YANIT
Ben de yanıtıma bir teşekkür, bir serzeniş ile gireyim: Teşekkürüm "Serzeniş" sözcüğünü kullandığınız için. Bu güzel sözcüğü eleştiri yapacağım zaman, karşımdakini korkutup kapanmasına neden olmamak adına kullanmam gerektiğini canım arkadaşım babam öğretmişti. Bu dersin çok yararını gördüm. Bana "Sizi eleştireceğim!" yerine bu sözcüğü kullanarak siz PE KAZANMADINIZ, kullandığınız için zaten PE sahibi birisiniz demektir. :) "Eksiyi bastım" ya da "Ben beğenmezsem giydiririm", hatta "beğenmediğimi eleştiririm"ciler sadece kendi başlarına dert açarlar. ;-) Eleştiri ve rekabetin yaygınlaşması, hatta normlaştırılması, negativitenin enerjisini topluma zerk etme planlarının en etkini ve en acımasızıdır. Sitemizde bu yüzden "Beğen" ve "Beğenme" düğmeleri yoktur.
Benim serzenişim ise email vermemiş olmanız hakkında. Ama canınız sağ olsun, vardır bir düşünceniz. Biz -bu kez kesinlikle son defa olarak- :D yanıtımı yayınlanma sırlamasına almadık.
[Arkadaşlar, email ile sabıka kaydınızın olup olmadığını ya da ya da seks hayatınızın gizlerini açık etmiyorsunuz. Email verdiğinizde bizim işler fazlalaşıyor: Örnek: Alındı mesajı yolla, kabul/red edildi mesajı yolla, yanıtı worde çek, yolla, sitede yanıt yer aldığında (2-3 ay sonra sıra geliyor) yayınlandı diye haber yolla… Email isteme nedenimiz SİZİ bekletmemek. İşinize belki yarayacak bir laf, eğer 3 ay sonra size ulaşırsa, bakarsınız etkisi olmaz diye kaygılanıyoruz. Kendi emailinizi isteyen yok. Alın Protonmail'den bir email, arada kontrol edin.
Protoncuları tanımam etmem… ama hesap açmak kolay… kullanımı/arayüzü fena değil. Encrypt'miş … Privacy protected'miş… (Yersen... Güldürmeyin! Güvenlik/gizlilik diye bir şey not internette.) En azından adamlar tekelci Microsoft'un durup-durup "Bizi aşırı korumacı sanabilirsiniz ama…" diyerek maillere engel basmak gibi işlere bulaşmamışlar.
Dostlar; sorunuza -her ne olsa da- kızmayız... kızsak, küfür yazmayız… bu konuda kendimizi bunca yılda tanıttık sanırım. Ama maji yapma konusunda bizden çekiniyorsanız, asla yapmayız ama ahlakı -tanrım korusun- bozsak, size ulaşmamız için emaili olmayan mailiniz yeterlidir.
Bırakın bu korkuları, ya a çekinceleri… İnanın artık yahu: Biz dostuz. :) Bizler -hatalı olarak- White Magician denilen türdeyiz. Filantropil olduğumuz için değil, kendimizi sevdiğimiz için kötülük etmeyiz. :DDDD
]
İlk adımda 722nin var olma öyküsünü çok kısaca yineleyeyim: Uzun yıllar önce tanıştığım bir Mecusi ustadan etkilenmemle 722nin tohumu atıldı. Uzun konuşmayan biriydi. Çok ilginç bir kimlikti. Önceki yanıtlarımda anlattım: PEnin canlı modeliydi. Kung Fu ustasıydı. Sadece dövüşçü değil, işin felsefesine de hakimdi. Zaman içinde ona sorular sormaya başladım. Yanıtları kısa ve özdü. Ama o kadar çarpıcı ve 12den vurucuydu ki, giderek onları not almaya başladım. Sözleri çok zor benimseyip uygulamaya geçsem de, daima içten kabul ettim. Bu -değim yerinde ise- öğretiyi yıllar içinde majisyen arkadaşlarımla paylaştım ve bu düşünce tipini majiye uyarladık. Takıldığımız yerleri varlıklara danıştık. 722 böyle ortaya çıktı. 722 hem maji, hem yaşam biçimi, hem de dinsel doneler taşır. Ancak bu konuda bir kitabım, hatta makalem bile olmadığı, içeriği sadece gelen sorularda anlattığım için hem bütün detayları ile ortaya dökülmüyor, hem de bir anlam bütünlüğü oluşmuyor, biliyorum. Söz konusu parça-parça (kopuk-kopuk) anlatımın içinde açıkça yansıtmadığım konulardan biri "kitap okumak" konusudur.
