Birde su var ben artik adim atmanin zamani geldigini düsünüyorum bundan sebeple Pozitif Enerji egitiminizi almak için para biriktirmeye basladim :)) bu konudaysa acaba bu egitimi alarak acaba yukarida bahsettigim duruma ulasabilirmiyim bunu merak ediyorum eger ulasamayacaksam egitimi aldiktan sonra beni neler bekliyor merak ediyorum açikcasi sevgiler...
YANIT
Aşk, öğrenme ile var edilebilir mi?
Bu sayfanın bazı güzel gönüllü izleyicileri bizim sistemi Tasavvufa benzettiler. Açıkçası o zamana dek Tasavvuf içeriğinden habersizdim. Gönderilen benzer mesajlar üzerine kısaca (vakitsizlikten kısaca) konuya göz attım, Tasavvufun çok güzel bir sistem olduğu halde, ne yazık ki bizim düşüncelere fazlaca paralel sayılamayacağını gördüm. Bizim sistemin temeli ETC ve QM teorileri temeline kurulu olduğu için Tasavvufa göre biraz mekanik sayılabilir. Bizim sistem bizim karakterlerimiz, genetik yapımız, deneyimlerimiz, anılarımız vb. bazında kurulmuştur. Bu yüzden ne Tasavvuf yanlıştır, ne de bizim sistem mutlak doğrudur.
Anladığım kadarı ile Tasavvufta “Allah aşkı” ana done; ki, bunda hiçbir yanlış yok. Sadece bizim ekolde sevgi bir kurtarıcı sayılmadığı için tasavvufun düşüncelerimize paralel olmadığını söylüyorum. Ayrıca Yaratıcıya duyulan sevgi -yine bize göre- aslında bir kontak anlamındadır; Tasavvufta yüceltilen “tanrısal aşk” ve mesajınızda da yer alan “yanma/pişme” gibi duyguları içermez. Bizler, Tanrı adı verilen gerçekliğe benzedikçe onunla senkronize olunduğunu, giderek kontak sağlandığını ve kişinin farklı bir rahatlamaya girdiğini öne sürüyoruz. Böylece söz konusu gerçekliğin varlığı (gerçek olduğu) hakkında -kişinin karakter yapısına uygun- kanıtlar algılanmaya başlıyor. Eş deyişle bizler sevginin illaki kontak sağlamayacağını düşünüyoruz. Kontağı sağlayacak olan benzemedir. Bu nedenle yaşamım boyunca bazı din adamlarında -gerçek anlamı ile Allah sevgisi taşıdıkları halde- NE izleri gözlemlemişimdir (üzülerek söylemem gerekir ki bir tanesi aydınlar arasında çok popüler olan bir hocaydı).
Bizler edilgen biçimde sevmeyi değil; Yaratıcıya belki de fazla sevgi ve hatta inanç olmasa da, yaşamayı, daha doğrusu aktif şekilde, ama doğru kavramlarla yaşamayı savunuruz. Bu yüzden nice inançsız (ateist) kişi, eğer PE taşıyorsa, tam da (İslam jargonunda) “cennetlik kuldur”. (Ancak tanrı sevgisinin serotonin salgılattığı, ve serotonin ve PE bağlantısı hatırlanırsa, inançsızken PE celb etmenin daha zor olduğu düşünülebilir. Bu konuda bilgi edinmek adına SEROTONİN, İNANÇ ve MUTLULUK adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Süreç içinde kontak kuruldukça KİŞİLİĞİN YAPISINA GÖRE sevgi oluşur, ya da oluşmaz. Doğru yaşamak adı verilen serüvenin içindeyken aracı doğru kullanmak kesinlikle PE celp eder; celp olan PE, kişiye özel doğru kaderi var eder. Bu kaderde genelde inanç (yani iman, ya da farklı sübjektif gelişmeler) oluşur… ama bu da şart değildir. Kişi, güçlü bir kontak içinde olduğu halde inançsız kalabilir. Hep söylerim: Bir romana konu olmuş NE akımında ataklardan etkilenmeyen (ful pozitif olan) tek kişi spiritüel liderler, din adamları, gurular, beyaz büyücüler DEĞİL, New York polis teşkilatının bir müfettişi idi. :D
Bize göre sevgiye -özelikle bir öğreti aracılığı ile tanrısal sevgiye- yönelme ihtiyacı baş göstermişse, kişi yaşam içinde yüzleştiği olaylardan biraz yorulmuş demektir. Yani kendini ısıtacak, besleyecek, dinlendirecek, yaralarını saracak bir ortama gerek duyuyordur. Bunda da bir hata yoktur. (Deprem sonrası acele ile yapılan evliliklerin bazıları son derece başarılı olmuştur. Birine ben tanığım.) İnsanlar rahat bırakılırlarsa kendilerine neyin gerektiğini kendi başlarını bulabilirler. Ancak kişinin neden bu denli yorgun olduğu atlanmaması gerekli bir noktadır. Aşırı yorgunluk, aşırı darbe almışlığa delildir ve asıl üzerinde durulması önemli konu bu durumun nedenselliğidir. PE, darbelerden korur.
