YANIT
Öncelikle önemli bir noktanın altını çizeyim: Bizler sosyolog ya da pedagog değiliz. Okuyacaklarınız bizim doğrularımız olsalar da, mutlak doğrular oldukları hakkında HİÇ BİR iddiamız bulunmamaktadır.
İlk başta çocuğu olmayan bizlerin ataerkiden kendimizi korumak adına ne yaptığımızdan söz edeyim. Ardından erişkinlerin kendilerini korumaları hakkında iki laf edeyim, son olarak çocuklara gelelim.
Bizler çözümü kelimelerle ifade edilemeyecek kadar izole bir hayat tarzında bulduk. Bu model doğru bir model midir? Herkes için olmayabilir. İnsanlar ataerkil kültüre karışıp avlanmak (para kazanmak) zorundadırlar.
[Ancak şurası önemli: Bizler kendimizi izole ettikçe (PE üretmeye çabalayarak izole ettikçe), daha da PE celp ettik ve böylece izole yaşam içinde para kazanma fırsatlarına da ulaştık. Bu da göz ardı edilmemeli. PE, insanlara istediklerini hep verir.
]
İzole yaşamımızın nasıl bir yaşam olduğunu da biraz açıklayayım.
Öncelikle aramıza olağan kültürden insan almayız. Dış dünyadan onlarca sevdiğimiz tanışımız bulunsa da, arkadaşımız yoktur. Bu kural aşılmaz bir sınırdır. Aramızda birkaç hanım da vardır. Kendileri gerek kimlik, gerek mesleki/sosyal pozisyon, gerek beyin olarak son derece seçkin (bizlerden çok daha seçkin) kişiliklerdir. Ancak bu hanımlar outer cycle'dandırlar. Sağ olsunlar, giyim ve hayatları hakkında alacakları önemli kararlar arifesinde bize sorular sorarlar. Yine de eklemem gerek: dış çemberdeki hanımefendilerle tanışıklığımız bulunsa da, HİÇ BİR ÖZEL İLİŞKİMİZ YOKTUR, olmamıştır.
İlişkileri sınırlı tutmanın ötesinde çok, ama çok gerekmedikçe film izlemeyiz, roman okumayız, TVmiz –hiç birimizin- yoktur. Ancak haber almak bir gerekliliktir. Bunun için TVlardaki ana haber kuşağının ilk on dakikasını (bilgisayarlardan) dönüşümlü olarak genelde (kural olmasa da) TRT 1 ve FOX TV'den izleriz. Genelde ahval-i şerait hakkında haber alma kanalımız Ekşi Sözlük'teki "Gündem" başlıklarıdır.
Pek çok kişiye sıkıcı gelebilecek bu yaşam modeli, aslında sanıldığından eğlencelidir; çünkü dış dünyadaki hanımlarla ilişkilerimizde bir kısıtlama yoktur. Her gelir ve kültür düzeyinden, her yaş ve karakterden hanımlarla özel ilişkilerimiz vardır. (Bu sözlerim hayatımızın hanımlarla dolu şeklinde geçtiği olarak algılanmamalıdır. Merak edip sayı soranlara "Türkiye standartlarındaki olağan metropol erkeklerinden sadece biraz daha fazla olabilir" şeklinde yanıt verebilirim. Bu yapının nedeni çok çekici veya çok zengin erkekler olmamız değil; bu gibi ilişkilere engel olacak aile benzeri farklı mesleki ortamlardan uzak durmamızdır ve cinselliğe önem vermemizdir.)
Seks ve flört, geçici bir bütünleşme ortamıdır ve bu ortamda beyinlerin 1/1 çakışması gereklilik değildir; cinsellikte öncel sözü bedenin aurası söyler. (Bu demektir ki, LHD'de görev yapan bir hanım, evine gelen tesisatçıdan uyarılabilir. Tesisatçı allahın hödüğü değil, PE bazlı bir beyin elektriğine sahipse, doyurucu birkaç saat yaşayabilir.) Ancak uzun vade ilişkiler (yani aşk benzeri, bağlılık içeren ilişkiler) farklıdır; bunlar için beyinsel (örneğin kültürel) uzlaşma gerekir. Kültürel etkileşimden uzak durmak adına hayatımızda uzun süreli ilişki yoktur.