Önce sakıncalardan söz edelim. (Düşünceler bize aittir ve mutlak doğru oldukları hakkında hiçbir iddiamız yoktur. Verdiğimiz güvence sadece doğru olduklarına mutlak şekilde inanmamız ile sınırlıdır.)
1 - İnsanoğlu tarafından icat edilen yazma eylemi (ve buna bağlı olarak okumak) beynin doğal çalışma (bilgi alma) sistemine fazla uygun değildir. Kitap okumak bilgiyi doğal olmayan (görsel işitsel ve hatta beş duyu aracılığı ile olmayan) yolla almakla ilgilidir.
Olağan yapıda bilgi taşıyan fotonlar beyne görerek ve duyarak ulaşmaktadırlar. Bilgiye bir yanıtımda anlattığım üzere çevreye boş boş bakarak bile ulaşmak mümkündür.
Editörün notu:
Bu konuda bilgi edinmek için Janus'un pismanlik ve özgür irade,satanitik isyan enerjisi (Anne ile sorunlar) adlı yanıtını okuyabilirsiniz.)
Okuma eyleminde ise gözden sadece belli şekillerin fotonları girer. Bu şekillerin ifade ettiği anlam, girift bir beyin işlevi ile deşifre edilir, sonra yorumlanır. Bu çalışma sistemi entelektüel (buna "bilgiyi doğrudan algılayan değil, İŞLEYEREK ALAN" diyelim) çalışma sistemini var eder; basit algılama sisteminin işlemesine ket vurur. Basit denilen doğal sistem ise, öncel evrenle (ya da tanrıyla veya pozitif alan ile) kontak halindedir… çünkü doğaldır, orijinaldir. Anılan kontağa insanlarca içgüdü denmiştir.
İçgüdüler aslında pilot dalgalarla olan güçlü iletişimdir. Pilot dalgalar gücünü yitirdikçe NEye geçit açılır. NEnin celbi, beyinde olumsuz duygulanmalar var ederek NTlerin salgılanmasına neden olur. Ve zincirleme reaksiyonla kısır bir döngü meydana gelir. Basit denilen insanların, ya da entelektüel denilen şekilde düşünme kapasiteleri zayıf kişilerin içgüdülerinin güçlülüğü kadar, ruh hastalığı diye servis edilen ve aslında geçici olabilecek olumsuz NT salgılamalarına uzak olmaları gözden kaçmamalıdır. Anti-depresan kullanımı ve "terapi alma" (bu söze gülmeden edemiyorum) modasının "aydınlar" arasında yaygın olma nedeni bu grubun değerli çözümlere (tedavilere!) ulaşmış olması değil; basit denilen kişilerin böyle şeylere gerek duymamaları, tevasül etmemeleri ve kendilerine önerildiğinde genelde ilgilenmemeleridir. Ruh hastalıkları genelde "gelişmiş" olarak empoze edilen kişilerde görülen durumlardır. Gelişmiş olarak nitelenen beyin, doğal çalışma sistemine paralel olmayan biçimde çalışması öğretilmiş beyindir.
Ezoterizmde yazma olayını anaerkide sevilmeyen Enoch (İdris) adlı Yahudi peygamberi var etmiştir. Bu peygamber din için savaşmayı da şart kılan ilk kimliktir. Batıda Thoth adı altında baş tacı edilir. Aynı kişinin hak etmediği halde majikal yöntemlerle Cennet'e girdiği hakkında mitler vardır.
Editörün notu:
Bu konuda detaylı bilgi edinmek için Janus'un Ab-ı Hayat'ın İzinde: Mitolojiler ve Dinlerin Kılavuzluğunda Ab-ı Hayat
Arayışı adlı kitabını okuyabilirsiniz.