“tabi bu yolda bana yol haritasi olacak gruplar insanlar aradim”
Ortak şekilde kullanılabilecek bir yol haritası olduğuna fazla inanıyorum kardeşim. Kendinize özgü yolu siz sezeceksiniz, bulacaksınız.
Konuyu biraz saptırayım ve bazı farklı şeyler söyleyeyim:
Yaşam yorgunu kişilerin eksiği (aldıkları darbelerin nedeni) cesaret eksikliği olabilir. Yaşam, sadece cesur kişileri hep söz ettiğim o şahane şölene davet eder.
Şöyle anlatayım: Yaşam, yani kişinin hayatı, kendisi her ne kadar istemese de, bir Camel Trophy ’dir. Yarışmacılar ise diğer insanlardan çok, kişinin kendidir. Kişi maceracı karakterde olmasa da, olağan ve dingin (hızı azaltılmış bir ritmde) yaşam özlese de, bu ağır akan model için bile söz ettiğim yarışa -bir süreliğine de olsa- girmek zorundadır. (İstekler pırıltı ve şatafat yerine, durağanlık içerse de, elde edilen başarı, pırıltılı ve şatafatlı sayılabilir.) Ve bu yarışta cesaret çok, ama çok gerekli bir unsurdur. Bir kişiyi kendinden güçsüzlerin olduğu bir yarışa koysanız, altına mükemmel bir jeep verseniz, çok iyi araç kullanmayı, harita okumayı vb. öğretseniz, eğer cesareti yoksa yarışı kaybedecektir.
İyilik, sevgi, vericilik, paylaşımcılık PE için öncel gereklilikler olsalar da, eğer cesaret eksiği varsa, tek başlarına yeterli olmayabilirler… çünkü fazla bilinmese de, cesaret de erdemdir.
Ancak cesaretin ne demek olduğu çok iyi anlaşılmalıdır. Cesaret adlı kavramı yanlış yorumlamak adamın başına öncekinden misli ile tatsız işler açar.
Cesaret, ataerkil kültürde “kolay saldırmak” denilebilecek bir eylemle yan yanadır. Sisteme göre cesur olmayan da korkaktır; çünkü cesaret “gözükaralık” ile eş tutulmaktadır. Oysa son derece atak, gözükara, risk alabilen kişiler ciddi ölçüde korku taşıyor olabilirler; çünkü bilindiği gibi en çok korkan saldırır.
Anaerkide cesaret; iyimserlik, inanç, tembellik etmeme, kolay vazgeçmeme, istenmeyen şeyleri yapma gücü, korku veren şeyleri fazla düşünmeme yeteneği benzeri kalemleri içeren bir kavramdır. Hatta bazen geri adım atma, yön değiştirme, uyum yapmaya karar verme, vaz geçme gibi unsurlar da içeriyor olabilir. Bunları ifa etmek, sinir içinde, düşman şeklinde görülen bir şeye saldırmaktan zordur.
Müslümanlık uzmanı değiliz; araştırmalarımızla elde ettiğimiz kanımızdan söz ediyorum, hatalı olabilirim: Bize göre Müslümanlıkta anaerkil tür cesaret onurlandırılır. Örneğin Maide 54’den düşmana (kafirlere) “saldırın” değil; “güçlü, vakarlı ve onurlu” olun denilir! Şaşırdınız değil mi?
[Kim bilir; belki de sizlerle paylaştığım ayet ve hadislerden Müslümanlığı ne kadar yanlış tanıdığınız, daha doğrusu kirli bir elin o güzel dini ne kadar yanlış yerlere çektiğini hissediyor olabilirsiniz. Bizlere göre pop kültür aracılığı ile -ta ki peygamberin vefatından beri- Müslümanlığa sürekli Yahveh doğruları zerkedilmektedir.]
