YANIT
Ölüm ve ölüm ötesi araştırma konumuz hiç olmadı. Ancak sorunuzu yanıtsız bırakmamak adına aklımdaki şeyleri paylaşayım. Lütfen bu yanıttaki sözlerime yakın bir arkadaşınızla baş-başa yaptığınız bir bar (ya da cafe) sohbetinden fazla değer vermeyin.
Ötenazi hakkında söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Bu gibi konularda karar verebilmek adına o durumda olmak gerekir belki de… bilemiyorum. Bu konuyu tümden geçeceğim. Ancak ben inançlı bir kişi olduğum için çok acı verici bir hastalığım olsa böyle bir hakkımın olmasını isterdim. Fakat bu “ben”im ve ben bir kriter değilim.
İntihar ise araştırmalarımızla vardığımız sonuçlardan yola çıkarak karine ile düşünce üretebildiğimiz bir konu… Ama ben asıl Anadolu insanı hakkında konuşmak istiyorum.
Başlayalım laflamaya…
Bizlerin sistemi ETC ve QM’a dayalıdır. Şimdi bu iki teoriyi ve sistemimize uyarlanmasına geçelim:
ETCye göre bilinç (ezoterizm ve dinsel öğretide ruh) tam bir makrokozmos varlığı olmasa da, benzer bir fizik (EM) alandır. Bu bilimsel bilgilerden yola çıkarak bir reenkarnasyon düşüncesi geliştirilebilir: Madem ki ruh frekanslı bir radyasyondur (çok kabaca tabi ki), o zaman benzer frekans ile senkronize olacaktır.
Bu düşünceyi bir kenara koyalım ve ilerlemeyi sürdürelim.
QM’a göre evren bilinç KUANTUM OLAYLARI İLE beyinde var edilir; yani Hamerof'un sözleri ile "duygusuz/bilinçsiz nöronların determinist çakışı değildir". Bu bilimsel biliglerden yola çıkarak ruhun bir dalga fonksiyonu olduğu düşüncesi üretilebilir. Beden, dalga fonksiyonun parçacık (çökmüş) halidir. Kuantum mekaniği ise her parçacığın, hem dalga, hem parçacık olduğu üzerine kuruldur. Bu yüzden sadece biz değil, bazı bilim adamları (örneğin Tippler) da insan bedeninin de dalga fonksiyonu olabildiğini öne sürerler. Elektron parçacıktır; parçacık olduğuna göre hem dalga hem parçacıktır. İnsanlar da elektronlardan yapılıdırlar. O zaman insanlar (ve elektronlardan yapılı her şey) hem dalga, hem parçacıktır.
Bu düşünceden yola çıkarak rüyaların dalga fonksiyonunana kısmi, ölümün tam geçiş olduğuna inanırız.
Şimdi yukarıda kısaca açıkladığım iki teoriyi sentezleyelim: Ölüm sonrası dalga fonksiyonu haline geçen ve bir frekansı olan dalga boyu (ruh), benzer frekans ile rezonans yapacaktır. Bu durumu ise frekansa göre cennete gitmek, cehenneme gitmek, hatta frekans tuttuğu için farklı bir ortamda bedenlenmek olarak yorumlarız. Yani göklerden hükmeden, kişi ölünce, “Yok, sen daha pişmedin, seni falanca kadere ışınlıyorum” diyen tanrılar yoktur; bu durum (reenkarnasyon) bir fizik reaksiyondur.
Bence (dikkat buyurun, “bence” diyorum) intihar, evrimi tamamlamamış ruhların eylemidir; çünkü evriminizi tamamladıkça bu dünyadan keyif almaya başlarsınız (dünyaya bağlılığınız arttığı halde, ölüm korkunuz da azalır). Evrim tamamlanmamışsa frekans daha cennet (Yaratıcı ile yeniden bir olmak, özgün yere dönmek) frekansı ile aynı değildir. Bu yüzden -bence- intihar eden kişinin ruhu benzer frekans ile rezonansa girer ve yeniden bedenlenir. Komik ama büyük ihtimalle aynı bölge ve/veya benzer kaderde bedenlenir… çünkü doğum anında çekildiği kaderdeki frekansla aynı kalmıştır.
