Tam da bu arkadasin mesaji ile ilgili bir derdim var benim de. Eger kendisi bu sorumu okuyorsa az sonra söyleceklerine darilmamasini rica edecegim. Lütfen.
Ben su an yeterli maddiyat bulamadigim için kendi isimi kuramiyorum. Aklimda ise hep sahane fikirler vardir benim. Sürekli proje üretirim, geçmiste gerçege dönüstürdügüm fikirlerim de olmustur. Bir is kurmak onu baskalari ile paylasmak, üretken olmak en bayildigim özelligimdir. Çok çalisirim ve çalismaya büyük saygi duyarim. Tembel insanlardan ise adeta giciklik duyarim bu da benim ayibim. Babamin müzmin tembel olmasindan ve sorumluluklarini yapmamasindan dolayi sanirim bu derece tembellik denilen olguya gicigim. Simdi bu bayanin mesajini okudum da Almanya gibi sahane bir yerde (defalarca gittim) ona is kurmasi, çalismasi için destek veriliyormus ama onun cani çalismak hiç istemiyormus. Elbette istemeyebilir, belli ki yapisi ev hanimi olmaktan zevk duyuyor ve bunda yanlis yok. Insan nerede mutlu ise orada bulunmali. Demek ki bu hanimefendi evinde mutlu ve cani çalismak istemiyor. Buna saygi duyuyorum. Fakat ben ise evde olmaktan hiç haz etmeyen, is insaniyimdir ama mecburi evde duruyorum. Sormak istedigim kisim bu iste. Ben Hayatta bunu çok gözlemlemisimdir. Firsatlari kullanamayacak insanlara firsat yagarken (benim babam böyle birisi), o firsatlari altina çevirecek insanlara ise hayat sürekli engel koyuyor. bunun bir sebebi olmali. Size tüm samimiyetimle söylüyorum bunun beynin pozitif ya da negatif olmasi ile bir ilgisi yok. Anlayamadigim bir mekanizma var... Madem babamdan verdim örnegimi babamla devam edeyim daha iyi anlasilmasi için. Babama evler, katlar kalmis zamaninda o da tembel biri oldugu için satip satip bu evlerinin parasini yemis ve hiçbir sey yapmamis hayatta sürekli kitap okumaktan baska. O hep, sadece okumus. Babami dagin basina koyun ve içini kitaplar ile doldurun, ona yeter. Adam mutlu. Tembel ve çok mutlu! Ama gelin görün ki annem ve ben onun sorumsuzlugu yüzünden habire çalisip durduk ve elbette bosandilar sonunda! Simdi arkaya dönüp bakiyorum da babama o evler kalmamis olsa gidecek ve mecburi olarak bir iste çalisacakti. Iste buna sinir oluyorum. Babama ya da babam gibi asiri tembel insanlara hayat hep bi rahatlik saglar iken benim gibi üretken insanlarin önüne engeli neden koyar anlamiyorum. Elbette sözlerimden pes edecegimi sanmayiniz lütfen ben ne yapar ne eder bu engeli de asarim lakin biraz destek biraz kolaylik ne iyi olurdu ya! Sürekli tirmalamak sürekli mücadele etmek çok yorucu oluyor. Hak edip etmemek degil bahsettigim, solup giden ve onca güzel sonuca gebe olabilecek firsatin onlari degerlendiremeyecek olanlara sunulmasi benim agrima giden.
Tesekkür ediyorum umarim sözlerim ile kimseyi kirmamisimdir. Bunu asla istemem çünkü. Herkese sevgiler, saygilar.
YANIT
Cümleleriniz ile başlayalım, arada yorumlara yer verelim.
“Firsatlari kullanamayacak insanlara firsat yagarken (benim babam böyle birisi), o firsatlari altina çevirecek insanlara ise hayat sürekli engel koyuyor.”
Mesajınızın öznesi olan hanıma sunulanlar onun için fırsat değil ki? O sorucu hanımın fırsat olarak nitelediği durumlar bambaşka olduğu için ona fırsat sunulduğundan; ya da fırsatları belli kişilere sunmaya programlı bir sistemin olduğundan söz edilemez.
