YANIT
Cümlelerinizi analiz ederek yanıta girişelim.
" Henüz genç yasta olmama ragmen, bana yüklenen kadin ve anne olma rolünü bazen tasiyamayacagimi hissediyorum,"
Kurduğumuz cümleler, beynimizdeki düşüncelerin; beynimizdeki düşünceler, taşıdığımız NE veya PEnin ürünüdür. Bir feedback ile –yani cümlelerin yapısını, hatta cümlelerde kullanılan sözcükleri değiştirerek- beyin elektriğimizin frekansını değiştirmemiz mümkündür. Bu nedenle cümlenizi ve kelimelerinizi mercek altına alalım.
Cümlenizde, beyninizdeki ataerkil kalıpların varlığından kuşkulandıran iki sözcük var. Bunlar "yüklemek" ve "taşımak". Bu kavramlardan arınmak, PE celbi için şahane bir adımdır. Yerine cümlemizi şöyle kuralım ve PE ye selam çakalım: "Henüz genç yasta olmama rağmen, çevremdeki yaygın ("yüklenen" değil "yaygın") kadın ve anne olma modelinin bana hiç uygun olmadığını ("taşıyamayacağımı" değil, "uygun olmadığını") düşünüyorum."
Ve devam edelim.
"çevremdeki çogu arkadasim evlenip çocuk sahibi olmak isterken bu düsünce beni bunaltiyor, fakat inandigim dinde evlilik,nikah gibi seyler kutsal."
Sorunuza yanıt vermeden lafı biraz dolandırayım. Biz paganlar çok eşliyiz. Müslümanlığa hayranlığımıza rağmen "Müslümanız" diyememe nedenlerimizden biri de bu yapımızdır. Ama –hazır mısınız duymaya- bizlerde de en yüce konum tek eşle eşleşmek ve sadakattir.
Yani eşleşmenin yüceliğini baş tacı ederken, bunun hemen olmayacağına, ama zamanı gelince MUHAKKAK olacağına inanırız. Ben bu yaşıma dek aşık olmayan ve eşleşmeyen tek bir pagan görmedim. Bana "Eşleşir, ama pagan olduğu için aldatır da, ne olsa çok eşli" diyecek olanlara "bam" diye şu yanıtı veririm:
"Aşık olan ASLA aldatamaz. :) Aşk, kendi sadakatini yaratır." ;-)
Sizin hatanız, Müslümanlık gibi bir hoşgörü dinini –bence- israiliyat ile algılamanız. Acaba ürkütücü yönlendirmelere fazla takılmış olabilir misiniz?
Bizlere göre her kadın annedir; daha da öteye gidip bazı hanım site izleyicilerini darıltayım: Her kadın öncelikli olarak annedir. :) Ve hemen bir açıklama: Ama her kadın KENDİNE GÖRE annedir ve bu özgün (kendine özel) annelik modeli, çocuğu (kendi çocuğu) ile uyum içindedir.
Peki neden her kadın öncelikli olarak annedir? Kadının temel görevi besili tavuk gibi yumurta yumurtlamak ve civciv yapmak olduğu için mi? :-) Yanıtı "annelik" kavramını açarsam vermiş olacağım: Çocuk doğurmak ve emzirmek gibi unsurlar, "karşılıksız vericilik" olarak niteleyebileceğim bir yapının dünyasal tek bir koludur. Annelik adını verdiğimiz gerçek evrenseldir. Tanrının en benzenrsiz niteliğidir. İlk Çağlarda yaratıcı, bu benzersiz vericiliği yüzünden anne olarak algılanmış ve Ana Tanrıça denmiştir. Oysa karşılıksız vericilik dişilerde baskın olsa da, erkeklerde de bol bulamaç bulunabilir. Ama kadınlarda baskındır. Hemen kanıt: Biz erkeklerin memelerinden benzersiz besinler kendi kendine akmıyor. :) Tanrı bu "karşılıksız vericilik" konumunda hanımlara kıyak çekmiş. :D Kıyak çekmiş dedim ama erkek olduğum için mememden süt aksın istemezdim. Yine de anneliğin tüm güçlüklerine karşın garip ve benzersiz bir doyum verdiğini anlamayacak bir canlı türü de değilim.
Ciddileşelim: Rahat olun; ZAMANI GELİNCE öyle bir eşleşmek (evlenmek) ve çocuk sahibi olmak isteyeceksiniz ki… siz de şaşacaksınız. Ama insanları "iyisi budur"a zorlayarak daha iyi insanlar değil,
ya boyun eğmiş ve daha mutsuz olmuş insanlar;
ya da öfkelenmiş ve daha mutsuz olmuş insanlar
var edersiniz.