Site üyelerine ücretsizdir.
Hz Muhammet ise aldığı vahiylerin yazılmasını istememiştir. Bu eylem, ona saygı ile sahabe tarafından var edilmiş, sözleri yaprağa, deriye, ağaç kabuğuna yazılmış, ancak peygamber ne "Benim dediklerimi yazdılar, bu çok iyi bir işti" demiş, ne de "Bunları kitap olarak toplayın" şeklinde bir arzu belirtmemiştir. Bir kez daha yineleyeyim: Hazreti peygamber sözlerinin toplanmasını ASLA emretmemiş, bu konuda en küçük bir istek ya da öneride bulunmamıştır. Oysa kendisinin en detay konularda bile hadisleri vardır. Müslümanlık onun hadisleri ile tamdır, bir bütündür. Müslümanık hakkında bilgili arkadaşlar gücenmesinler, yanılıyor olabilirim, kişisel fikrimdir: Hadisler, ayetler kadar önemli, en azından yönlendirici, Müslümanlık sınırlarını belirleyicidir.
Bir yanıtımda söz ettim: Kuran'da İsrailiyat (Yahveh bilgilerinin insanlarca -büyük olasılıkla iyi niyetle- karıştırılmış olması) bulunduğu hakkında pek çok teori vardır.
Editörün notu:
Bu konuda bilgi edinmek için Janus'un Bazı Kuran ayetleri asabımı bozuyor adlı yanıtını okuyabilirsiniz.)
Gerçekten de Kuran'da iki farklı kimlik var gibidir. Mevlana, bunlardan birinin sözleri ile bir ekol yaratmıştır. IŞİD militanları ise diğer bazı ayetleri görüş ve eylemlerinin doğruluğuna kanıt göstermektedirler.
Ancak sahih hadislerde bu ikilem yoktur. Hadisler en saf, en özgün, (bize göre "722ye en uygun") ve -dikkat buyurun- en BATINî Müslümanlığı ortaya koymaktadır. Ve Kuran ayetlerin toplanarak bir kitap yapılması hakkında hiçbir hadis bulunmamaktadır.
2 - Okumak adlı eylemle bilgi algılama yönteminin beynin doğal (basit) işleme sistemini olumsuz etkilemesinden öte, algılanan bilgiler de sakınca yaratabilir; çünkü kitap okumak, beyni kitap yazarının düşüncelerine en az birkaç saat, hatta belki de günlerce açmak manasındadır. Oysa sözlerin okurun işine yarayacak içerikte olup olmadığını (ya da doğru, hatta tehlikesiz olup olmadığını) bilmeye olanak yoktur. Kitap okumak -bizler maji eğitimi versek de bütünü ile karşı olduğumuz, bu yüzden öğrencilerimize "inisiye" değil, "aprentis" adını verdiğimiz- bir çeşit insiyasyon sürecidir. Görsel/işitsel bilgi alma sürecindekine benzer bir reddediş şansı, kitap okurken -tıpkı film izlerken olduğu gibi- son derece azdır. Okuma sırasında okuyan kişinin beyni, kişi tarafından yazılanlarla -bir anlamda- "efsun altında olmak" benzeri bir kontak halinde olduğu için reddediş zordur. Okunur... bilgi alınır... ONDAN SONRA değerlenirilir ve kabul ya da red edilir. Ancak red edilse bile, bilginin büyük kısmı alanlaşmış olabilir. Farklı bir söyleyişle: Algılanan bilgiler beyne "düşünsellik" adı verilebilecek bir aksiyon ile girdiği için, kişi kitabı kapatınca okuduklarına sempati duymamış olsa bile, hepsi de bir ölçüde beyne "işlenmiş", massedilmiş, perkitilmiştir.
3 - Kitap okumak atıl bir eylem olduğu için kitap okuma sürecindeki beyin süredurumunda kanın akış hızı ağırlaşır. Kitap okuyan (ya da bilgisayar başında uzun süre çalışan kişilerin oda ısısının düştüğünü sanma nedeni budur.