“Size tüm samimiyetimle söylüyorum bunun beynin pozitif ya da negatif olmasi ile bir ilgisi yok. Anlayamadigim bir mekanizma var...”
Bu bir soru değil. Kanı… Kanınız olduğu için (yani sınırları çizip, kalıbı oluşturduğunuz koşullarda) artık “ortamı anlayamadığınız” şeklindeki sözleriniz anlamlarını yitirirler.
Kişi tarafından fırsat olarak nitelenen şartlar birer ödüldürler. Aslında ödül yollayan tanrıların, meleklerin var olduğu düşüncesi de doğru değil, benzetmedir. Pozitif olarak yorumladığımız ana alan ile (ona inancınız göre tanrı ya da bir fizik alan diyebilirsiniz) kontağınız miktarında, pozitif şartları (fırsatları) elde edersiniz. İşin kilit noktası ise kontağı, o ana alana benzeme ölçünüzle sizin oluşturmanızdır.
Mesajınız sadece kesin kanılarla (sınırları çizilmiş inanç kalıpları ile) dolu olmakla kalmıyor; beyninizde ciddi bir öfke (kırgınlıktan doğan öfke, ki, en tehlikeli öfkelerdendir; çünkü duygusal –yani özde pozitif eğilimli- kişilerde var olurlar) olduğunu da apaçık gösteriyor. Örneğin bir kimseyi “tembel”, “sorumsuz” ve “para yemiş” şeklinde nitelediğiniz, yani ağır ithamlarla suçladığınız anda (farklı bir söyleyişle: “beyninizde bu enerji bulunduğunda) fırsat olarak niteleyeceğiniz şartları kendi enerjinizle sabun köpüğüne dönüştürüp yok etmiş olursunuz. Yerine şöyle düşünmeniz (inanç kalıpları sahibi olmanız) gerekir: “Babam çalışmayı fazla sevmeyen biriydi. Onun için kitap okumak daima maddesel gelir elde etmek için emek vermekten ve -belki de- (bakın, bu “belki de” sözü çok önemli; çünkü böylece düşünce kalıbı yaratmamış oluyor, düşüncenize yanılma payı veriyorsunuz) sorumluluklarını yerine getirmekten önemliydi. Bence bu doğru bir tutum değildi. Bu tutumu yüzünden zarar görmüş olabiliriz.”
“Ama gelin görün ki annem ve ben onun sorumsuzlugu yüzünden habire çalisip durduk”
Hatalı olduğuna inanılan tutumları sergileyen insanların hatalarını sürdürmelerine zemin hazırlamak doğru bir şey değildir.
[Bu noktada bir parantez açıp bazı hanımları eleştirmek ve eş seçimine yeterince özen göstermediklerini söylemek istiyorum. Namus cinayeti adlı olayı (suçu) herkes işleyemez. Bu suç, belli eğilimleri olan, ya da belli kültürel dolduruşlarla -bir anlamda- beyni yıkanmış (yıkanabilmiş) denilebilecek kişilerin eylemidir. Bu gibi kimlikleri müşahede etmek çok da zor değildir. Hele ki bir insanın özeline girdikten sonra böyle bir suç işleyebileceğini gözlemek daha kolaydır. O zaman eşleri tarafından hayatlarına son verilen hanımların eş seçerken kullandıkları karar mekanizmalarında önemli ölçüde gözlem eksiği olduğu söylenebilir. ]
Size geleyim: Aynı şekilde anneniz hanımefendinin neden standartlarına uygun bir eş seçmediği, ya da neden uzun süre boyunca kendine uygun olmayan bir ortamı sürdürecek davranışlarda bulunduğu sorulabilir.
“Babama evler, katlar kalmis zamaninda o da tembel biri oldugu için satip satip bu evlerinin parasini yemis ve hiçbir sey yapmamis hayatta sürekli kitap okumaktan başka”
Bir insanın mal ve parasını nasıl kullanacağını sadece kendisi bilir. Sahip olduğu taşınmazları satmak, onların bedelini farklı alanlara (örneğin kitaplara, hatta gece hayatına) yatırmak kendi bileceği bir şeydir ve ayıp bir şey değildir. Ayıp olan, alınan kararlar sonrası içine girilen durumdan hoşnut olmamak ve sızlanmaktır. Ayrıca çalışmayı sevmemek de yanlış bir şey değildir. Hata; hem çalışmayı sevmeyip, hem de yüksek standartı olan bir hayat istemektir.
