YANIT
Merhaba sevgili öğrencim, arkadaşım, kendini nereye koyuyorsan. :)
Toplumun ezici çoğunluğunun kullandığı ve bundan hoşnut olduğu bir olaya "zararlıdır" demek, seçimlere bir saygısızlıktır bize göre. Her zaman yinelediğim sözümü yanıtıma başlarken bir kez daha dile getireyim "Her insan rahat bırakılırsa kendine neyin iyi geleceğini bilecek kapasitededir."
Ama bana soru yöneltmişsin. Beynimdekileri aktarmasam olmaz.
Bilimsel "takılmadan" önce moral açıdan olaya bakalım: Toplum karşısında -ailesinden, geçmişine; eylemlerinden, düşüncelerine- yaşamlarının her aspekti ile tanınan insanlar hakkında bütünü ile gizli konumda durmayı seçerek ağır eleştirilerde bulunulan ortamlardan hayr beklemek bize göre mümkün değildir. Bu tutum bir diğerinin alanına girmekten öte, saldırmaktır.
"Alana girme" konusundaki düşüncelerimizi yanıtları izleyenler bilirler. Bu davranış öyle belalı sonuçlar yaratır ki -elinde olağan insana göre kaderi istediğimiz şekilde belirleme imkanına biraz daha fazla olan- bizler, bu yanlışı yapmaktan öte, fark etmeden yapacak olmaktan kelimelerle anlatılamayacak kadar ürker, bir arzumuzu realize etmek adına çalışmaya başlamadan önce imajinasyonumuzu dikkatle belirleriz. Arzumuzun (çalışma konumuzun) çıkış noktası (tetikleyicisi) bir kişi olabilir; örneğin bir hanımı aşırı beğendiğimiz için bir çalışmaya girişebiliriz. Başında halo olan peygamberler değil, son derece sıradan adamlarız. Ancak çalışmayı o hanıma yönelik DEĞİL, onun bize –karşılıklı olarak- şenlik, eğlence, coşku, yaşama isteği ve tatmin getirecek benzerini bulmaya çalışırız. (Bu konuda bilgi edinmek adına Majinin gerçekleşme şekl (Ek yanıt)
ve
Sen nasıl maji yapıyorsun? (Janus'un çalışmaları ve başarı miktarı)
adlı yanıtlarıma gözatabilirsiniz.)
Alanlara kaymaktan o kadar çekiniriz ki, çalışmada o hanımın gerçekliğinden parça içermemeye (o alana bulaşmamaya) büyük ihtimam gösteririz.
Çok mu ahlaklı adamlarız? Bilemem, bence sıradanız. Erdem adına çabalasak da, sonunda makroda bedenlenmiş bir alanız, insanız. Dikkatimizin nedeni ermiş kimliklerimiz değil, başımıza dert açmaktan korkmaktır aslında. Büyücü ile adept farkı da burada başlar.
Alana girmeyi geçin, son yüz yılın modası olan eleştirmek de anaerkide hiç tutulmaz… tıpkı rekabet gibi! (Bu nedenle sitemizde yanıtlar hakkında "Beğen/Beğenme" linki yoktur.) Kimsenin bir diğerinin eleştirisine ihtiyacı yoktur aslında; insanların güzel şeylere sahip olmak adına ne yapması gerektiğini, neyin doğru olduğunu hayat ona yaşarken öğretir. Eleştiri ise hala bir dolu eksiği bulunulan bir diğerinin görüşüdür sadece. Hem bilirsiniz "Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış" şeklindeki atalar sözünün belirttiği gibi, kimseye kendi inandığından başkasını kabul ettiremesiniz.
Rekabete de hiç gerek yoktur; çünkü zaten herkes farklı yolda ilerlemektedir. Doğrusu ve iyisi, insanların arada diğerlerine –onun önüne geçmek değil, bilgi almak için- göz atmaları ama sonunda yine bildiklerini okumalarıdır.
[Spor karşılaşmalarındaki rekabeti Olimpiadlar adı altında ataerkinin en büyük belirleyicisi antik Yunanlılar başlatmıştır. Anaerkide şar yarışları bile yoktur. Ama SPOR GÖSTERİLERİ vardır ve bu gösterilerde kadınlar da yer alır. Boğalara binbir acı çektirip, kan revan içinde öldürmek değil; onlarla hoş gösteriler yapan kadınlar ve erkeklerin resimleri anaerkil Girit uygarlıklarına ait fresk ve resimlerde izlenir.
Spor adı altında servis edilen olayın içindeki gizli tuzak, yaygınlaşmasından beri dansın ikinci plana itilmesinden bellidir. Kadınlar artık koşmakta, ama dans etmemektedirler. Örneğin reklamlarda kadınlara yönelik ürünlerin satışı adına yaratılan özendirici mizansen jog atan kadındır, dans eden değil. Kardio bandında kan ter içinde kalan kaç kadın acaba dans ederek terin yarısını atmaktadır? Erkekleri bin bir yalan ile danstan uzak tutmayı başaran –kibarca- ataerki, artık kadınlara da hükmetmeye koyulmuştur.
