayrica cesedinden kalanlar bulundugunda çok fena ve taninmayacak bir haldeymis.
Hepimizin bildigi üzere Bryant çok basarili bir basketbolcu olmasini asiri hirsina, disipline ve azme borçluydu. Kendisiyle ilgili hangi belgeseli açarsaniz açin sürekli en iyi olma, rekabet, kazanma, rakibini yenme gibi mesajlarin verildigini görüyoruz hatta bu muhabbet beni bir noktadan sonra öyle sikmisti ki bu tarz yapimlar klise ve birbirinin aynisi gibi geliyordu. Konuyu onun özelinden çikarirsak, asiri hirs ve egonun insanin basarisina ve genel olarak hayatina etkisi iyi veya kötü yönde kisiyi ekstremlere sürükleyebilir mi?
Vaktin için tesekkürler, saglikli günler dilerim.
YANIT
Yanıtlanmayan Soru Konuları linkinde belirttiğimiz gibi genelde kişiler hakkında yorum yapmıyorum; çünkü insanları tanımak kolay bir iş değildir. Yine de karine ile de olsa bazı şeyler söylemek adına Youtube’dan bir film izledim ve bazı fotoğraflarına baktım. Göz enerjisini yorumlarsak kendisinin "şevk ve heyecan içinde, meydan okumaları göğüslemeye hazır, coşku dolu biri" olmadığını söyleyebilirim: Benim aldığım enerji, onun baskı altında, gerçeğini sürekli gizleyen ve bariz bir bıkkınlık içinde olduğu yönündedir.
Şimdi izninizle Bryant’ı bir kenara bırakalım ve “ortaya” konuşalım.
Ölüm zamanının hayırlı ve iyi olması hakkında yorumda bulunmak doğru olmayabilir. Bu dünyada illaki uzun kalmanın iyi bir şey olduğu düşüncesi herkese uyarlanmamalıdır. Yine de eklemek isterim: Ölüm, araştırma konularımız içinde yer almamakta olsa da, bilincin ölüm tarihini belirleyebildiğine defalarca gerek kendi yaşamımda tanık oldum, gerekse bu konu hakkında birçok örneğe rastladım. Örneğin majikal (satanist eğilimli) T.. grubunun lideri N.G. öleceği tarihi astrolojik haritasında gördüğünü iddia ederdi. Tam da söylediği tarihte, bir ritüel esnasında yaşamını yitirdi. Trajik ölümler hakkında ise ne yazık ki aktarabileceğim bir bilgi yok. Söylediğim gibi; ölüm, araştırma konumuz hiç olmadı, gençliğimden beri merak ettiğim konular listesine girmedi.
“çok basarili bir basketbolcu olmasini asiri hirsina, disipline ve azme borçluydu. Kendisiyle ilgili hangi belgeseli açarsaniz açin sürekli en iyi olma, rekabet, kazanma, rakibini yenme gibi mesajlarin verildigini görüyoruz”
Dikkate değer başarılar kazanmak ve farklı olmak için bir ölçüde (yıkıcı olmayan ölçüde) hırs gerekli olabilir. Disiplin ve azim, eğer kişinin isteyerek sergilediği özelliklerse, farklılığın anahtarıdırlar. Negativiteyi yaratan bu kavramların kişiyi zorlama, yani onu bunaltma miktarıdır. Olağan sınırlarının dışına çıkmak, ya da farklılık yaratmak adına özveri şarttır. Gevşek adımlarla önemli ilerlemeler elde edilmez.
Ancak anaerkil kültürde farklılık yaratmak ve/veya moda tabiri ile “zirvede olmak” kesinlikle yüce bir erek değildir!
Olağan (hatta sıradan) olanlar, yani halk, anaerkide kutsaldır. Baba Tanrı’nın Yunan mitolojisine küçümsenerek “şarap tarısı” olarak sokulmuş hali olan Dionysos’un dini, halkın dinidir. Bize göre Baba Tanrı’nın modernize edilmiş hali ile var olan Müslümanlık bir eşitlik dinidir. Ekabirlere yer yoktur.