4 - Kitap okumak hayattan (sokaktan, eylemden, eylem ile alınan bilgiden, deneyimden) uzak tutar. Boş zamanlarında kitap okumayı (ve de sosyal medyada gezinmeyi) yeğleyen kişilerin pek çoğu gerçek hayatı zorlu ve eğlencesiz bulan, sanal dünyada bulunmayı tercih eden kimselerdir. Oysa hayatın derslerinden kimse kaçamaz. Söz konusu çaba sadece gereksiz bir gecikme var eder.
Kitap okumayı çok seven bir öğrencim bana Ink Heart filmi temelli bir eleştiri yapmış; filmin kahramanlarından Elinor'un, kendisine hiç İran'a gidip gitmediğini soran bir kişiye cevabını, kendini savunma olarak yansıtmıştır.
Elinor'un yanıtı "Evet, yüz kere. Petersburg, Paris, Orta Dünya, uzak gezegenler ve Shangri-la ile birlikte. Ve bu odadan hiç çıkmak zorunda kalmadım. Kitaplar maceradır. Cinayet, kargaşa ve tutku içerirler. Onları açan herkesi severler"1 şeklindedir.
Benim cevabım ise "Sanal olarak Şangrilla'ya gitmeye verilen zaman, gerçek olan bir yerlere gitmekten çalınmış zamandır" olmuştur. Yani asıl sorun, odadan hiç çıkmamak, dahası, bunu bir şans, bir kazanım olarak görmektir. Söz konusu düşünce tarzı, pek çok kitapseveri etkisi altına almıştır.
Aynı filmde, filmin konusu olan kitabın yazarı olan Fenoglio da zaten kitap okumak ve yazmanın var ettiği -bize göre- "donukluktan" şöyle bahsetmektedir. "Bu sadece yalnızlık var eden bir şeydir. Bazen sayfada yarattığınız dünya, gerçekte yaşadığınız dünyadan daha samimi ve canlı görünür."2
Şimdi de olumlu yanlardan söz edelim.
1 - Günümüzde kitap okumak (ya da okumak) kaçınılmazdır; vazgeçilemez bir zorunluluktur. Mesleğinde ilerlemek isteyen her kişi bir şeyleri okumak zorundadır. Bizler 722yi bilimsel raporları (SADECE bilimsel raporları) okuyarak var etmişizdir.
Ayrıca şu var (çuvaldızı yine mideme dayadım): Benim "hobi olarak kitap okuma" hakkındaki düşüncelerimi öğrenme yolunuz okumaktır. Bizi okumasanız, size -kendimce pek muhterem olan- bu bilgileri veremem. :DD
Söz konusu çelişki, kanımca kimsenin üstesinden gelemeyeceği bir paradokstur.
Pek çok insan okuma eyleminde rahatsız olduğu için videolar ve işitsel dokumanlar teknoloji ilerledikçe hızla popüler olmaktadır. Ancak özellikle audio kaynakların kitabın yerini alması -bence- zordur; çünkü bilgi okuyarak, dinlemekten daha süratli şekilde beyne alınmaktır. İş ortamında, whatsApp benzeri messaging app'ler aracılığı ile kurulan iletişimlerde, sorulan sorulara ses dosyaları yanıt verenlerin çok kişiyi strese soktuğu anımsanmalıdır. ;-)
2 - Eğer kitap okumak kişiye gerçekten PE veriyorsa o zaman olaya farklı yaklaşmak gerekebilir; çünkü insanları onlara zevk veren şeylerden "doğrusu bu" baskısı ile uzak tutmaya girişmek ya acı var eder; ya da sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
Bu gibi kişilere, bu uğraşa ayırılan zamanın bu eyleme zıt yönlü eylem ile (örnek: dışarıda, reel hayatın içinde olmak ile) DENGELENMESİ önerilebilir. Söz konusu denge tahtında, kitap okumak ile kişinin elde edeceği enerji türü PE olarak kalacak olabilir.
Peki ben neden kitap yazıyorum? Bunun nedeni -çok dürüst olacağım- para kazanmaktır. Korkarım ki kitap yazmak ve bir diğer işimden başka elimden gelen, ya da ciddi oranda stres altına girmeden becerebildiğim iş yok… eğer olsaydı, olmasını da isterdim, lütfen bana inanın kitap yazmazdım. Kitap yazmaya verdiğim her an, hayatımdan koparılıp alınmış saatlerdir.