]
Başarı, ancak bu yaklaşımla ilerlerken celp edilen PE ile gelir. Başarı, tanrı ya da inanca göre pozitif mikrokozmos alanından VERİLİR, kazanılmaz. Hırs içinde önce geçme ihtirası ile ilerlemek, belki (o da belki) bir süre öne geçirir, ama bu süreçte çekilen NE hem giderek batırmaya başlar, hem de akla gelmeyecek alanlara sızarak orada kayıplara neden olur. Rekabet ve eleştiri insanları birbirine düşüren ciddi tehlikelerdir. Eleştirinin celp ettiği NEnin en çok eleştirende kümeleneceği de bilinmelidir.
Yazılara ve idae/inanç paylaşmaya dayalı sosyal medyaya sempati duymasak da, Instagram ve benzeri ortamlarda fotoğraf paylaşmayı onaylıyoruz. Kişisel olarak hiç birimizin Youtube, Facebook, Instagram, Twitter ya da başka ortamda hesabı yok. Ancak insanların mutlu oldukları anları, bebeklerini, yiyip içtiklerini, satın aldıklarını, güzel olduklarına inandıkları hallerini, gezip gördükleri yerleri –karşılık beklemeden- ortaya koymaları onlar için doyurucu bir eylem, güzel bir oyalanma aracı olabilir; yalnızlık içinde, bir odada kitap okumaktan daha fazla PE celp eder. Bizler fotoğraf paylaşmakta küçümsenecek bir şey olduğuna inanmıyoruz. Bildiğim kadarı ile izleyiciler genelde fotolara olumlu yorumlar yapıyorlar. Bu da çok güzel bir şey… Hoş bir cümleyi fazla inanmadan (nezaketen) söylemek de güzellik celp eder (dalga fonksiyonunu pozitif şekilde çöktürür); en azından eleştiri kadar NE evoke etmez.
Sosyal medya ancak insanlar birbirlerine güzel şeyler söylemeyi öğrendiklerinde; kendilerinden olmayanın olumlu yanlarını dile getirmeyi sevdiklerinde gerekli bir ortam olabilecektir.
Oysa günümüzde anlayış -politikacılar dahil- kendisinden olmayanın olumsuz yanlarını dile getirmek üzerine kuruludur. ("Acaba bu yaklaşımın yaratıcı ve tetikçisi politikacılar mıdır?" diye düşünmeden edemiyorum.) Üzülerek söylemem gerekir ki "Muhalefet etmek karşı çıkmaktır" yaklaşımın yaratıcısı İsmet İnönü'dür.
[TVu kuantum mekaniği ve uzay hakkındaki belgeseller ve Hurda Avcıları adlı dizi dışında sadece ana haber kuşağında ilk on beş dakika, genelde A haber/Fox TV yi dönüşümlü olarak izlerim. Bu süreçte bir partinin diğeri için –nazarlık olarak bile- tek bir olumlu kelam ettiğini duymadım. Bu yeni olan bir şey de değildir ve çocukluğumdan beri böyle gelmiş, böyle gitmektedir. Bu yüzden uzun yıllardır (anaerkiye geçtiğimden beri) tarafsızım. Oylarımı boş atarım. Bazen –öyle gerekli gördüğüm için- hiç kullanmam. A-politik biriyim.
Bu davranışı uygulamamı tetikleyen Yıldız Kenter'dir. Yıllar önce, (beni okuyan pek çok kişi daha doğmadan önce :) ) seçimden evvel partiler AP ve CHP şeklinde yazılar ile cadde ve sokakların duvarlarını doldururlardı. Bu yetmezdi, her parti bir diğerinin sloganını da karalardı. Örneğin (sanırım 76 yılında, yanılıyor olabilirim) "AP… AP… TÜRÜN" sloganının "SAP… SAP… SÜRÜN"e çevrildiği aklımda kalmış.
Seçim sonrası, oylar sayılırken (ki, bu iş o zamanlar çok uzardı) TVde ünlü kişilerle röportajlar yapılırdı. (O zamanlar TV tek kanallı ve siyah beyaz olduğu notunu düşeyim. :) ) Röportajlardan biri Yıldız Kenter ile yapılmıştı. Hala gözümün önünde… Yıldız hanım, tiyatrosunun izleyici koltuklarından birine oturmuş olarak –mealen- şöyle demişti: "Ben bu seçimde oyumu kullanmadım, partiler sokakları kirletmekten vazgeçmedikçe kullanmayacağım."
Artık zaman değişti, ama hala sokaklar seçimler önceki boyanıyor. Ama durun, yanlış bir laf etmeyeyim; kimi zaman çıkarılması neredeyse mümkün olmayan stickerler da yapıştırılıyor. :) Bizim apartmanın kapısına iki yıl önce salgının ilk günlerinde belediye tek bir kere apartmanı ilaçladıktan sonra yapıştırılan "Bu apartman falanca belediye tarafından ilaçlandı. Belediye başkanı bilmemkim" yazan sticker –yeminle- nasıl bir şeyse, hala çıkartılamıyor. Kazımaya uğraşa-uğraşa yarısını çıkartabildiler. Yarattığı -moda değim ile- "görüntü kirliliği" anlatılamaz düzeyde.