Yaratmaya çalıştığımız imaj "hercai herifler", hatta "azgın adamlar" olsa da, seks bizim için normal bir erkekten öte anlam taşısa da (bizler seksi sadece bedensel boşalma olarak görmeyiz), aslında ciddi ve idealist araştırmacılarız. Yani hayatımızda çalışmalar o kadar geniş çaplı yer almaktadır ki, bir hanımefendi ile uzun vade ilişkinin vereceği güzelliklerden uzak kalmış olmak –ne diyeyim- "o kadar koymamaktadır". :)
(Kendi hakkımda sık sık kullandığım "azgın" nitelemem yanlış anlaşılmış. Açıklamam için lütfen tıklayın!)
Bu anlattığım şeyler bizim portremiz.
Sizlere önerilerimi ise yaşamış olduğumuz korona salgını ortamından söz açarak sunayım.
[Tanrı aşkına; "salgın" gibi hepimizin bildiği bir kelimemiz varken, bu "pankek"e benzeyen "pandemi" lafının ne anlamı var? Yahu, bırakalım bu kadar batı özentiliğini… Dilimizde karşılığı olmayan sözcükleri hop diye ben de kullanıyorum, bunu öneriyorum bile… Yani bazı sözcükler yabancı kökenli de olsa ve karşılığı dilimizde yoksa, illaki Türkçe olacak diye acayip bir laf üreterek iletişimi bölmeyelim; yabancı kökenli da olsa, kullanılanı kapıverelim. Ama bir sözcüğün dilimizde YAYGIN olarak kullanılan karşılığı varsa… Kimse küsmesin, köpürmesin; bunun adı özentilikten öte bir şey değildir.
]
Salgında slogan "Hayat eve sığar" şeklindeki –bence- akıl dışı sözdü. Bu yüzden ne acılar çekildi… ne ocaklar söndü. Bir sürü yaşlı insan sokağa çıkmamak yüzünden gerçekten, kalıcı şekilde illet sahibi oldu. Nice esnaf battı. Birçok ticarethane kapandı. Bizzat tanıdığım pek çok kişi işsiz kaldı.
["Bu ihtiyar, kendisi sokağa çıkamamış, ondan laf sokuyor" diye sakın düşünmeyin. Genç görüntülü olduğum için -tabidir ki ciddi önlemler alarak- böyle kısıtlamalara girmedim.
]
Hiç hayat eve sığar mı?
Ancak –iddia edildiği kadar ürkütücü olduğuna pek inanmasak da- gerçekten bir salgın vardı… reeldi… kötücül bakteri bulaşıyordu… Önlem almak şarttı. Oysa kapatmak (yasaklamak) ne zaman önlem olmuştur ki?
Bir kötülüğü bir diğeri ile gidermezsiniz.
Sonuç, yöntemi asla haklı kılmaz.
Korunma yolu yasak değil, ÖNLEMDİ… Kişisel bilinç sahibi olmaktı.
Bana "Bilinçsiz insanların varlığı"ndan söz edecek bir dolu kişi var; biliyorum. Siz hiç yorulmayın, ben sizi duydum. Ama sizlere yanıtım şu: Doğrulara erişmenin yolu engellemek değil, yüzleşmektir. Pek çok hatalı (kötü değil, doğrusunu bilmeyen) kişi için ne yazık ki bilgi acıdadır. Pozitif enerji içinde, kişisel olarak çok ciddi önlemler alarak, salgından korunmak mümkündür.
