Öncelikle nasilsiniz? (mailimi okudugunuz ani referans alabilirsiniz) diyip hal hatir sorarak baslamak istiyorum :)
(..)
Yeni kesfetmis bulunmaktayim sitenizi. Yazilariniza, sorulara vermis oldugunuz yanitlara, video kliplere baktim. Alisilagelmisin disinda farkli bir bakis açiniz var. Çogu konuda da sizinle hemfikir oldugumu anlamak da beni onure etti dogrusu. Farklisiniz. Aslinda farkli degil de kendinizsiniz.
(..)
Özetle size siz oldugunuz için tesekkür ediyorum:) Emeklerinize caniniza saglik :)
Baktigimiz zaman dini kaynaklarda da Allaha kavusmaktan bahsedilir ama bedenin ölümünden evvel gerçeklesmesi ile mümkün olacak bir ölüm bu. Islamda mutmain olmak denebilir bu duruma. Kalbin tatmin olmasi yani hidayete ermek. Muttaki kullar... Allah ile olmak aslinda Allahta ölmek gibi bir durum bakinca. Ona kavusmak. Ondan geldik, Ona dönücez derler. Freud kendisi teist olmadigi halde bu geri dönme konusu cansiz bir varlik iken canli olmak ve sonra tekrar cansiz olma arzusu olarak izah ediyor.( Ateist oldugunu vurguladim çünkü dini metinleri referans almayan bir zihnin de geri dönme yani baslangiç noktasina dönme arzusunu ele almis oldugunu anlatmak istedim ) Kisiler farkli kaynaklar kullansa da ortak sonuçlara variyorlar.
(..)
Anne rahminin adinin Allahin besmelede geçen rahman ve rahim isimleri ile benzer olmasi da dikkat çekiyor dogrusu. Allah da kullarini arza birakmis gibi ama Kur'anda Ben sizi birakmadim hala sizinleyim Beni bulun diyen bir tanri var. Burdayim gözler idrak etmeye yetmez. Bakmak yetmez...Gören ile görmeyen bir olmaz der.
(..)
Uzun oldu biliyorum ama inanin kisaltmaya çalistim. Affiniza siginiyor. Ve simdiden tesekkür ediyorum. Güzel kalmaniz dilegiyle
YANIT
Editörün notu: Yukarıdaki soru, uzun bir metnin kısaltılmış halidir. Tüm içeriğe ulaşmak için lütfen tıklayın!
Hakkımda beni keyiften havalandıracak şeyler yazmış (umarım hanımsınızdır ;-) ) bir kişiye “Sözleriniz gerçekleri yansıtmıyor” demek çok zor bir iş… ama siz söyleyin; eğer sorulmuş soru varsa, araştırmalarımız doğrultusunda yanıtlamaktan başka elimden ne gelir? Bildiklerimi aktarırken yaratacağım parçalı bulutlu havayı dağıtmak için her zaman ettiğimiz kelamı yineleyeyim: “Sözlerimizin mutlak gerçekleri yansıttığı gibi bir iddiamız yoktur. Sözlerimiz hakkında verdiğimiz güvence sadece onların (araştırmalara dayanan) mutlak inançlarımız olduğu ile sınırlıdır.” Yani teorilerimizin dangalakça olması bile mümkündür; ama ekleyeyim, üstlenen birçok kişiye iyi geldiği de bir gerçektir.
Psikanaliz, aramıza mesafe koyduğumuz (hem de pek uzak bir mesafe koyduğumuz) bir sistemdir. Bu yüzden psikanaliz kaynaklı olarak sunduğunuz sözler de sistemimize bütünü ile terstir.
Öncelikle ölüm ve aşk arasında (teşbih saiki ile; bir metafor, bir mecaz olarak dahi) bağlantı kurmak yanlıştır; bunun nedeni birinin onuruna diğerini kirletmek değil, alakasız iki şeyi birbiri ile karmaya çalışıp, ikisini de yanlış konumlandırıp, doğru yorumlayamamak, bu yüzden de işe yarar şekilde kullanamamaktır.
İlk önce aşk hakkındaki sözlerinizden yola çıkarak “ego”dan başlayalım.