Anadolulu şifacılara gelelim:
Gelin, şifacılar değil de, Anadolu insanı diye genelleyerek konuşalım…
Aydın tanışlarımın bir çoğunun aksine, Anadolu insanını gerçekten severim. 20+ yıl önce her şeyimi yitirip taşınmak zorunda kaldığım varoşta yaşayamayıp intihar edeceğimi söyleyen (gerçekten :) ) bazı arkadaşlarımın aksine buradaki Anadolu orijinli insanları çok sevdim. Tabidir ki kültür farklılığı nedeni ile onlarla kanka veya yakın dost olamadım, ama sevgi, en azından sempati, farklı bir sıcaklıktır. (En yoğun zamanınızda, bunalmış çalışırken, beni gezmeye götür diye tutturan bebeğe (köpeğime) bile zerrece azalmadan duyulur. :D)
Bu insanlar sokak düğünü yapan (zevksiz tuvaletler ve üzerlerinde yürüyemedikleri stilettolar ve bedenlerine oturmamış takım elbiselerle davul zurna ile sokakta halk dansları sergileyen), asker uğurlayacağım diye trafiği alt üst eden, AKP bir seçim kazanınca otomobil klaksonları ile kulakları sağır eden, camilerden kim bilir kaç decibel yayılan ezan ile camlar zangırdayınca bile “Aziz Alllağğhh” diyen, futbol konularında aşırı ateşli kişilerdir.;-) ( Did you get the picture?) Ama yine onlar; ataerkil kültürle kendilerine yasaklanmış dans etme (ve eğlenme) haklarını -çaktırmadan- sokak düğünlerinde, tuttukları futbol takımlarının galibiyetlerden sonra ve asker uğurlamalarda yaşayarak; başlarını -boyunlarına dek- örttüren zihniyete, eşarplarının altına bir karış “hotoz” ekleyip, güneş özlüklerini bunun üzerine takarak baş kaldırmayı becermişlerdir. Ben batıda futbol maçları sonrasında, ya da düğünlerde bizim insanımız gibi dans eden kimselere rastlamadım. Dans, bize göre sadece oryantal danstır. Bu kültürün erkekleri, standart maço kimliklerine rağmen, benim kültürümün bazı kişilerinin küçümseyen bakışları altında, kural olarak, oynak bir Türk müziği ezgisi veya darbuka solu duyunca, zeybek oynamaz, oryantal figürler yaparlar… ki, bu iyi ve doğru bir şeydir. (Lütfen sözüm "Zeybek oynamak kötü bir şeydir" gibi algılanmasın.)
[Batılı müzik ise tam da müzik olmayabilir! Doğulu müzik, örneğin Hint müziği, gerçek müziktir.
Saçma görünen sözlerimi açayım: Gerçeklik –bir saygın kuantum yorumuna göre- beyinde mikrotübüllerde, tubulin titreşimleri ile oluşur. Hint müziği bunu meydana getirmektedir!
Elsevier, Ocak 16, 2014
Parçacık fizikçisi Bandyopadhyay ve takımı Hint müziği ile mikrotübül vibrasyonlarını eşleştirmişlerdir. Hameroff:
"Bilinç, armonik olan Batı müziğinden farklı olarak, belirli Hint müziği türlerine benzer şekilde, nöronların içindeki mikrotübüllerin harmonik olmayan titreşimlerine bağlıdır."
( “Consciousness depends on anharmonic vibrations of microtubules inside neurons, similar to certain kinds of Indian music, but unlike Western music, which is harmonic,” Hameroff explains.)
Harmonik müzik, kurallara tutsak müziktir. Doğadaki çılgınlığı az ölçüde taşır. Türk müziğinde bolca bulunan koma sesler ise –bize göre- aynı titreşimi yapabilecek yapıdadırlar. (Bu sözleri Türk müziğine yakın olmayan bir metal müzik tutkunu olarak yazdığımın altını çizeyim.)]
Yeni yaşam ortamımdaki komşularımla anlaşabilme ve onları gerçekten sevme nedenim onların içinde özü görebilmem, zarfa değil, mazrufa bakabilmemdir.
O mazruf ise -batılı kültürde yetiştirilmiş biri olan- bende yoktur.
Bu insanlar gerçek Türklerdir. Anadolu Türkleridirler. Binyıllar boyunca bir geçiş yolu olan Anadolu’nun melez insanlarıdırlar. (Anaerkide melezler kutsaldır, soy süren en bet kimliktir. Hobsburgların “aman soyumuz bozulmasın” diye dışardan kişi ile evlenmemeleri ile ne acuzelerin doğduğu bilinir.)