[Korku (özellikle haber kanallarında ürkütücü açıklamalar yapan bilim adamları ve kadınları tarafından yaratılan korku), başlı başına hastalık yaratıcı bir etmendir. İnsan et ve kandan oluşan bir makine değildir. Dahi kuantum fizikçilerinin nedenini, neyin nesi olduğunu bir türlü bulamadığı; "ruh" bilim varlığına inanmasa da, bilinci sadece nöron çakışı sansa da, insanları tedavi etmeye bu mantıkla çalışsa da, "ruh" adlı "bir şey" vardır. Pop kültür lafı ile "insan psikolojik bir varlıktır". İnsan ruhunda korku yaratacak, böylece onu hasta edecek her kişi –ister Nobel tıp ödülünü almış olsun- yararlı bir iş değil, kötü bir iş yapmıştır… Dahası; en çok da kendi gerçekliğine NE çekmiştir.
]
Özetle, ruhunu "hoş" tutan (PE celp etmeye özen gösteren) ve çok, ama çok ciddi önlemler alan, KENDİNE kısıtlamalar koyan pek çok kişi dertlerden asude yaşayabilir.
Bilmem siz kabul eder misiniz? Ama ben yine de söyleyeceğim: Çoğu kişinin içinde yaşadığı kültür, ürkütücü virüslerin var ettiği salgından kat-be-kat tehlikelidir.
Ve hala da hayat eve sığmaz.
Salgınlardan korunmayı bilmeyenlerin öğrenme yolu, onları sarıp sarmalayıp kutuya hapsetmek değil; tehlike ile makul miktarda yüzleştirmektir.
Bu bilgilerden sonra şunu söyleyebilirim: Ataerki salgınından korunmak için çözüm eve kapanmak değil, kendinize uygun izolasyonu –işin ciddiyetinin farkında olarak- var etmektir.
Sonunda sorunuza geleyim.
Ebeveynlik zor iş... Pet sahibi olmak, ama özellikle köpek bakmak da… İzninizle ikisinden bir arada söz edeceğim.
Çocuk bir oyuncak değil; sevgi verici şirin bir varlık da… o doğduğunu andan başlayarak bir birey... tıpkı hayvanlar gibi!
Hayvanseverlik ise bir canlıyı oyuncak gibi, kendi sevgi açlığını duyurmak adına eve kapatmak değil; boynuna deri kayış geçirip özgürce koşabilmesini geçin, rahat yürümesini bile engellemek de değil. Hayvanların boynuna geçirdikleri deri ile onlara ciddi şekilde eza çektiren kişileri uyardığımda her zaman "Kaçıyor" yanıtını alırım. Oysa bu kişilerin fark etmedikleri, sadece tutsakların kaçmak istemesidir. Kaçma isteği varsa, hayvan kendini tutsak olarak görmektedir. Anılan tutsaklığı yaratan ise tabidir ki pet sahibidir. Bu bir vebaldir. Vebal altına girmek, NE çekmek manasındadır.
Yalnız yaşayan bir erkek olarak bebeğime bakmakta her zorlandığımda bir hanım arkadaşımın söylediği söz, "Babalık kolay değil" sözü, bana hep şiar olmuştur. Köpek sahibi olmak, en az sekiz yıl boyunca 3-4 yaşında kalacak bir çocuğa annelik/babalık etmek zorunda olmaktır. Bu bilince sahip olmadan köpekleri pet edinmek NE celp edecektir.
Hayvan sahiplenmek de, çocuk sahibi olmak da, hayvan diğer aleme geçene, çocuk erişkin olana dek hayatın –hiç abartmıyorum- YARISINI ona vakfetmek demek. İstemediğin nice şeyi İSTEYEREK yapmak demek… Zaten fedakarlık başka ne ki? Sözcüğün içinde bile "feda" kelimesi yer almakta. :)
Bize göre çocuğunuzu dışardaki kültürel bakterilerden korumak için onunla sürekli doğruları konuşmak; bilgileri, bir harita şeklinde, gerektiğinde kullanması için beynine embed etmek gerekir.