Freud çıkışlı bu ego/id/süperego kavramı, QM ile ifade edilen evren gerçeğine bütünü ile ters, bölücü bir yapıdır.
[Bilimsel (deneye dayalı) olmayan hiçbir şeyi ciddiye almayan aydın nice kişinin, hiçbir deneyselliğe dayalı olmayan bu laf-ü gezaf’a bu kadar değer verme nedenini açıklamak zordur. Kişisel düşüncem bunun gerisinde batılı kültürün gereğinden fazla yüceltilmesi vardır.]
Bilinci bölünmüş olarak ele almak, aslında kendi elinizle bölmek demektir. Bu adımdan sonra evrene soracağınız sorular bu meyanda olacaktır.
(Evrene sorulan sorular hakkında minik bilgi vermek için bu yanıtımdan alıntı paylaşayım: ” Bazı bilim adamları (von Neumann, Heisenberg, Dirac, Stapp vb.) evrenin kişi tarafından evrene sorulan sorularla yapıldığını teorize etmekte ve bunun formülünü yazmaktadırlar. Söz edilen teorilere göre evreni var eden en-en-en-en önemli nokta ise evrene hangi sorunun sorulacağıdır! Yani sorunun içeriğinin (yapısının) önemi büyüktür.”)
Heisenberg Choice ile observer’in (yani sizin) doğaya (evrene) hangi soruyu sorması gerektiğini tayin etmekte olduğu anlaşılır! Yani yanıt, sorucunun sorusuna göre gelmekte, evren böyle var olmaktadır.
Stapp bunu geliştirir, ünlü Schrodinger denkleminin dalga fonksiyonun çökmesine neden olacak (tarafınızdan evrenin yaratılacak) “soru”nun ne olduğunu belirtemediğini ortaya çıkartır. Yani ünlü denklemde eksik vardır… o da insan iradesinin evren yapmaktaki oynadığı roldür. Dalga fonksiyonun çökmesi ile bilincin bilgi sahipliği arasında doğrudan bağlantı vardır. William James “bilinç, seçimler yapılması gerektiğinde bir 'seçme aracısı'dır” demiştir.
Evrenin mutfağı olan mikrokozmosta her şey birbirine karışık, bulaşıktır. Mikrokozmos bilinçte olduğuna göre, bilinçte bölünme (ya da bölümler) yoktur. Bölen, söz konusu hatalı (ataerkil) teorilere inandırılan bizleriz. Bunlara inanan kişiler artık ne aşkı, ne de ölümü doğru yorumlayabileceklerdir.
Ego yoktur. Ataerkil kültür tarafından beyinlere “Diğerinin üzerine çıkarsan kolay ve acısız yaşarsın, çok kazancın da olur” şeklinde sokulan doğruların yarattığı “üste çıkmanın gerekliliğine inanmışlık” vardır.
Ancak “ben ve kendim” adlı bir yapıdan söz edilebilir. Bu yapıya –hazır mısınız duymaya- yaşam boyunca hiç, ama hiçbir şey -bu "hiçbir şey" sözüme karşı cinsten kişiler (eşcinsellik ortamında aynı cinsten kişiler) de dahildir- bulaşamaz, karışamaz. Vajinadan çıkıp, ataerkil yaklaşımla baş aşağı tutulup, milyonlarca hücremizin yok edilerek zırıl zırıl ağladığımız andan, diğer alemde uçmaya başladığımız ana dek kendinizle birlikte YALNIZ var olursunuz.
“Yalnız” sözcüğünü okuduğunuzda belki de kalbinize tatsız bir rüzgar esti… Haklısınız… ama çok da haksızsınız!
Haklısınız; çünkü ataerki bu muhteşem tamlığı ürkünç bir şey olarak size öğretmiştir. Haksızınız; çünkü kişinin kendisi ile sağlıklı bir tamlık içinde yaşaması muhteşem bir doyum yaratır. Zaten bu güzel tamlık hissedilemesin diye “yalnızlık” adlı bir pis şey yaratılmıştır.