Yani eğer düşündüğümüz gibi “düşmana karşı güçlü, vakarlı ve onurlu olmak” şartı ile cesaret anlatılıyorsa; bu kavram “saldır” değil, “güçlü ve sağlam ol” şeklinde yorumlanabilecek biçimde verilmiş demektir.
Bir örnek daha vereyim: Batılıların ve Müslümanlığı belki de pop kültür ile öğrenmiş kişilerin eleştirdiği; ya da kimilerinin saldırganlıklarına kılıf olarak ön plana çıkarttığı “cihad” kavramı, “kafir öldürme” anlamında değildir! Cihad, “cehd”den gelir ve anlamı “çaba harcamak”tır. Bize göre Müslümanlıkta da sağlam ve çaba içindeki kimlik cesur olarak nitelenmekte ve övülmektedir.
İşte tüm bu bilgiler ışığında -çok yorgun olmayan kişilerin- Yaratıcı ile kontak adına farklı arayışlara girmeden önce (ya da biraz dinlendikten sonra) “cesaret” adlı duyguyu yeniden yorumlayarak yaşamlarında aktive etmelerini ve de hayatın içindeki o throphy’ye yarışmacı olarak yazılmalarını önerebilirim. Bu girişim onları keyifli, doyum yüklü, heyecan dolu, eğlenceli, aktif bir yaşama ulaştıracak olabilir.
“var ben artik adim atmanin zamani geldigini düsünüyorum bundan sebeple Pozitif Enerji egitiminizi almak için para biriktirmeye basladim”
Dar gelirli iseniz ve eğer eğitim sürecinde keyifleneceğinizi (örneğin her sabah alınan dersler ile heyecan duyup, güzel bir süreç yaşayacağınızı) düşünmüyorsanız; eğitimi “mutluluğa götürecek zorunlu eğitim” olarak görüyorsanız, paranızı eğitim yerine, ayda 1-2 kere flörtünüzle çıkacağınız (kullanıyorsanız DOZUNDA alkol alacağınız) güzel bir akşam yemeğine ayırın derim. Eğitim ücretini rahatça ödeyecekseniz ise “Bir deneyin” şeklinde yanıt vereceğim.
Bizim Pozitif Enerji eğitimi kişiyi değiştirmez; daha mutlu biri yapmaz. Değişmek isteyen kişilerin yararlanabileceği ek (ve bence farklı) bilgiler içerir. Eğitimimiz ile kurtuluşun ya da daha basiti “değişimin” hiç, ama hiçbir garantisi yoktur. O bir yol haritası mıdır? Belki… Bakın, “evet öyledir” bile demiyorum. Pozitif Enerji Eğitimi, kullanımı kişinin tasarrufunda olan bir “ek bilgi” haznesidir.
“egitimi aldiktan sonra beni neler bekliyor”
Öncelikle dersler sadece okunmamışsa, değim yerindeyse “hatmedilmişse”, en azından ders gibi çalışılmış, öğrenilmişse, yaşama farklı, zengin, bize göre pozitif bir bakış açısı kazandıracak olabilir. İkinci olarak II. Dönem programında yer alan minik egzersizler çok çalışan öğrencilerimde gerçekten inanılmaz ölçüde (önceden tahmin edemediğimiz kadar) etkin oldular. Öyle ki, fazla etkin olmaları yüzünden kimi olağan düşünce proseslerine de engel olmaya koyuldukları için bu kez de eskiye döndürme egzersizi yaratmak zorunda kaldık. :D
Toparlayalım:
Yaşam çok kolay; değişim (evrenin yeniden kurulması) nano saniyede oluyor. Eş deyişle eskisinden bütünü ile farklı, HATTA ÖNCEKİNE TABAN TABANA ZIT bir evrenin meydana gelme süresi mili saniye! Bizler sizlere romantik bir yaklaşımla (umut dağıtmak için) değil; gerisinde tutarlı, deneysel olarak kanıtlanmış kuantum yorumları bulunduğu için “evren bir mucizeler ortamıdır” diyoruz. Evren her nano saniyede BEYİNDE, kişi bilinci ile mucizevi şekilde YENİDEN var ediliyor.
Peki neden bu denli acı? O yeteneği bu denli doğru biçimde kullanamama beceriksizliği?
Yanıt açık değil mi? Sebep, ataerkil kültür tarafından yapılamayacağına inandırılmış olmak kadar, hatalı doğrularla evreni an-be-an olumsuz yaratmaya koşullanmış bulunmak. Bu düşünce prangalarını söküp atan her kişiyi muhteşem, her bir isteğinin sınırsızca gerçekleştiği bir kader (yani cennetten nüanslar taşıyan bir kader) beklemekte.