Bunun ötesinde -anaerki ile ilgili değildir, kişisel kanımdır- bir insanın evlendiği için sahip olduğu malları nasıl kullanacağını eşine sorması gerekmez. Eşlerin birbirlerine vermek zorunda oldukları tek hesap -başta farklı bir anlaşma yapılmadıysa, evlilik geleneksel yapıda ise- ihanet konusudur. Bir tarafın yaklaşımını (aldığı kararları) beğenmeyen diğer taraf (diğer eş) de ilişkiyi noktalama özgürlüğüne sahiptir. Ancak evlilik içinde beklenmeyen davranışlarla karşılaşması, yukarıda söz ettiğim gibi, en baştaki seçim aşamasına sağlıklı ve yeterli ölçüde gözlem yapmadığını gösterir.
Biliyorum; bunlar kabullenilmesi kolay düşünceler değil… ancak evlilik kolay değil ve doğal insan yapısına fazla uygun olmayan, en azından genellenmesi, norm olarak dayatılması doğru olmayan bir kurum. Bu yüzden hata, evliliği -yine bence- geleneksel bir kuruma dönüştürmektedir. Evlilik, sadece az sayıda kişinin hayat hakkındaki beklentilerini karşılayabilecek bir düzendir. Ancak seks yapmak gibi olağan (hatta sıradan) bir gerekliliği realize edebilmek için bu denli ters bir kurumu üstlenme şartı getirirseniz, ha, işte o zaman “gözlem yapma ve sağlıklı karar alma” süreci çok daha fazla önem taşımaya başlar. En baştan evliliğin sadece -bir anlamda- sağlıksız değil, tehlikeli bir ortam olabileceğini da fark etmek gereklidir. Eşleşme anaerkide kutsaldır; hayr içerir. Ancak evlilikle eşleşme farklı dinamikler üzerine kuruludur. Aşk ve seks gibi soyut konuları, para ve malların bölüşümü gibi bambaşka alanlarla kollabore etmeye kalkarsanız sonuçta insanların canı ciddi şekilde yanacak olabilir… ki, biraz da öyle olduğunu söylemek zor değildir.
“benim gibi üretken insanlarin önüne engeli neden koyar anlamiyorum.”
Yukarıda söylediğim gibi; fırsatları yaratan kendini üretken olarak nitelemek değil, diğer insanların seçim ve karakterlerine saygılı olmayı “da” içeren pozitif bir beyin elektriği yaratmaktır.
Anne ve babanızın ilişkisini geçelim. Sizin, babanızın bazı kararları (ya da huyları) yüzünden kayıp yaşamanızdan daha doğal bir şey yoktur! Ve -hazır mısınız duymaya- ebeveynler yüzünden pek çok evlat -hatta bazen ciddi ölçüde- darbe alırlar! Dahası; bu olağan bir durumdur!
Bunun nedeni ise bir insanın ebeveyn oldu diye bir anda “adam kadmon”a dönüşememesidir. Ebeveynler, din adamı değil, hala da hatalarla dolu, sıradan insanlardır. Hayata gerçek yapısı ile bakmaya başlayan, gerçekleri gözlemleyebilen ve en önemlisi, bunu kabul edebilenler, yaşamda gereksiz öfke üretmeyecekleri için söz edip durduğumuz fırsatları daha kolay yakalarlar. Her ebeveynin kendine özel bir, ya da birden fazla hatası vardır. PE celp isteyen evlatlar bu durumun olağan olduğunu kabul etme becerisine ulaşmalıdırlar. Söz konusu tavır bir boyun eğme değil, rahatlık içinde gerçeği gözlemleyip ya uyum sağlamak, ya çıkış yolu aramak anlamındır. Bu yaklaşım pek çok kapıyı açacak, çeşitli fırsatlar var edecektir.
