YANIT
Korkarım ki pek hoşunuza gitmeyecek şeyler söyleyeceğim. Biraz dik konuşacak olma nedenim sizi dostça ama sertçe sarsmak istememdir. Lütfen yanıtımı bir aspektten bakarak okuyun.
Her zaman söylerim: Gerçek kadın savaşçılar (yani ellerine labris ve hilal şeklinde kalkan -pelta- alıp, erkeklerle Ay tanrıçaları ve tanrıları adına vuruşmaya giden kadın askerler) anaerkil uygarlıklardan çıkmıştır… ama kutsal fahişeler de öyle… Anaerkilde herkese, en uç ihtiyaçlara bile (tabidir ki kimseye acı vermemek koşulunda) yer vardır. “Doğru ve iyi” kurallarla değil, kişisel eğilimin taçlanması ile belirlenir.
Ancak hala da -tek göğsünü ok çekebilmek adına dağlayan- kadın askerler azınlıktadır; zevk-ü sefa eden tapınak fahişeleri olamaya eğilim fazladır.
Çok uluslu (yada tek uluslu:) ) şirketlere baktığınızda kurucularının erkek olduğunu görürsünüz. Şirketlerin ticaret yaptıkları konular kadınların kullanımı ile de ilgilidir, kabul; ancak yönetim BÜTÜNÜ İLE erkekegemen mantıktadır. Bu “yönteme gelmeyen” kadınların ortamda başarılı olmasını geçiniz, var olması -imkansız olmasa da- pek zordur.
Eğitim modeli ve eğitim programları da erkekler tarafından belirlenir (ve onların pek çoğu madara konulardır). Bu programlara zorlanan kadınlar eğitim sonrasında erkeklerin kafa yapısına göre yön verilmiş alanlarda bilim yapabilirler. Bu yüzden pek çoğu “lanet olsun, ben canımı/ruhumu sokakta bulmadım” diyerek evlilik ve anneliği seçer. Artık ataerkillere “Bilimde kadın yok” diye sivri dillerini sosyal medyada cak-caklatma fırsatı doğmuştur.
Kadın evrensel yapıya göre müzik ve danstır. (Erkek de müzik ve danstır, insan müzik ve danstır, ama kadınlar bir adım öndedir.) Tamam da, senfoni ya da filarmoni orkestraları (hatta rock band’ler) neden erkeklerle doludur? Neden kadın orkestra şefi yok denecek kadar azdır? Neden klasik olarak günümüze dek gelmiş eserlerin nerdeyse tümünün bestecisi erkektir? Müziği bile erkekler belirler. :D
İşin gülünç yanı “erkekler” diye haksızca genellediğim belirleyici kişiler, erkeklerin geneli de değildir. Belirleyiciler (güdücüler desem ayıp olur mu?) “lider” adlı -kimse darılmasın- “baş belası” bir avuç erkektir. Bu baş belaları bir de “alfa, yok efendim zeta” diye onurlandırılır. Dünya üzerinden acının silinmeme nedenlerinin -bence- en önemli kalemi bu bir avuç adamdır. Bu adamların yarattığı modelde değil bir kadın, birçok erkek bile isyanlardadır.
Hayır; “Yiyecek az, yerden zor bitiyor, para kazanmak zor” benzeri laflar gerçeği zerrece yansıtmazlar. Bunlar içi boş ataerkil palavralardır (içi dolu palavra mı var sanki?:) ) . Evren bir MUCİZELER EVRENİDİR! Çözüm ise asla insana bağlı değildir. İnsanın evren dinamikleri yanında “mercümek” kadar kalan beyni ile çözüm üretme kapasitesi yoktur. :) İNSAN SADECE DAVET ETTİĞİ ENERJİNİN YARATTIĞI ORTAMDA (evrende) yaşar.
İnsan davet eder, gelen enerji var eder.
Yani insanlar bu bir avuç lideri alaşağı edebilecek güçte olsalar (ki, geçmişte nadiren de olsa bu yapılabilmiştir) çekilecek PE ile her şey sihirli bir el tarafından, insanoğlunun minik aklına gelemeyecek MUCİZEVİ yollarla düzeltilecektir.
Alaşağı etmek sözlerini duyanlar galeyana gelip içlerinden “Başkaldıralım, haklı bu adam, isyan zamanı geldi! Adalet istiyoruz! Direnelim! Sustukça sıra bize gelecek! Bi’ şe yapmalı!” düşüncelerini üretmeye başladılarsa daha çooook bu bir avuç liderin tavuk kışkışlar gibi yönettikleri sistemlerde -adalet araya-araya yaşayacaklardır. :D
Özetle: Yaşanan günlerin kalitesi, negatif ya da pozitif enerji celbi oranınız belirtisidir.
Yapılacak şey her zaman vardır. Ama bazen daha zordur. Örneğin işler bu kadar çığırından çıktıktan sonra sıkı bir kararlılık ve zorluklarla (isyan-misyan etmeden, erkek, ya da kadın, hatta lider, düşmanlığı yapmadan, ÖFKEYE KAPILMADAN) yüzleşmek gerekir. The prices must be paid. Bedellere yan çizmek zordur. Ne yazık ki iyicil yaratıcının eli, insan bilincinin betelediği yerlere fazlaca ulaşamamaktadır.