“Her isteğin sınırsızca gerçekleştiği” sözü kimseyi ürkütmesin: Cennet nüansını (bu ortama ister Müslüman Cennet’i, ister Yaratıcının kendi, ister Ana Alan, ister bilinçsiz ama bütünü ile pozitif bir derin katman olarak görün, fark etmez) celp edecek kadar oraları ile senkronize olanların en çılgınca isteği bile pozitiftir. ;-)
“bir bilge oldugun için sana sorayim dedim :)))”
Sağ olun, var olun; ama bilge hiiiiç değilim sevgili kardeşim. Bilge deyince akla her şeyi bilen, her şeyi yerli yerinde yapan, sürekli doğru kararlar alan, olgun, kusursuz bir model gelmekte; ki bu ben değilim. Ben bir araştırmacıyım ve soran olursa bulgularımı paylaşıyorum, hepsi bu kadar. Özelimde (çok az insanın girebildiği yaşamımda) çok farklı biriyim. ;-) Beni tanısanız, yaptıklarımı duysanız (bunlar asla yasadışı olmayan, diğerlerini rahatsız bile etmeyen, etmemesi için gerçekten özverili şekilde önlemler alınan, kimseye “doğrusu bu, sen de dene” denmeyen şeylerdir) beni koyduğunuz yerden çok farklı konuma yollayacağınıza eminim. :D
Ancak şu denilebilir: “A! Ciddi mi? E, pek de işe yarar biri değilsen o zaman pek çok kişiye pozitif enerji hakkında bu kadar lakırdıyı ediyorsun ki?”
Hah, işte bunu diyenler sürekli kaçan, ele geçmez ya da saklı gerçeği kuyruğundan yakalamışlardır: Pozitif şeyleri bilen ve de uygulamaya çabalayan kişilerin ne bilge olması gerekir, ne spiritüel lider, ne guru, ne din adamı; hatta ne de “pek işe yarar biri”.
PE (yani rahat bir ruh), bir yandan korkusunun üzerine giden (istemediklerini yapan, örneğin sorumluluk alan), diğer yandan kendine göre en iyi biçimde eğlenen (istediklerini yapan), bunların arasında fark etmeden denge kuran sıradan kişilerin kolay celp ettiği bir frekanstır; öğretilere/kitaplara gömülenlerin, ya da öğreti yumurtlayanların (ahh… başım!) değil.
Hiç tahmin edilmese de pozitif kişileri;
-
aydınların onaylamadığı partilere oy veren, ama gün içinde ailesine bakmak adına özverili şekilde çalışan, satış adına az-biraz çalımlar atan ;-) akşamları iki kadeh parlatan esnaflar,
-
kadın arkadaşları ile toplaşıp onlara güzel yemekler, tatlılar, kekler hazırlayan, dedikodu eden, tahta boyayan, çiçek yetiştiren, süs-püse para (belki kocasının parasını) döken, diğer yandan da eşine/çocuğuna bakan (yani kendi bakan, çalışacağım diye yuvaya/kreşe postalamayan :) ) ev hanımları,
-
otistik bireyler;
-
bedenine erkekler kadar korkusuzca sahip çıkıp (selüliti olmasın diye aç yaşamayan, ama kendini de salmayan, küçük/büyük göğsünden/kalçasından, uzun/kısa boyundan utanmayan, onu zevk adına özgürce kullanan kadınlar,
-
hatta (ben olmasam da) bana benzer azgınlar arasında bile bulmak
daha kolaydır.
Yücelmek ve kişileri yüceltmek gibi kavramlar ataerkil esintiler taşıyor olabilir. Baba Tanrının dini olan Dionysos inancına (ki, Dionysos, Şiva'dır ve Şiva meditasyondan, tantraya bir dolu güzel şeyin yaratıcısıdır) "halkın dini" denmiştir. Kutsallığın en çok sıradan, olağan kişilerde bulunduğu düşüncesi inançta yer alır; çünkü kutsallık, Yahveh öğretisi ile beynimize sokulan şeyle alakasızdır. İşinize yarar şeyler söyleyebiliyorsam yüceltilmek değil, arkadaşınız konumuna kabul edilmek beni daha mutlu eder. İnsan, arkadaşına da düşünceli, kibar ve saygılı olabilir.
Yine de gönlünüzdeki belki de en değerli nitelemelerden birini bana da ayırdığınızı için gerçekten -benim devrin sözü ile- mütehassis oldum. Çok teşekkürler ederim.