Koyunlar ve “koyun gibi güzel çimenliklerde geviş gitirerek” yaşayanlar denilebilecek insanlar (bu sözleri duyunca hakaret ettiğimi düşünüyorsanız, beyninizde ataerkil yönlendirme bulunabilir) eğer bu konumda rahatlarsa; mutlu, çevrelerine ve kendilerine hayırlı bireyler olabilirler. Yaşamda herkesin illaki büyük farklılıklara imza atması gerekli değildir. Başarı; farklı ya da üstün konumda olarak değil, İSTEDİĞİNİ -her ne ise- ELDE EDEBİLMİŞ OLMAKLA İLGİLİDİR. Olağan ve sıradan denilebilecek bir yaşamda mutlu olunuyorsa, bunu elde etmek adına gösterilen çaba, ya da bu konumda kalma gayreti (zirvelere ittirilmeye karşı çıkmak) da çok değerlidir.
[Bir süre önce, Youtube’da bodybuilding ile ilgili bir klip ararken Arnold Schvarzenegger’in bir konuşmasına denk geldim. Ardından sistem -benzer klip olarak- Denzel Washington’un bir konuşmasını gösterime soktu. Bu iki kişi “zirve” dedikleri bir şeye nasıl ulaşılacağını anlatmaktaydılar. İnanın; işittiklerim sonrasında ağzım açık kaldı! Kasılmış suratlar, öfkeli konuşmalar, ters bakışlar, içerikte dostluktan/sıcaklıktan eser bulunmayan jargon… Bence ataerkil kalplardan uzak durabilmiş ve/veya hayata pozitif bakabilen herkes “Zirve dedikleri yere bu ‘hava’ ile ulaşılıyorsa, buyursunlar, tepe-tepe kullansınlar, ben almayayım” demeden edemez.
Bu -insanları zirvelere ittiren, zirveyi elde edenin artık muhteşem bir varlık olacağına inandıran, gücü zirvede olmakla ölçen, yaşamdaki en büyük ereğin zirveye ulaşmak olduğuna inandıran- konuşmaları çocuklardan uzak tutmanın gerekli olduğunu düşünmeden edemiyorum. Amerikan kültüründeki bu zirve ve birbirini sollama tutkusu belki -neredeyse tümü altın arayıcısı, sömürgeci, çaktırmadan ülkeden uzaklaştırılmak istenen (sürülen) kanun adamı, hükümlü olan insanlardan meydana gelen- Amerikalılara çok muhteşem gelebilir; ama olağan insan yapısına, özellikle bizler gibi “çelebi” kimlikli bir soy olan Türkiye Türklerine, hiç uygun (hayırlı) olmayabilir. ]
Yine de kimi insanlar farklılık yaratarak mutlu olacak yapıdadırlar. Eğer bu ortamda rahatsalar, bunda da bir hata yoktur. Yenilik var etmek, olağandan başka türlü yaşamak, değişiklikler meydana getirmek, farklı bakış açılarını tanıtmak da güzel şeylerdir.
Doğrudur, farklılık yaratmak için önemli ölçüde özveri (kan/ter/gözyaşı şeklinde abartılan fedakarlıklar), yani kişinin sınırlarını zorlaması gereklidir; ama ekleme yapmak gerek: Süreçte rekabete yer yoktur! Bir sporcunun maç sırasında, rakip oyuncu ile rekabet etmesi doğal ve gereklidir; ama aynı oyuncu falanca oyuncu ya da takımı aşmayı (onunla rekabeti) yaşamına öncelik olarak almışsa NE celp etmeye koyulduğu söylenebilir. Yaşamda sadece kol-kola girmeyi hedefleyenler gerçek başarı (canlarının istediğini) ve keyif elde edebilirler. Yani insanlar istediklerini (eğer diğer insanları sollamaya çalışmak amacını güdüyorlarsa) elde etseler bile rahat, mutlu, şen, keyifli, doyum dolu olamazlar.
Başarıya giden yolda “rakiplerin” DEĞİL, “diğerlerinin” neler yaptığı, ne ürettiği tabidir ki incelenebilir. İlerlenecek evrede gözler kapalı yol alınmaz. Ortam tanınmalıdır. Ama bu inceleme ile diğerlerinin önüne geçmek, hele ki üstüne çıkmak adına planlar yapmak farklı şeylerdir. Aşılacak TEK BİR HEDEF vardır; o da kişisel performanstır. Zaten hiç kimse üstte ve önde olarak nitelenen konumlarda ilelebet kalamaz. Böylesi bir arzu, sadece çocuksu ve yaşam dinamiklerinden habersiz beyinlerin ülküsüdür. Öne çıkışlar tabidir ki hoş ödüllerdir. Ama daima süreleri kısadır. Zaman zaman geride kalmak son derece doğal, hatta hayırlı bir durumdur.