Ancak içinde olduğum dünyanın risklerini iyi bildiğim için bence benim kitaplarım (Tutsak Evren ve Sınırın Ötesi dışında) diğer pek çok kitaba göre daha güvenli içerik/konu/jargonda yazılmıştır. Örneğin Dolunay Astrolojisi ile gerçekten hoş duygulara ulaşmak mümkündür belki de. (O kitabı bir dostumun önerisi ile, hiç tarzım olmayan bir şekilde, elimden geldiğince insanlara rahat duygular var etmek için özellikle yazdım. Ay konusu zaten kutsaldır. Kitabın kapağını bile bu düşünce doğrultusunda var ettik.)
" Sizce yazmayi ve okumayi birakmali miyim?"
Bizler reel eylemler için "sakın yapma" pek demeyiz. "Günde 10 tane sigara içiyorum" veya "Her akşam 50lik rakı götürüyorum" deseniz bile yapmayın demeye hakkım olmadığını bilirim. Ama sağ olun, düşüncemi merak etmişsiniz, bu yüzden size "İnsan adlı canı türü olduğumuz için GERÇEK ihtiyacımız tek bir noktada hareketsizce oturup başkalarının sözlerini beyne acayip yollarla embed etmek değil; DIŞARIDA, SOKAKTA, CADDEDE (illaki doğada veya sahil kasabasında da değil) var olmak, hareket etmek, gözlerden olağan olayların fotonlarını almaktır. Bu işlemler bizim doğamıza uygun oldukları için sağlığımızı onaracak, ruhumuzu ferahlatacak ve bize ihtiyaç duyduğumuz farklı bilgileri aktaracaktır" derim.
Yine de bu sözlerin ardından şunları da eklerim: "Hobiler, PE celbi için gerekli uğraşlardır. Ben her akşam biraz alkol alır, iki-üç sigara içerim… bu bana PE verir. Siz, kitapların sayfaları arasında gezersiniz, size de bu PE verir. Kimse kimsenin PE kaynağını eleştiremez, kınayamaz, çünkü kınamasına kaynaklık edecek bilgiye sahip olamaz.
Yine de bu kişisel -risk taşısalar da bize PE veren- olaylarımızı dengeli kullanmakla nice sakıncayı sollayabiliriz. Ben sarhoş olmamayı (sapıtmamayı), çakırkeyifken şişeyi bara kaldırmayı becermeliyim; siz de kitabı kapatıp kahveye, kafeye, alışverişe, vitrinlere bakmaya, arkadaş toplantısına/ziyaretine, tiyatroya (ama hayır, sinemaya değil :) ), konsere, sergiye gitmeyi hayatınıza alabilirsiniz" diyebilirim.
" Birakamiyorum. Elimde degil."
Size bırakın kim demiş ki sevgili, dürüst, içtenlik dolu kardeşim? Sevdiğiniz şeyler hiç bırakılır mı? Ama makronun yasaları vardır; bunlara uymayanlar canlarını sıkacak enerjiler envoke ederler. Bu yasaların en işlevsel olanı ise dengedir. Yani sevdiğiniz işleri, sevmediğiniz şeyleri yaparak; ya da sevmediğiniz işlerden sonra illaki sevdiğiniz işleri yaparak, hayatı dengelemek pek zor değildir. Bu yapıya uyum gösterilebilirse, kitap okumaktan çok-çok daha tehlikeli bazı eylemlere bile gem geçirilebilir, onlar bile zapt-ı rapt alına alınabilir ve güvenle kullanabilir. (Örneğin yol bomboşsa, çevrede adamı kervana takacak ekip yoksa drift atabilir, pati çekebilir; güvendiğiniz kimselerle arada sırada "içeliiim, kendimizden geçeliiim, bu gün var yarın yoksun, iç be dostum noolursuuun" şarkıları tutturabilir; "Ya, ner'desin, bekliyoruz, hadi gel" diye telefon açan arkadaşlara "Ah, çok üzgünüm; toplantı uzayacak, herkese selam" martavalını atıp, elinizde göz damlası, ekrana biraz daha yapışabilirsiniz. :DD
Size zevk veren şeylerden korkmayı, onlardan uzak kalmaya çabalamayı bırakın derim arkadaşım. Zaten ya becermez, ya becerir acı çeker, ya da hem becermez, hem de acı çekersiniz. Yerine dengeyi kurmaya odaklanın… Sevemediğiniz işlere de hayatınızda yer verin. Blogunuza yeni makale yükledikten sonra çıkın dışarı… yollarda can sıkıntısından patlasınız da, boş boş yürüyün. Böylece belki de içinizdeki adamla tanışabilir, hem de en sevdiğiniz şeyleri yapmaktan bile büyük keyiflerin kendi kendine geldiğini fark edecek olabilirsiniz. Bana sorarsanız içinizde eğlenmeyi seven şen bir adam var… ama kimbilir hangi nedenden biraz geride durmayı yeğliyor.