Aşka gelelim… Hiçbir aşk, yani hiçbir yakışıklı veya dilber, ona yönelik her ne hissediyor olsanız da, bu tamlığa dokunamaz bile! Evet, BİR SÜRELİĞİNE yan yana durulur, hatta sarmaş dolaş olunur… harika şeylerdir bunlar. Ama bunların harika şeyler olduğunu gerçekten kavramak, hatta yaşamak için, o kişinin sizinle ASLA “bir” olamayacağını bilmek şarttır. Yaşamınız boyunca HİÇ BİR ŞEY KALICI DEĞİLDİR… siz ve kendinizden başka… En muhteşem aşklar bile biter… gider… on sene sonra geriye bakar “Yav, ben bu tip için mi bu kadar mahv-ı perişan oldum (ya da uçtum)” der, şaşa kalırsınız. :D
Aşk ve sevgiyi öncelikle kendine duymayan, kendi ile sağlıklı (hedonizme, kara sevdaya kaçmayan) bir ilişki kuramayan kişi, diğer hiçbir yakışıklı ya da dilbere gerçek aşkı duyamaz… bundan keyif alamaz… aşk acısı diye saçmasapan şeyleri yaşamaya başlar.
Oysa aşkta acı olmaz!
Olağan dışı gibi görünebilecek olan sözlerimi ezoterizm ortamında kanıtlayayım: Aşk; (tıpkı Ana Tanrıça gibi) Venüs planeti ile sembolize edilir. (Bir dipnot: Venüs'un ezoterizmde rengi yeşil renktir. Bu durumun nedenselliği bilimsel verilere dayandırılarak eğitimlerimizde anlatılmaktır. Müslümanlığın da -Hıristiyanlık ve Yahudilikte görülmedik şekilde- temel bir rengi vardır: O da yeşildir. Kuran'da yer alan Cennet tanımlamalarında yeşil renk, ana renk olarak yer alır.)
Venüs, salt mutluluktur. Aşkta acı olduğu anda, kişi duygusunun bir aşk karikatürü olduğunu (ya da aşk gibi bir duyguyu hissedecek evrimselleşmişlikte olmadığını, yani aşka hazır sayılamayacağını) anlaması gerekir.
Şimdi de birkaç cümlenize dokunayım:
“bu ask ne erkektir ne kadin ikisi bir maden ocaginda eritilip bir tek kaliba akmis alasim gibidir artik"
Bu düşünceler de doğal yapıya hayli ters… Bir erkeğin ve kadının aşkı bambaşkadır ve bunun gerisinde erkek ve kadın karakterlerindeki farklılık yatar. Farklı olması da iyi ve doğrudur.
“benligin yikimidir ask.”
“Ben ve kendim” birlikteliğini hiç bir güç değil yıkmak, sarsamaz bile. Onu zamansızlık ortamından (diğer alemden) getirdik, bu alemde rafine ediyoruz ve yeniden zamansızlığa onunla geçecek, sonra yine oraya buraya gelip-gideceğiz.
“Ölmektir ask.”
Bu romantik, duyması tebessüm ettirici sözler için “Bu sözlerin kaynağı, kişinin başına gerçekten büyük dert açacak şeyleri ballı gösteren ataerkil doğrulardır” demeden geçemeyeceğim. Bu düşünceleri beyninizden hemen temizleyin, kendiniz bulun, kimseye gerek duymadan tek kişilik baloya artık gecikmeden katılın. O zaman yukarıda söz ettiğim yakışıklı veya dilberin tadına daha iyi varacak, onu daha mutlu edecek, aşk acısı gibi ipe sapa gelemez diyeceğim düşüncelere bulanmayacaksınız.
“Zorlanti aci ve izdirap da o noktada baslar. Egolar çatisabilir"
E, hani aşık olunca egolar yok olurdu? ;)
Şimdi ölüm konusuna geçelim ve hemen ekleyeyim: aşk konusunda ağır ataerkil dolduruşa gelmiş olduğunuzu düşünsem de, Tanrı (sizin inancınızda Allah) hakkında çok güzel şeyler yazmışsınız. Birkaç cümlenizi alalım:
“Baktigimiz zaman dini kaynaklarda da Allaha kavusmaktan bahsedilir”
Kesin doğru bilgidir, yayalım… : )
“Allah ile olmak aslinda Allahta ölmek gibi”
İnanılmaz güzel bir cümle bu! Kaynağı sizseniz gönülden kutlarım. Şöyle açalım: Koptuğumuz Ana Alan ile yeniden tam olmak, bir kez daha onun parçası şekline girmek, yerimize dönmek... Bu bir bitiş (yani bir ölüm), ama aslında başlangıçtır. Zaten ezoterizmde ölüm, öncel sahip olunan bir şeyin, daha iyi bir şeye götüren, biraz tatsız bitişi”dir.