Yine de bilmeli ki, ebeveyn öğütleri çok değerli olsalar da, fazla yapıcılıkları yoktur. Bunlar –tıpkı bizim Sorular sayfasında ötüp durduğumuz laflar gibi- duyulur ve genelde (her zaman değil, ama çokluk) unutulur; uygulanmaz.
Ancak sözler boşa gitmez!
Her kelam, duyanın beyninde bir yere yerleşiverir. Hayır, korkmaya gerek yoktur; duyulanlar, onlara bilinç tarafından yol verilmezse beyin toprak olana dek yerleştikleri yerde (bilinçaltı olmayan bir yerde :) ) atıl şekilde kalırlar. Ama beyin bazı değişimlerden geçince, evrimselleşince, farklılaşınca, o sözler, o öğütler enerjilenirler, böylelikle yerlerinden kımıldar, oturdukları yerden kalkar, birer yön tabelası gibi ana karektere ulaşırlar. Beyin sahibinin seçim ve kararlarında görev alırlar.
Artık o kişinin elinde onu "cangıldan" çıkaracak değerli bir kroki veya harita vardır.
Ebeveyn olarak haritayı yaratırken bütün dikkat çocuğun üzerinde olarak onu SERBEST bırakmak da gereklidir. Seçimlerini genelde (her zaman değil tabi ki, ama genelde) engellememek gerekir. Zaman zaman acı ve kayıp ile yüzleşeceğini bilip, bunun olağan bir durum, bir öğrenme yolu olduğunu kabul etmek önemlidir. Sorunlar doğal ve olağandır.
Anlayacağınız, sonunda KENDİSİ düşe kalka KENDİ yolunu bulacak. Muhakkak düşecek… ve de kalkacaktır. :)
Öğrenmenin yegane yolu budur.
Ona vereceğiniz en büyük destek düşmesini olağan karşılamak, bundan korkmamak ve anlatmayı –kafa ütülemeden, bunaltmadan, bezdirmeden, işi dır-dır etmeye, kafaya kakmaya dökmeden- sürdürmektir.
Öğretmenin yegane yolu budur.
Yasaklamak suçun tetiğidir. Bir evcil hayvan kadar, bir çocuğu, hatta erişkini yasaklamak da… Genelde yasaklanan çocuk (ve de erişkin) ya için-için ölür, ya isyankar olur. Hayvan ise 7-8 yılda ölür. Benim bebeğim 16 yaşında hem sapasağlamdır, hem de günlük gezmelerinde (ki, bu hayatta bana daha zor gelen bir iş yoktur desem abartmam, bir sürü iş beni beklerken en sevmediğim şey olan yürüyüş yapmak... :) ) beni yere yıkacak kadar enerjiktir. Önceki petim (familiarım) olan kedim –dile kolay- tam 22 sene yaşamıştır. Onun hakkında bazı yanıtlarımda bilgi de vardır.
Şimdi pek önemli bir yere geldik.
Çocukların ve -kuştan kediye, köpekten kaplumbağaya- petlerin özgürlüklerine ve kimliklerine saygı duymak, onlara "saldım çayıra" yaklaşımı uygulamak demek değildir.
İster çocuğa, ister pete yönelik olsun, ebeveynlik üst otorite olmayı ve bu konumdan asla vazgeçmemeyi de gerektirir.
Ebeveyn bazı gerekli temel şeyleri öğreticidir. Öğretebilmek için sözlerinizin dinlenmesi şarttır. "Sözlerinizin dinlenmesi" lafını "Son sözü sizin söylemeniz" şeklinde okumak gerekir; ki, bu konum ancak otorite ile sağlanabilir. "Hayır" derseniz, hayırdır. Çocuklarla asla tartışmaya girilmemelidir. Açıklamak ile tartışmak farklıdır. Çocuk, bir birey olsa da, henüz bir yetişkin değildir; yetişkin gibi davranılması pek çok sakınca yaratabilir. Unutulmamalıdır ki; makroda pek çok şey daima "hayır"dır. Bunun öğretilmesi gerekir.