Severek eşleşmeden ve sonucu olan annelikten korkmayın. Fazla da düşünmeyin. Sadece beyninizin bir kenarında "zamanı gelince BANA ÖZGÜ BİÇİMDE OLACAK BİR ŞEY" bilgisi dursun. En uygun biçimde olacaktır. :) Olmazsa, bu da "size en uygun olan"dır.
"sadece kendi hayatimi yasasam ilerde pisman olurmusum gibi hissediyorum,"
Kendi hayatınızı yaşamak diye bir şey yoktur. Hayatı doğru şekilde yaşamak ya da yaşamamak vardır.
Diğerlerine saygılı ve onlara istekle verici;
kendisine saygılı ve kendine istekle verici
yaşarken en iyi hayatı yaşamak vardır.
Metot/biçim/tarz/seçim/model kişiye özeldir, ama temel yapı (içerik) söylediğim gibi kotarılmalıdır. Bu şekilde yaşayan PE celp edeceği için pişmanlıklarla yüzleşmez.
"sanki anne olmasam veya bir kocaya sahip olmasam eksik olurmusum gibi."
Seçimlerle pişmanlık yaşayıp yaşamamaya kurallar, erkeksi buyruklar değil; karakterinizi iyi deşifre edemeyip, hatalı seçim yapıp yapmamanız karar verir. Yanlış yapma korkusu, yanlış kararlar aldırabilecek bir duygudur. Cesaret ve kararlılık da bir erdemdir.
Biz çok eşli paganlara göre bile ana erek eşleşme ve çocuk sahibi olmak sayılsa da, bu durum ataerkil (çevresi kılıç darbeleri ile belirlenmiş) bir şart değildir. Azınlıkta kalmak diye bir normal konum da vardır. :)
[Hep dediğim gibi; bir kriter olmasam da, burası benim sitem olduğu için kendimden örnek vermem fazla yanlış sayılmamalıdır. Ve bir örnek gelsin.
Beni büyüten hanım, canım üvey annem, çocuk sahibi olmamış biridir. Bana–her konuda- muhteşem annelik yapmıştır. Yani ne istediğini iyi deşifre etmiş, bilerek beni benimsemiş ve büyütmüştür. Onunla size anlatmamın zor olacağı yoğunlukta sevgi yüklü bir ilişkimiz olmuştur. Yani seçimini doğru yapmıştır.
]
Annelik (hatta babalık), yani eşleşme ve aile kurma, insan adlı canlı formunun GENELİNİN (hepsinin değil) öncel ihtiyacıdır. Bu bilgi BASKICI OLMADAN beynin bir kenarına konulursa, zaman geldiğinde olduğu yerden çıkacak ve en doğru şekilde yönlendirici olacaktır. ;-)
"Sizce bir kadin sadece kendi istedigi gibi yasasa, toplum normlarina uyum saglayamasa, mutsuz bir hayat mi sürer"
Hiç kimse SADECE kendi istediklerini yaparak rahat ve doyum dolu bir hayat elde edemez. Fakat kişinin kendine uygun modeli seçmesi, sadece kendi istediğini yapması demek değildir. Herkesin kendi olmaya hakkı vardır. O zaman birlikte yaşamın kuralı, kişinin kendi olurken, diğerlerinin "kendi"liğine zarar vermemesine dayalıdır. Denge böyle (istenilenin ve pek istenmeyenin birlikte yapılması şeklindeki) bir şeydir.
Kişi yaygın olandan farklı konumda durmayı sevip sevmeyeceği hakkında da öncel gözlemler yapmalı, kararlar almalıdır. Farklılıklar, çapları genişledikçe benzeşenler tarafında tedirginlik yaratırlar. Anılan tedirginliğin nedeni, farklının, benzeşen yapıyı bozacağı endişesidir. Bu doğaldır. Farklı olmayı seçen öncelikle söz konusu tedirginlikleri olağan karşılamalı, düşmanlık şekilde yorumlamamalı, seçtiği konumun biraz ek özveri ve hoşgörü içermesi gerektiğinin bilincine varmalıdır.