" Yaratici kudret, bizi Enlil'in vibrasyonlarindan korusun. Hep birlikte Ana tanriçanin küçük ve sevimli kuzulari olalim."
Dostum; Enlil hazreti gerçek yerine koydun ya… altın bul… pardon… altın varaklı kabı olan kitaplar bul. :D
Ancak ben sevimli kuzu olmak istediğimden pek emin değilim. Kendi pis karakterimi pek seviyorum… dengelemeye ve "evirmeye" :) çalışmak da heyecan dolu bir macera gibi geliyor.
Bence makroda pek de kimse tatlı kuzu değil.
[Kuzu olanlara saygım sonsuz. Önceden yazdım: Anaerkide "koyun gibi otlayan", "geviş getiren dana", "inekleyen tip" gibi sözler hiç sevilmez. Ana tanrıça kendini sıklıkla inek, Baba Tanrı ise öküz ve boğa ile betimler. Antik Anadolu erkeklerinden türetilen seksi varlıklar olan satirler keçidir. (Hala da antikiz evelallah. :D ) Zeus'u ölümden bir keçi olan Amalthea saklayıp süt vererek kurtarmıştır; ama Zeus onu öldürmüştür. (Zeus'un Mezopotamya versiyonu olan Maruk da kendisine süt veren tanrıçaları öldürür.)
Şeytan'ın boynuzlu olmasının nedeni, kendilerini düz dişli (köpek dişleri sivri olmayan), otobur, boynuzlu, insan dostu bu hayvanlarla ifade eden eski dinin yaratıcı tanrılarının Hıristiyanlık ve Yahudilikçe Şeytan olarak tanımlanmasıdır.
Editörün notu:
Yahveh ve Zeus/Marduk dahil diğer baş tanrıların benzerliği hakkında bilgi edinmek için Janus'un Tutsak Evren ve Sınırın Ötesi adlı kitabını okuyabilirsiniz.
]
Olmadığımız için pis işlere bulaşıyor (başımıza iş açıyor), keyfi kaçırıyor… ama öğreniyoruz. Hep derim; sorunlar aslında biraz sert ama başarılı eğitmenlerdir.
Hiç birimiz mükemmeli geç, kusursuz değiliz. Hatalarda da sadece ders yok -tabi ki eğer çığırından çıkmamışsa ve kontrol altındalarsa- biraz da keyif var. ;-) Yani bırakalım dileyen kitap okusun, dileyen çayır kuzusu olsun, isteyen de hala benim gibi yaramaz bir moruk olarak kalsın. :) Hayat böyle (minik günahlarla) güzel…
Bize göre yanlış "iyisi budur" diye adamın isteklerinden, keyiflerinden (manyaklıklarından demedim) ayrılmaya kendini zorlaması… Bana inanın, bu da başlı başına NE celp nedeni.
"Sevgili Isimud.."
Önce bilmeyenler için açıklama yapalım: İsimud, Janus gibi iki yüzlü tanrıdır. Tam anımsayamadım, ya Ea'nın ya da Enki'nin yardımcısıdır. Yunan mitolojisinin haberci Hermes'i gibidir. Hızlıdır. Ulaktır. Standart astrolojide mesajlar, iletişim, haberleşme, entelektüel kapasite benzeri kavramları yöneten Merkür'dür.