Diğer yandan üst otorite konumunu kısıtlayıcı olarak kullanamamak da gerekir. Ve evet; bir çocuğu serbest bırakırken onu hem yönlendirmek, hem de otoritenizin saniye sarsılmamasını sağlamak çok zor bir iştir. :) Özetle; çocuğunuza kural koyucu olduğunuzu kabul ettirmeli, buna saygı duymasını sağlamalı… ama hala da (bence ona fazla çaktırmadan) serbest bırakmalı ve hayatın ona vereceği dersleri de almasına set çekmemelisiniz. Otorite, tehlikeyi kısıtlamak için gereklidir; tehlikeyi kısıtlamak adına kişiliği kısıtlarsa yanlıştır.
Ve işin en berbat yanı: Çocuğunuzun kişiliği büyük olasılıkla sizden çok, ya eşinizin ya da kendinizin bir kuşak üst akrabasına benzeyecektir. :D Kalıtım genelde bir kuşak atlar. Bu durum çocuğunuzu anlamayı çok zorlaştıracaktır. Bana sorarsanız ebeveynliğin en zor yanı, eşinizde ya da onun büyük babası/büyük annesi/dedesi/ anneannesi gibi kişilerde izlediğiniz ve belki de size hiç sempatik gelmeyen huylara saygı duymayı becermektir. :) Bu zorluk pet anne/babalığında yoktur. :D
Bir kriter olmasam da, biraz kendi seçimlerimden söz etmeme izin verin.
Çocuğum olsaydı –eğer isterse- yüzüne dövme yaptırabilirdi, eşcinsel olabilirdi, akademik eğitim isterse alır, istemezse almazdı, mesleğini kendi seçebilirdi, seçtiği meslekten vazgeçebilirdi, dilerse motorcu çeteye veya global inter rail'e katılabilirdi, konservatif takımlara bürünüp kütüphaneci olabilir; hatta Katolik rahipliği seçebilirdi, ya da eskort olabilirdi. (Tüm bu seçenekler benim hoşuma gitmeyen seçenekler oldukları için bunlardan söz ettim.)
Ama hayır; radikal biçimde felsefe, din veya politikaya yönlenemezdi. Yine hayır; bilgisayarda savaş oyunları oynayamazdı. Oynadığını görürsem arkadaşları buluşacağı bir gün onu engelleme cezası verebilirdim.
Bebeğimin sokak köpekleri ile oynama, istediği çamurlu su birikintisinde –upuzun tüyleri ile- girip yatma, günlük yürüyüşlerde hangi yöne gideceğimizi çokluk saptama, yatakta benle yatma, ya da isteğine göre yatmama, en iyi gıdalarla (sadece kuru mama değil, kasaptan alınan özel kemiklerle de, ki, fiyatlar dar bütçemi yıkıyor :D) beslenme şansına sahiptir. Mahkeme, ameliyat, alışveriş ve çok önemli randevular dışında yıllar yılıdır evde tek başına bırakılmamıştır.
Ama hayır; yerden yemek yiyemez. (Yemek yemeyi çok sevdiği için aramızdaki tek sorun budur. :D) Her çağıranın yanına gidemez. Bunları yaparsa külahlar değişir.
Bebeğim, tüm özgürlüğüne rağmen "dur" dediğimde otomat gibi durur. Bu sonuç da bir eğitim sonrası meydana gelmiştir. Bu eğitim caddeleri kazasız geçebilmemiz için şarttır.
Eğitimde nadiren de olsa kısıtlama (ceza) olabilir. Ona çok çok seyrek şekilde iki saat salona almamak gibi ceza da vermişimdir.
Bebeğimin tasması yoktur.