Ayrıca "toplum normları" dediğiniz iki cümleciğin birbirinden dev yalıyarlarla ayrılmış şekilde farklı içerikleri olabilir; farklı semtlerde, hatta mahallelerde bile farklılıklar gösterebilir:
Her gece evinize farklı erkek arkadaş getirmek ve So Many Man, So Little Time parçasındaki modeli temel düstur olarak kabul etmek; burnunuzun ucuna dek her yanınızı dövmelerle doldurup, rocker bir hayat tarzında rahat etmek toplum normlarına fazla uygun olmayabilir. Ama bu farklılığa tolere edecek bir semtte ve sadece yatak odası seslerini ya da power metal müziğin sesini kontrolunuz altına alarak başınız derde girmeden yaşamak zor değildir. Demek istediğim şu ki: Toplum geneline saygılı biçimde, toplum normlarına çok da yabancı şekilde yaşamak mümkündür. Benzeşenleri ürküten, farklıların kendi dünyalarına sızacağı korkusudur. Farklılarda, kendilerine yönelik reel bir saygı izlediklerinde (örneğin hızlı bir seks hayatınız olsa da, kimsenin kocasına göz atmayacağınızı belli edip, kadın komşularla biraz mesafeli ama sıcak ve verici ilişkiler kurmayı becerirseniz), söz konusu farklılığı hoş görülmesi gereken, eğlenceli bir seda şeklinde yorumlarlar; dahası, korkularını yenerlerse, size benzemeye özenmeye bile koyulabilirler.
Sorunlar kişinin kendi olurken, diğerlerine "size bulaşmayacağım, hatta farklı olduğumun bilincinde olduğum için özverili işler de yapacağım" mesajını verememekten kaynaklanır. Size yapılan atakları sinenize gömer, hoş ve sakinleştirici (ama yalakalığa varmayan, bir ölçüde ağırbaşlılık içinde) yanıtlar verebilirseniz, onları kazanabilirsiniz. İnsanlar kendilerine zarar vermeyeceğine inandıkları (hatta ufak tefek de olsa kazanımlar sağlayacaklarını) düşündükleri farklılıkları sanılandan kolay benimserler.
[Yine kendimden örnek vereyim: Tutucu bir çevrede yaşıyorum. Buraya ilk taşındığımda –görüntüm (dövmelerim), balkondaki bira kasaları, bekar oluşum, misafirlerimin fazlalığı gibi nedenlerle güvensizlik yarattım. Ama herkese güler yüz gösterdim. Tedirgin oldukları için hatalı yargılara vardıklarını bildiğim kişileri dışlamadım, darılmadım, onlara kesinlikle öfkelenmedim ve hala da dost olduğumu belli ettim. Müslüman ağırlıklı bir çevre olduğu için yılbaşlarından ziyade bayramlarda komşularıma, görevlilere minik armağanlar verdim (bu eylemi yalaka halde değil, ağır başlılıkla yaptım), çeşitli seslerin kısık olmasına ciddi özen gösterdim.;-)… Bir yıl içinde "biraz garip, kendi haline bırakılması gereken, ama efendi komşu" konumuna ulaşabildim. :D
Affınıza sığınarak biraz detay vereyim. Yaptıklarımı -örnekleme babında- meraklısının işine yarayabilir düşüncesi ile veriyorum:
-
Müzik sesi kaynaklı ses sorununu aşmak için (çok yorgun değilsem, kısık sesle müzik dinlemek bana uygun değildir) SÜREKLİ kulaklıkla müzik dinleme alışkanlığını geliştirdim.
-
Önceki evimde pencere önünde baktığım kuşlar vardı. Bu evimde alt kat komşum bundan rahatsız olduğu için kuşlarımdan –bana çok zor gelse de- ayrıldım (artık sadece su koyuyorum).
-
Bebeğin kıllarından rahatsız olmamaları için çıkmadan onu tarıyorum ve kapı önünü (apartman antresini) süpürüyorum.
-
Ramazanlarda balkonda içki içecek olursam içkimi masa üzerine koymuyorum.
-
Çam ağacımı pencere önünde kurmuyorum.
-
Balkonda kulaklıklarla müzik dinlerken ezan okunursa (bebeğin ulumalarından anlıyorum:) ) kulaklıkları çıkartıp, kaykılmış vaziyetimden dik konuma geçiyorum.
-
Sosyo-kültürel açıdan benden farklı sınıftaki kişilerin anlattıklarını GERÇEKTEN İLGİLENEREK dinliyor, az anlatıyor, onlara hoş sözler söylüyorum.
-
Borçlarıma sadığım (kredi kartı kullanmıyorum, kredi kartım yok), örneğin dar gelirli olduğum halde son döviz krizinde ev sahibime kendiliğimden, kontrat zamanı gelmediği halde zam yaptım.
Bunlar neşe içinde –göbek atarak- yaptığım şeyler değil, YAPMAYI PEK DE İSTEMEDİĞİM şeyler… Bu yüzden bu tavırlara özveri (özden vermek) deniyor. :)
Bu denge kurulabilirse, yani kişi kendini BAZI KONULARDA frenleyebilirse, kendin olmak o kadar zor değil.