“Elbette sözlerimden pes edecegimi sanmayiniz”
Bir dövüş içinde değilsiniz ki pes etmekten söz edesiniz. Yerine şöyle diyelim: “İstediğim hedeflere ulaşma maceramdan vaz geçemeyeceğim.”
“ben ne yapar ne eder bu engeli de aşarim”
Bu sözleri söyleyecek ölçüde kendine güven duyma gücündeki kişiye (yani güçlü kişiye) -darılmayın ama- mesajınızdaki çocuksu öfke hiç uygun değil. Azim, dozunda tutku, gözü peklik ile dolu kişiler (ki, cümleniz bu niteliklere sahip olduğunuzun kanıtıdır) yaşamın olağan ve yok edilemeyecek pürüzlerine takılmazlar. Hanımlar darılmasın; “yaşam sorunlarına fazla aldırmadan ilerlemeye odaklı olmak” erkeklerin üstünlüğü denilebilecek bir kişilik özelliğidir. Şikayet etmek ve suçlamak -bence- en çok erkeğe uygun değildir; sadece güçsüzler şikayet eder. Erkeklerin kadınları taşımalarının gerekliliği ve bunun iyi/doğru bir şey olması, erkekte bulunan farklı güçten gelir.
“Sürekli tirmalamak sürekli mücadele etmek çok yorucu oluyor.”
İçinde olduğunuz odanın penceresinden dışarı baktığınızda gördüğünüz, ya da yürüdüğünüz caddede yanınızdan geçen her bir kişi birden fazla konuda sürekli tırmalamak ve mücadele etmektedir. Yorulmak (hatta sorunlar), yaşamda -inanılması çok güç olsa da- pek çok kişiyi delirmekten veya intihar etmekten koruyan bir şeylerdir. :)
“Hak edip etmemek degil bahsettigim, solup giden ve onca güzel sonuca gebe olabilecek firsatin onlari degerlendiremeyecek olanlara sunulmasi benim agrima giden.”
Muhakkak ki böyle değilsiniz ama nedense gözümün önüne eline kalem alıp kısa hikaye yazan, sonra da kahramanın yaşadığı şeyleri neden kendinin yaşamadığına kızan biri geldi gözümün önüne. Ayrıca neden kendinizi diğer birçok insandan üstün gördüğünüz anlamak biraz zor. Çok rahat yaşayan insanların arasında, eli kolu bağlanmış bir insan olduğunuza karar vermek ciddi bir kolaycılık içerir; üstelik bütünü ile hatalıdır. Bu inanç ve dünya görüşündeki kişiler -sizi tenzih ederim- hiçbir yere varamaz; başarısızlıklarının (arzularını elde edemeyişlerinin) nedenini diğerlerini yükleyip, duydukları rahatsızlıktan kurtulmaya uğraşırlar. Ciddi başarılar (elde edişler), genelde imkansıza oynayanların ayrıcalığıdır. “İmkansıza oynama” adlı zorlu süreçte boş konuşmalar sadece adamın ayağına bağ ve köstek olurlar. Zaten imkansıza oynayacak güçteki adam bu gibi lükslere (laf üretip durmaya) zaman ayırmayı gereksiz görmeyi de bilendir.
Ve en önemlisi: Başarılı insanların sorunları, başarısız olanlardan az değildir.
“Tesekkür ediyorum umarim sözlerim ile kimseyi kirmamisimdir.”
Mesajınız boyunca sadece kendinizi kırdınız, yani zarar verdiniz. Ancak diğerlerini kırma ürküntüsü şeklinde adlandırılacak tavır (duyarlılık) PE celp eder. Böylece üzerinize yığdığınız fırtına bulutlarının biraz dağıldığı da aşikar. :)
“Iyi günler Janus Bey.”
Janus, (gün içinde kendi adımdan çok daha fazla söylense de :) bir takma ad olduğu için “bey” ekine gerek yok. (Ancak bu inceliğiniz için teşekkür etmeden de geçemeyeceğim.) Bir gün tanışırsak ve gerçek adımı kullanmayı yeğlerseniz, o zaman “bey” sözcüğünü kullanmanızı rica edecek olabilirim. Bu hakkımı o zamana saklayayım. Şimdilik Janus yeterli...