İnsan babalarının ve annelerinin görevi, bebeklerinin (çocuklarının) bedeninden çok beynini NEden korumaktır. Eşcinsel olmak, dövme yaptırmak, üniversite okumamak, ya da okumak, onaylanmayan meslekler seçmek, tehlikeli işlere bulaşmak kendisi böylece "kendi" olacaksa beyin elektriğine zarar değil, yarar verecek şeylerdir. Ama bazı beyin aktiviteleri ve ortamlar kesinlikle NE celp edicisidir… çünkü doğal değillerdir. Bu enerjileri engellenmelidir.
Bu yazdıklarım bizim doğrularımızdır ve yineleyeyim; mutlak doğrular oldukları hakkında HİÇ BİR iddiamız bulunmamaktadır.
Yahu baktım da; dönüp dolaşıp aynı yere geldik: "PE ye yönel, NEden uzak dur."
E, bunu zaten baştan biliyorduk?
Desenize bu kadar şeyi boşuna yazdım ve okuttum. :D
Gördüğünüz gibi hayat ne kadar basit ve kolay. Bu kadar laf-ı gezaf bile zaman israfı. Bu "bilgi edineyim de NE den uzak durayım" diye verilen sürede aç bi' güzel müzik, biraz zıpla, oyna, ya da hayali gitarınla bir solo çek… Üşenme en güzel kıyafetini giy, ayna karşısına geç "Lan amma karizmayın haaa…" de… Kıy paraya, o çok beğendiğin kol düğmesini, spor ayakkabıyı ya da stiletto'yu, daha iyisi, o seksi çamaşırı al.
Yağdı PE… yağdıııı. :) O bize söyleyecek neyi, ne zaman, nerede, ne kadar, nasıl yapacağımızı.
[Seksi çamaşır dedim, iki laf da bu konuda edelim. (Havayı da biraz yumuşatalım.)
Bir tiyatrocu sözü vardır ve der ki: "Bir oyunda silah varsa, o silah illaki bir sahnede patlar." Bu sözü seksi çamaşıra ibla edelim: Seksi çamaşır al, eninde sonunda patlar… yani kullanılır.
Bu bir…
İki: Erkekler seksi çamaşırın gay işi olduğuna inanıyor olabilirler. Utançla ifşa ve itiraf ediyorum: Bu takıntı –büyük olasılıkla ihtiyar olduğum için- bende de var. Saçma ama var işte. Fotomodel olsam, mesleğim gereği rahatça giyer, poz veririm. Ama özelimde… I-ıhh… Bana uymaz.
Eğer sen de böyleysen arkadaşım, o zaman gladyatör giysisi, ya da zincirli göğüslük, kilot al. Kız arkadaşına farklı bir role playing ortamı hazırla…
Bence hatunlar bu gibi işlere dünden razı. Çoğu, bekleyen derviş gibi bekleye-bekleye içten içe geberiyorlar. Yoksa sen de hala "Bi' koydum, o biçim oturttum, bir saat git-gelledim, hatunu uçurdum" diyenlerden misin? :)
Valla deme… :D
Yeni ülkeleri keşfeden erkektir hocam… Yatakta da kaptan olacak, gemiyi bilinmedik yasak kıyılara sen götüreceksin. Sekste gemiler (neredeyse) hep kadın, kadınlar hep gemi. (Biz eski adamlarız, en azından bizim zamanımızda böyleydi.) Bu yüzden eski zaman kalyonlarının pruvalarında kadın figürleri vardı. Erkek mürettebat, eski erkek aklı ile kadınları uğursuz diye gemiye almazdı. Biri kişi de "Yav, geminin burnunda kadın var?" demeyi akıl etmezdi.
Bu sözleri okuyunca "Biz erkeler de çok yol aldık" diyerek içten gülümseyen arkadaşım: Süpersin! O zaman doğruca derili zımbırtılardan sipariş vermek için alışveriş sitesine… :D
]
Jan'dan :) soru için teşekkürler...