Anadolu insanı; Ergenekon’dan çıkan Türki boylarla alakasız, Atatürk’ün hakkında araştırmalar yaptırdığı gibi anaerkil ve seks-sever Etrüsklerdirler.
Şimdi bu kişilerin Anadolu’daki en özgün hallerini göz önüne getirin. Bence pek çoğunda kucak dolusu şifacılığa varan hayırlı enerjiler bulunacaktır.
Anadolu Türkleri benzersizdir. Bütün kalbimle inanmaktayım ki, çok hayırlı genler taşırlar. Hataları varsa saflıklarındandır… ve altını çizmek isterim: Bu saflıkları (özgün PEli yanları) onları hatalarına rağmen korumakta, keyiflerini hiç eksiltmemektedir. Kimse darılmasın, acayip isimli ruh “hastalıkları” bu insanlarda neredeyse hiç görülmez. Onlar, en akıl dışı zorlu şartlarda yaşarken bir şekilde (örneğin kapı önlerinde tığ işi yaparak, komşuya giderek, kahvede okey oynayarak) keyif çıkartmayı beceren insanlardır. Ölçüsünde alkolün verdiği -izninizle “benzersiz” diyeceğim- rahatlığa uzak kalmış olsalar da “Gel bi çay içelim” ve de “Gel bi cigara telledirelim” ile farklı bir rahatlama yakalamayı becermişlerdir. Onlar sıkıntılarını büyütmeden, kendi başarına aşacak genişliktedirler. (Ya Basit en kutsal esmalardandır ve “Genişleten” anlamındadır.) Çocuğunu okula yollarken “3 ihlas, 1 fatiha” okuyan her anne, arkadaşına veda ederken “Allah’a emanet ol” diyen her erkek, gönlünden yarattığı bu enerji ile bir mikronik şifacı olmuştur. Arkadaşını da, çocuğunu da koruyan da kendi pozitif gücü, ya da iyi niyeti ile ana alandan çektiği PEdir aslında.
Beni izleyen birçok değerli kişiyi kıracak olabilirim, ama düşüncemi paylaşmadan duramayacağım: Bu ülke, başlarına çaktırmadan sarılan sorunlara rağmen yüzyıllardır (başka bazı ülkeler gibi) bir felaket kuyusuna dönüşmedi ise -bence- ciddi oranda bu insanların -pek az kişi tarafından müşahede edilebilen- beyin elektrikleri yüzündendir.
Toparlayayım: Mankafa sanılan, bazılarınca küçümsenen, hor görülen Anadolu insanı genelde geniş ve rahat bir beyin elektriğine sahiptir. Bu yüzden pek çoğu şifacı sayılabilir. Ancak eğer hedef kişi Anadolulu bir şifacıya inanmıyorsa, hele ki onu küçümseme eğiliminde ise, bu enerjiden yararlanamayacaktır.
Bu nedenle Müslüman olmasam da, Kuran ayetleri ile -bir araştırmacı olma dışında- yakınlığım bulunmasa da, bu insanlarla yakın ilişkiler kurmayı düşünmesem de, gerek kültürel, gerek moral değerler açısından onlarla neredeyse taban tabana zıt yaşam içinde yaşasam da, bana çevremden (belki ayakkabılarını kapı önüne yığan komşumdan ;-), belki bir diğer komşum olan park bakıcısından) bir nedenle “hayır dua” eden biri olunca çok sevinirim. Bu güzel insanın okuduğu dua değil, beyninden yayılan rahat, geniş, sorunsuz enerjidir bana armağan edilen. Bu yüzden şifacıya gitmeye gerek yok: Abartıyor olabilirim; ama bence bir insan kapıcısından, işçisinden, gündelikçisinden -belki beklenmedik bir bahşiş ile- bir içten gülümseme alabilmişse (para, en büyük ödüllerdendir, mutlu edicidir, para ödülünü ataerki küçümser), aslında arka cebine karmik pozitif enerjiyi almış demektir. Onlara bilgi ve hoşgörü gözlükleri ile bakarak içlerindeki gizli (üzeri kimi zaman örtülü) değeri fark edebilen herkes (herkes derken, kendi metropol kökenli, az biraz snob ;-) çevremi/kültürümü kastediyorum), ülkesi adına güzelliklere bir kapı açmış demektir bence.
Onların gönül, bizlerin beyin (bilgi) enerjisi sentezlenirse gelecek muhteşem günlere gebe… Değerlerimiz fark edelim ve kullanalım bunu derim.