]
Bu ölçüde rekabetçi bilince bir toplumu yönetmeye aday olan kişilerin BİLE sahip olduğu bir ortamda; kimlikleri gizleyerek, kimlikleri açık kişiler hakkında görüş bildirmek(!) nasıl bir enerji çekecektir? Bu soruya benim yanıt vermeme gerek yoktur.
Şimdi biraz "bilimsel takılalım".
722 teorisi bilimsel ETC ve QM teorilerine sırtını dayamış ezoterik bir sistem ve teoridir. Geliştirildiği bilimsel teorilerin "gerçekliği bilinç meydana getirir" (bu bilimsel içerikli cümleyi "her insan kendi kaderini kendi yaratır" şeklinde basite indirgeyebiliriz) şeklinde özetlenebilecek olan kısmının mimarlarından Stapp'ın teorisi şöyledir:
Beyin sürekli çevreden etkileşim ile kodlar alır bu yüzden beynin içinde çok sayıda yarı kararlı durum vardır. Bunlar alt düzey kodlardır. Biliçli deneyim ise fiziksel dünyadan alınmış birçok alt seviye kod arasından üst düzey kodu seçerek yapılan bir yaratici eylemdir.
Heisenberg versiyonunda (ki, Stapp ile paraleldir), belirli bir eğilimin seçilmesine yol açan, gözlem eylemidir. Bu sinirsel uyarılar (gözlerden giren fotonların beyine sinirler aracılığıyla ulaşması), nöronlarda fiziksel değişiklikler yaparlar. Ancak alt seviye kodlar doğru (yararlı/yapıcı) değillerse bile üst seviyeye taşınabilmekte, hafızaya kaydedilmektedirler. Farklı bir söyleyişle, bunlar karakterimiz (yani kararlarımız, hedeflerimiz, seçimlerimiz vb.) üzerinde etkindirler.
Ama iş bu kadarla bile sınırlı değildir.
Teorinin bir diğer kısmı Ca iyonları ile igilidir. Ca iyonları –ilk olarak Dr. Armando Freitas da Rocha'nın ortaya attığı gibi- beyindeki kuantum olaylarında (buna gerçekliğin çöktürülmesi diyebiliriz) büyük bir önem taşımakta, rol üstlenmektedir. Zaten Ca iyonları standart bilinç teorilerinde de (teorilerinde BİLE) "sinaptik transmisyon"u meydana getirmektedirler.
Sinaptik transmisyon şu demektir: Bir gözlem/ölçüm yaptığımızda, beyinde meydana gelen elektrik, nöronların arasında yol alır; ama nöronlar arasında sinaps denen yarıklar vardır. Elektrik akımı bu yarıklardan Ca iyonları katkısıyla (bu konuda bilgi sahibi olan kişiler not düşeyim: Olayı çok basite indiriyor, kapılardan bilerek söz etmiyorum) geçer.
Ca iyonları bundan da öte NT sentezi ve salgılanmasında da görev alırlar. Elektrik akımının sinapslardan geçişini sağlayan NTler ise bizim ruh durumumuzu belirleyen kimyasallardır.
Stapp'ın teorisine göre bu geçişi sağlayan Ca iyonları kuantum olaylarını meydana getirmektedirler (gerçekliği çöktürme kapasitesi taşımaktadırlar). Demek oluyor ki, ruh durumumuzu belirleyen NTlerin salgısı, kuantum olayları ile ilgili Ca iyonları ile olmaktadır. Kuantum olayları ne demektir peki? Kuantum olayları; kaderi, bilincin yaptığı seçimlerle var eden kuantum dünyasına ait masalsı olaylar zinciridir.
Kuantum mekaniği temelinde üstünkörü anlattığım bu süreç şunu söylemektedir: Çevreden aldığınız her alt düzey kod, beyinde, ama beyindeki kuantum ortamında işlenir; böylece sadece karakterinizi etkilemekle kalmaz, bir de kaderinizi kendi yapıları (negativitesi/pozitivitesi) yönünde/oranında var eder.
Bu nedenle (mantıklı sınırlar içinde, yalnızlık ve inzivaya gömülmeden, doğrusuyla yanlışıyla akmakta olan sistemden kopmadan, ama ona gömülmeden) sosyal medya ve ataerkil kültür ile araya elden geldiğince mesafe koymak bizi birçok olumsuzluk ve doyumsuzluktan koruyacaktır. Söz edilen defansif anlayışla önü alınan NE, PE yi artık engelleyemeyecek, böyelikle celp edilen PE ise kişiyi ataerkiden darbe almaktan koruyacak bir ortama taşıyacaktır.
Bunun duruma –kendi yaşamım dahil- pek çok kişi hayatıda bilfiil tanık olduğumu eklemeden geçemeyeceğim.
Yanıtımı konu dışı son bir minik not ile bitireyim:
Bana "Sevgili Janus" diyenler altın bulsun. :-) Bana "Sevgili Jan" diyenler altınlarla, gümüşlerle, zümrüt ve yakutlarla dolu define sandıkları bulsun. :D