Bir de ufak anekdot vereyim: Sahipsiz köpeklere yakınlığım yüzünden üzerime bıçak çekerek yürüyen bir delikanlı, bu gün beni her görüşünde yanıma gelir, hatırımı sorar, ayaküstü iki lafın belini kırar, gülüşürüz. Bu durumu onurlandığım bir başarı olarak görmekteyim. Paylaşmak istedim.
]
" evlilik-ask ikilisini nedense bagdastiramiyorum."
Bunun nedeni evliliğin bir kurum olarak dayatılmasıdır. Evlilik, aşkın en doğal sonucudur. Ne kadar aşıksanız, o kadar ayrılmak istemezsiniz. Birlikte yaşamak arzusu, bu "ayrılmama" isteğinden doğar. Aşkın evrimselleştirici yanı da buradadır: Her işi birlikte yapmak istediğiniz için, farklı bir gerçeklikle/kültürle/huyla uzlaşmayı (uyumu) öğrenirsiniz. :)
Ama dikkat; resmi nikahtan söz etmiyorum, aynı evde eşleşmekten söz ediyorum. (Ama bu da bir genellemedir; bu konuda da farklılıklar olabilir.)
[Bana darılan çok aydın olacak, ama görüşlerimi söylemek için bu kadar şey yazıyorum:
Müslümanlıkta bu işler kurumsallaştırılmamıştır. Evlenmek de, boşanmak da –evrensel gerçeklere uygun olarak- kolaylaştırılmıştır. Şimdiki bazı insanlar ise hem bunu yapıp, hem bunun Müslümanlık söyleyişini eleştirmektedirler. Yani batılı düşüncedeki bazı kişiler bir yandan "birlikte yaşamak" diye bir şey çıkartıp bunu uygularken, diğer yandan bunu sistematize eden Müslümanlıktaki rahatlığı kötüleyip durmaktadırlar. ;-)
]
" ömür boyu fedakarlik yapmak zorunda kalma fikri beni korkutuyor"
Tabi ki korkutur; çünkü bu korkunç bir iş. :DDD
Tatlı bebeğim (umarım kızmadınız, büyükbabanız yaşındayım), sevdiğiniz için, eşleştiğiniz adam için bir şeyi yaptığınızda "fedakarlık ediyorum" diyorsanız beyefendiye duygularınız bir daha analiz ve de tahlil edin derim. ;-) Kim size eşleşmenizin ömrü boyu süreceğini söyledi ki? Ha, buldum: Boşanmayı yasaklayan Hıristiyanlık. Eşleşmenizdeki eylemlerinize "fedakarlık" dediğinizde o eşleşmenin ömrü sona ermiştir. Bunda da bir yanlış yoktur. Makroda her şeyin bir ömrü vardır. Söz konusu durumun ürkünç gelme nedeni, ataerki tarafından bebeklikten başlayarak beyinlere sokulan kalıplardır. Yeni ve daha iyi olanın elde edilmesinin tek yolu öncekinin sona ermesidir. Makronun en iyi ve verimli yaşanma yolu ise "daha iyi"ye ulaşmaktır. Ataerkil dinler bu yüzden değişimi engellemek için ellerinden her geleni yaparlar. Amaç ilerletmemek, yani evrimi (Cennet'e ulaşmayı) geciktirmektir.
" Yorumlarinizi çok önemsiyorum, biraz saçma sorular olsa da gençligime ve tezcanliligima verin lütfen, "
Ben en küçük bir saçmalık izlemediğim gibi sorunuzu çok da severek yanıtladım. Sorulmasını beklediğimiz sorular sormuşsunuz, kutlarım. Ama "tezcanlılık" ne güzel bir haslet… Gençlikle ilgili tabi ki (ama gençlik tekelinde de değil). Hep böyle kalın olur mu?
" sanki çok sevdigim bir dostuma mektup yaziyormusum gibi."
Ne güzel bir söz! Önceden benim aklıma gelseydi sorular linkinini adını "Janus adlı arkadaşınıza mektup yazın" gibi bir ad verirdik.
" hatta hizimi alamayip uzaktan sariliyorum."
Ben de sana sarılıyorum bebeğim. Teşekkür ederim. Tabi ki arkadaşınım, ama teşekkürümün nedeni bana kısacık bir anda bile olsa baba veya büyükbaba (bu yaşta büyükbaba olabilirim ancak) hissini yaşattığın için. Ciddiyim tatlım.
Ama yine de fazla sıkı sarılma, olur mu? ;-) :D