Sözlerim kesinlikle Bryant hakkında algılanmamalıdır. Onun hakkında konuşmak adına onu yakından tanımak gerekir. Ben sadece genelgeçer doğrular olarak ifade edilebilecek yaşam kurallarından söz etmekteyim.
“asiri hirs ve egonun insanin basarisina ve genel olarak hayatina etkisi iyi veya kötü yönde kisiyi ekstremlere sürükleyebilir mi?”
Bu sözlerdeki gerçeklik payını bilmeyen kaldı mı? :)
Tepki çekecek olsam da söylemem gerek: Ego da neymiş değerli kardeşim? Kadınların, penisleri olmadığı için penis gördükleri anda kendilerini eksik ve yetersiz saymaya koyulduklarını öne süren; erkek çocukların anneleri ile sevişmek istediği için babalarına, kız çocukların babaları ile sevişmek istediği için annelerine düşman olduğu gibi bir -af edersiniz- “herzeyi” insanların kafasına sokan (ana/baba/çocuk arasındaki -ilkel bakış açısı ile “seks” de denilebilecek ve öncel evren ile ilgili- etkileşimi ataerkil şekle indirgeyen) Freud’un uydurmasıdır.
Bu gibi kimlikler her şeyi bölüp alanlar yaratmaya bayılırlar. Beyinde, kimlikte, kişilikte, karakterde parçalı bölümler yoktur. EVRENDE HER ŞEY NANO SANİYEDE DEĞİŞEN YAPIDA, BİRBİRİNE KARIŞMIŞ ŞEKİLDE VARDIR. Söz ettiğim kişinin ortaya sürdüğü laflarla (örneğin bilinçaltı) insanların ruhuna verdiği zarar, soydaşı olan Yahudilere Nazilerin verdiği zarara yakındır.
Egoyu-megoyu geçin; bilinçten söz edelim: Bir bilinci, herhangi bir itilim, diğer insan, hayvan, bitkiden farklı bir yere, genelde “üstün” olarak nitelenen “üst”teki (zirvedeki) bir yere taşımışsa, bunun anlamı o kişinin genelden koptuğu manasındadır. Aslında hepimizin (lafta değil, gerçekte) “bütün” olduğuna inanmak, yok edilemeyecek temel bir kardeşlik olduğunu bilmek (yaşama dinsel bakış açısı varsa hepimizin -Yaratıcı denilebilecek olan- benzersiz iyilikteki bir ana alanın biraz uzak kalmış olan parçaları olduğumuzu görebilmek), keyif verecek, doyum sağlayacak konumlara ulaşmanın yoludur. Dileyen grupların en hareketli yerinde yaşamayı seçer, isteyen yalnız olmayı… görüntünün önemi yoktur. Önemli olan hepimizin temelde birbirimize benzer ve bağlı olduğumuzu ruhta (bilinçte) fark etmek, bunun değiştirilemeyeceğini kavramak ve buna uygun davranmaktır. Söz ettiğim bilinç gelişince “tepelerde tek başına duran liderler”, “kalplerde değil, bulutlar üzerinde, göklerde yer alan tanrılar” biraz bıyık altından gülünerek, pas geçiliverilir. Yaşam denen coşkulu hengame artık ürkütücü olmaktan çıkar, itiş-kakış içinde de olsa, HEP BİRLİKTE, son derece eğlenceli ve doyurucu bir festivale ya da heyecan dolu alış-verişlerin vuku bulduğu bir pazar yerine döner.
Başarı, istekleri elde etme erki ise, bu sonuç sadece anlattığım gerçekleri görerek, bu gerçekleri özgün kimlikte yorumlayarak ve ona göre yaşayarak elde edilir.
Merak ettiğiniz bir konuyu bana sorduğunuz için teşekkür ediyor, sağlıklı, başarılı, gönlünüze göre günler diliyorum.