Şimdi sizi eleştireyim: Mesajınızdaki sözler (görüşler) gerçeği güzel biçimde yansıtsa da, bu gerçekleri ortaya koyuş biçimiminiz, yani beyin enerjiniz negatiftir... çünkü acı ve öfke içindesiniz. Bu enerjinin çözüm üreteceğini düşünmek hatadır. Zaten rahatsızlıklarınızın olması ve giderilememesi, sözlerimi doğrulamaktadır.
Her şart değişir. Ama -dedim ya- öncelikle prices must be paid. Oysa insanların neredeyse tümü (bendeniz de bu gruba sık sık merhaba demekteyim) hem o olsun, hem de bu olsun yaklaşımındadır. Oysa bu yaklaşım zorluklarla yüzleşmek değil, yüzleşmemek; bedellerin ödenmesi değil, adisyonu cebe atıp “paldır” mode’unda restorandan fiyeklemeye çabalamak anlamındadır.
Yeniden size geleyim. Biraz daha acıtan yerleri dürtmeme izin var mı? :)
“Beni bahcelere salin ben meyve topluyim patates ekiyim” demişsiniz. Ne yazık ki insanların sevdikleri kişileri salacakları bahçeler yoktur. Bahçeler, ancak emek ve yukarıda söz ettiğim “zorluklarla yüzleşip bunları aşanların” sahip olduğu şeylerdir. Ayrıca soruyorum: Bu kadar istiyorsanız neden meyva toplayıp, patates ekmiyorsunuz? Bu yasadışı bir şey değil ki?
İşte tüm mesele bu sorunun doğru vermeyeceğinize emin olduğum yanıtındadır.
Bilmem ne demek istediğini anlatabildim mi?
İnsanlar yalnız doğar, yalnız ölürler. Aradaki süreçte ise bellerine tencere, tava (mutfak aletlerinden ya da mutfak işlerinden söz etmiyorum, bunlar tangırdayan şeyler oldukları için bu aletleri dile getirdim), kredi kartı borcu, kayınvalide/elti, tek taş pırlant, ayağı yerden kesecek bir arabacık (hep böyle denmez mi?), üstün gelme isteği ile acımasızlık eğilimi, kaybetme korkusu ile boyun eğme eğilimi, çaresizlik ve kendine acıma adlı beyin süredurumları yaratma eğilimi, sosyal medyaya tünemiş kukumavlık eğilimi ve benzerlerini bağlar, sonra da bunlarla tangır tungur, gümbür patır, hepsini peşinde sürükleye sürükleye, gün tüketir.
Anaerkide lüks kutsaldır. Mücevher/araba/yat istemekte bir yanlış yoktur. Eşin ailesi ile keyifli ortamlar yaşanabilir. Kredi kartları zor anlarda kurtarıcı olabilir. Ama bunlara sahip olmanın hep bir yolu/yöntemi, bedeli vardır. Bunlar çala-pala ya da gevşeklikle dalınacak ortamlar değillerdir. Bunlar yürekli kişilerin elde edebileceği ayrıcalıklardır. Yüreklilik ise sanıldığı gibi cengaverlikle eş anlama gelmez. Yüreklilik sadece ve sadece korku ile öfkeyi yenmekle ilgilidir. Korku ve öfkeyi yenmek öylesine yüce enerjiler celp eder ki, bu kişiler, kadın ya da erkek, en aç gözlü şirketlere dalsalar, maymunlar üzerinde aşı denediklerini övünçle söyleyen bilim ortamına girseler, Barış Manço’nun “okullarda okutulan saçma sapan şeyler” diye nitelediği programları beyinlerine doldursalar da, zarar görmeyecekleri gibi, oraları yakıp yıkmadan ele geçirecekler, yani rafine edeceklerdir.
Söz konusu birimlerin hala şakır-şakır eskisi gibi süregelmesi -yukarıda söz ettim- o bir avuç lider dışında kalan insanların (sizin, benim, onun, bunun, şunun) korku ve öfke yenmedeki başarısızlıklarının kanıtıdır.
Kimse beline bağladığı yukarıda söz ettiğim hırdavatla patates/meyva yetiştiremez. Sadece birleri tarafından bahçelere salınmayı bekler durur.
Sıkıntılı anınızda bana ulaşmanız beni mutlu ediyor. Ancak ben bir dost, bir dert ortağı, psikolojik destek kaynağı, ya da dayanılacak bir koltuk değneği değil; sadece doğru bildiğine inandıklarını SORAN OLURSA söyleyen biriyim.
Ve yine unutmayın lütfen: İçinde olduğu durumu SADECE SİZ en doğru şekilde bilebilirsiniz. Yanıtlarımın, SİZLERİN bilinciniz ile İSTEDİĞİNİZ veriyi seçeceğiniz bir havuzu zenginleştirmekten öte değeri yoktur.
Doğruları ben dahil kimseden yutulmaya hazır hap kalıbında öğrenemezsiniz. Yalnız olduğunuz bir dünyada onları DA tek başınıza belirlemek zorundasınız. Ve en önemlisi: Kendinize uygun olmayana uyum sağlamak, uyum adlı erdemin değerini azaltan bir şeydir.