“Freud kendisi teist olmadigi”
Bu hazret hakkında beni konuşturacak şey pek yoktur; ancak iki laf edeyim: Bu kişi, uyduruk (deneysel ortamda kanıtlanamayan) lafları ile insanlara -Hitler'in Yahudilere yaptığı mezalimden fazla- acı vermiştir, buna inanın.
“Allahin besmelede geçen rahman ve rahim isimleri ile benzer olmasi da dikkat çekiyor dogrusu.”
722 sistemine göre Müslümanlık, paganist Ana Tanrıça/Baba Tanrı –bir anlamda- ayrılığını yok etmiş ve “Bu ikisi farklı şeyler görmeyin, gelin modernize edelim, bunlar tektir” bilgisini vermiştir. Rahman, pagan Baba Tanrı; Rahim, pagan Ana Tanrıça’dır. Müslümanlığın “modern din” söylemini bence bu gibi görmezden gelinen noktalarda aramak gerekir. Bir kez daha yineleyeyim: Besmele, “Yaratıcıyı artık Ana/Baba diye ikiye ayırmayın, o HEPSİDİR, eski devrin söylemini aşalım” mesajını içerir.
“Ben sizi birakmadim hala sizinleyim”
Çooooo (lütfen buraya birkaç yüz “o” harfi ekleyin)k doğrudur. Evet; makrokozmos, bölünmüşlük ortamıdır. Bu ortamda aldatılmış bilinçlerimizle hep yanlış ata oynar durur, makronun sürüp gitmesine neden oluruz. Ama İster pilot wave deyin, ister takyonlar, ister bizler gibi “keşfedilmeiş bozonlar ve de parçacıklar”; Ana Alan adını vermeyi sevdiğimiz Yaratıcı (Müslmanlıkta Allah, paganizmde Ana Tanrıça ve Baba Tanrı), makroya sızar (yani bize ulaşması –BİZİM KOYDUĞUMUZ ENGELLER YÜZÜNDEN- çok da kolay değildir) ve bize sürekli yardım eder. O hala –kimilerimizin kalbinde (bilincinde) çok derinlere gömülmüş (itilmiş) olsa da- bizde vardır. Kendimizi attığımız bu batak çukurda bile bağlantı kopmamıştır hala.
“Allah cennet ehlini selamlamakla müjdeliyor. Allahin selamini almak...”
Yine çok güzel bir nokta… Biraz konuyu genişletebilir miyim? Bence biraz da haklı olarak Müslümanlığa tepki duyan kişiler kendilerine “Selâmün aleyküm” diyenlere biraz da sertçe “Merhaba” veya “selam” diyerek karşılık veriyorlar. Bize göre NE celbinin bir yoludur bu. O kişi ders vermek, (hatta inancını baskın kılmak) amacı ile o sözü söylemiş olsa da (yani içinde yok edilecek olma korkusu ve bundan kaynaklanan NE varsa da), yapılacak en büyük yanlış, ona, onun enerjisi ile yanıt vermektir. Bir kötülüğü bir diğeri ile (kötülüğe aynı yöntemle yanıt vererek) yok edemezsiniz. Bu yaklaşım kötülüğü tetiklemek anlamındadır. Yerine, sadece iki kelime “aleyküm selam” demek, yaratıcının en halis PE deposu cümlesini (Allah’ın en güzel esmalarından birini) NE taşıyana zerk etmektir. O kötü sanılan kişinin yüzündeki rahatlama, bize doğru işe yaptığımız, zıtlıkları birleştirdiğimizi gösterecektir. İnsanların pek azı gerçek anlamda kötüdür. Kötülük olarak değerlendirdiğimiz şeyleri yapanların beynindeki temel alan korkudur. Korkudur muhteşem öfkeleri yaratan.