Kötü haber odur ki, yukarıda söz ettiğim yazıyı bulan büyücü Yahudi tanrısı İdris olma olasılığı yüksektir.
Önemli kimselere benzetilmeyi pek sevmiyorum… çünkü değilim. Böyle algılanır, giderek böyle hak etmediğim bir yere konursam, bir gün ortaya çıkmaya karar verdiğimde herkes, haklı olarak "Aaaa! Janus bu muymuş? Hıh!" çekiverecekler.
Arkadaşlar; yahu bir inanın: Bilgeyi (hiç sevmem bu lafı) geç; hoca-moca bile değilim. (Eğitim alanlara ağız alışkanlığı, başka laf bulamadığımız için "öğrenci" diyoruz. Eğitime bile "eğitim" demek bize ters. Ataerkil kültürdeki millet ağır eğitimlere, ağır abi havalı hocalara o kadar çeşni ki, ne İngilizce, ne Türkçe dağarcığında, kelime haznesinde (hazine değil, hazne, hazne "depo" demektir) bizim düşünce karşılığı olan laf yok. Bulan Allah aşkına haber etsin. Onu kullanalım.)
Sizler gibi kendi halinde; ailesi ve hesap vereceği kişi olmadığı için (bunu bilinçle, çaba ile var ettim) pek çok kişiye göre biraz farklı yaşayan biriyim. 722 sistemi dediğimiz şey derin bir ekol değil; hataları yüzünden çok (ama çok) acı çekmiş uyanık ve meraklı birinin, her önüne geleni kurcalaya-kurcalaya var ettiği bir "bilgi kümesi"dir. Baba bir ekol filan değildir. (Ekol, sistem lafı bile sinir edici.)
Bizler de özel kimseler değiliz. İş "dıgıdağa" ;-) gelene dek sıradan, dar gelirli, ama evet, sizlerden SADECE BAZI KONULARDA biraz fazla şey bilen, bunu soranlara ÖĞRETMEYE DEĞİL, anlatmaya hazır ve istekli adamlarız. Ama burada (bu sitede) bizi kabul eden herkesle "sadece ARKADAŞIZ". Üst otoriteler, "bilen ekabirler", liderler, gurular bize ters tiplerdir. Allasen bize koyup-koyup, en başta bendenizi oralara oturtmayın. :DD O ağırlığı bizlere yüklemeyin. Şurada olabildiğince şamata-gırgır, iki lafın belini kıralım.
Ve -email vermese de- güzel gönüllü dostum; umarım seninle papaz olmayız ama demem gerek. Ea'ya, Enki'ye dikkatle yaklaş. (Unutma, en iyisini sen bilirsin; biz değil. Ben sadece sohbet ortamında bir arkadaşıma -söylemem gerektiğini düşündüğüm- iki laf ediyorum.) Bu tanrı soyu, Yunan mitolojisinin Zeus kardeşler soyudur. Yani titanlar gibi, ÖNCEL EVRENİN VAR EDİCİSİ ENERJİLERDEN farklı bir enerji türünü sembolize ederler.
Burada "öncel evren" dediğim evren, Cennet değil (özgün yapı değil), makrokozmosun bir öncesi olan madde evrendir. Evreni bölen bu tanrılar da, bölünmeyi var eden enerjileri (belki de parçacıkları) sembolize etmektedirler. Titanlar ise takyonlara benzer parçacıklardır.
Enki ve benzerlerine uzaylı diyorlar… bilemem, olabilirler de. Ben sadece kendi sitemde, bana soru sorma nezaketinde bulunan bir arkadaşıma bir laf ettim. Hoşuna gitmedi ise unut gitsin. :)
DİP NOTLAR
[1]
Yes, a hundred times. Along with St. Petersburg, Paris, Middle-Earth, distant planets and Shangri-la. And I never had to leave this room. Books are adventure. They contain murder and mayhem and passion. They love anyone who opens them."
[2]
It's just a lonely thing. Sometimes the world you create on the page seems more friendly and alive than the world you actually live in.