Ayrıca Selam, öncel bir pagan tanrının, ya da Venüs gezegeninin enerjisini taşır. (Bu konuda bilgi edinmek adına SELAMÜN ALEYKÜM ve ŞEYTAN - 2. bölüm: Eski Bir Tanrı "Shalim" adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Batılıların Müslümanlığa kara çalmak için “pagan din” demeleri bir ölçüde doğrudur. Az önce söylediğim gibi, bize göre Müslümanlık, o devirlerde biraz bozulmuş olan paganizmi modernize etme çabası taşıyan bir dindir.
“Ölmek zorunda miyiz sizce?”
Ve “ölüm nedir?”e gelelim.
Ölüm, Ana Alan’dan koparak içine düştüğümüz kabustan uyanmadır sadece.
E, o zaman cesareti bi’ toplayalım, kendimizi öldürüverelim?
QM ve ETC’in ezoterizmi uyarlanması ile var edilmiş 722 sistemimize göre ne yazık ki kazın ayağı hiç de öyle değildir; çünkü maharet diğer alemde kalmak, yani öldükten sonra yeniden bedenlenmemek, makroda doğmamaktır… ve bu iş hiç de sanıldığı kadar kolay değildir!
Konuyu açalım: Diğer aleme geçtiğimiz andaki dalga fonksiyonu (ruh) frekansımız eğer Yaratıcı’nınkine (Ana Alan’a) uzaksa, onunla YİNE birleşmemize (Cennet’e gitmemize) imkan olmayacaktır. Kötü haber odur ki, çok küçük bir olasılık olsa da (evrim ileri işler, gelişim içerir) eğer bu hayatta bilincimizi bet bir hale getirdikse, dinsel literatürde Cehennem olarak nitelenen bir ortamda yeniden bedenleneceğimiz kaçınılmazdır. Ancak moralimizi bozmayalım, genelde dalga fonksiyonu, Ana Alan ile kolay-kolay senkronize olamayacak olsa da, geride bırakılan hayattan daha iyi yerlerde bedenlenir (parçacık olarak çöker). Ama süreci keyfi (zamansız) noktalarsak (köprüden serin boğaz sularına balık atarsak) evrim yarım kaldığı için yeniden -bırakmaya çalıştığımız ortamda- bedenleniverecek ve yaşamın bıraktığımız yere dek olan bölümünü bir kere daha yaşamak zorunda kalacağız. Bu pek de rantabl bir seçim değil bence. Ancak yineleyeyim: Sözlerim 722 sistemi çıkışlıdır; mutlak doğrular olduğu hakkında iddiamız yoktur.
“Ben sizin gibi özel olan insanlara "kendinden desenli" derim :))”
Editör arkadaş bu cümleyi pembe renkle taramış… yani çok hoşuna gitmiş. Bu harika tamlamayı teşekkürlerle kabul edecek, izniniz olursa, birlikte çalıştığım arkadaşlarıma da ibla edeceğim.
“Cazibeniz var. Benim algimda suan çok karizmatiksiniz mesela;) Çok da çekici geldiniz. Ilgimi, merakimi celbettiniz. Size karsi kisa sürede sempati ve hayranlik olustu içimde :)”
Bu sözler beni tabidir ki çok sevindirdi; ancak sevincimin bir nedeni de insanları salt iyilik/bilgi/yarar/hayr DEĞİL; karizma açısından da değerlendirmeniz; yani bu iki (Yahudilik ve Hıristiyanlık tarafından ayrılmış) yapıyı birbirine karabilmeniz, karıştırabilmeniz. Müslümanlıkta bu kavramlar tamdır, birdir, ayrılmamıştır. Güzellik, karizma, süs gibi unsurlar ve olgular "dünyasal" diye lanetlenmez; bilakis, onurlandırılır. Hatta onların orijinallerinin Cennet'te olduğu deklare edilir. Özetle beni çekici bulmanız şahsımı bir adem olarak keyiflendirdi... ama en çok da bir kişinin ayrılmış (bölünmüş) zıtlıkları birleştirici yaklaşımı başarması geleceğe dair umut verdi. Ek teşekkürler "sevgili" sorucu.:)
“Sevgi hissediyorum.”
Ben de size… Buna inanın.