YANIT
Sevgili kardeşim, baştan belirteyim: Hiç de sempati duyduğumuz bir düşüncede değilsiniz. Yani korkarım ki sözlerim sizi gerebilir. Lütfen ya yanıtımı okumayın, ya da ek hoşgörü kalkanı kuşanın. Ve iki özlü sözümüzü unutmayın:
1- Teorilerimizin doğruluklarına mutlak şekilde inansak da, mutlak doğrular oldukları hakkında bir iddiamız bulunmamaktadır.
2 – Herkes rahat bırakılırsa kendine neyin gerektiğini bilecek kapasitededir.
Ülkede sıkıntılarınız olduğundan söz etmişsiniz. Olabilir… içinde yaşadınız sadece ülke değil, aile bile, beklentilerinizi karşılamayabilir. Evet; çözüm (nadiren de olsa) uzaklaşmaktır bazen. Hz. Muhammet de hicret etmiştir.
Buraya dek hemfikiriz.
Ancak uzaklaşma imkanını verecek olan da PE dir ve –sizi tenzih ederim- sızlanarak, yanıp yakınılarak, suçlayarak, kötümserlik içinde o uzaklaşma fırsatını verecek PE celp olmaz; bilakis, size uygun olmayan şartlarda daha da kalmanıza neden olacak NE celp olur.
Sizin bakış açınız ise -sızlanmak demeyelim ama- en azından aşırı eleştireldir.
Canım kardeşim, lütfen kızmayın; sözlerinizden sonra acaba ben öldüm, farkına değil miyim?" diye düşünmeden edemedim. Sizinle aynı ülkede, büyük olasılıkla daha mütevazi şartlarda yaşadığım halde acaba saydıklarınızla –kabul, "hiç" değil- ama neden çok az karşılamaktayım? Yarın ne olacak bilemem, yine de kendi kendini din adamlığına atamış (anaerkide ruhban sınıfı yoktur) ve kendi de bu konumun sorumluluğunun bilincinde bir adam olarak yemin ederim1, ben bu ülkede bu sıkıntıları yaşamıyorum. Acaba biraz bakış açınızı değiştirmeniz mi gerek?
Bir ölçüde de olsa NE altında olduğunuzdan kuşkulanma sebebim, sorunları tek tek yazmış olmanızdır. Size sıkıntı veren her bir şeyi dile getirdiğiniz (ya da yazdığınız) anda NE celp olur. Yerine şöyle düşünmeniz, yazmanız gerekir: "Belki biraz abartıyor olabilirim ama, gerçekten son zamanlarda ülkemde yaşadıklarımdan hiç hoşnut değilim. Kimi zaman aklıma başka bir ülkeye gitsem daha rahat olacağım gibi düşünceler gelmiyor değil. Bu konuda öneriniz olabilir mi?" Bu cümle, kaygılı olsa da, tarafsız bir noktada durup, gözlem yapmaya istekli birinin beyin elektriğidir. Oysa "şu kötü, bu kötü, bu daha da kötü" benzeri cümlelerin kurulması, teşhisin çoktan koyulduğunun, yani inancın (bu yüzden de alanın) var olduğunun ve söz konusu alanın gerçekliği olumsuz çöktüreceğinin kanıtıdır.
Eğer beğenmediğiniz sistemin nabız atışına yakın yaşarsanız, sistem dertlerinin çekim alanına girmiş olursunuz. Çözüm, kendinizi –bizler gibi- nabız atışı parsellerinden geri çekmektir.
- Her Allahın günü sosyal medyaya girer, değerli görüşler içeren mesajlar yazar ya da okursanız,
- olağan (itelendiğiniz) bir mesleğiniz varsa,
- araba ve daire almak sizin için öncel gereklilikse (ev ve araba özlemi güzel amaçlardır, ancak hayattaki ilk amaç değillerdir),
- diğerlerinin (hatta ailenizin) doğrularını size uygun olup olmadığını yüreklice (ama sakince) düşünmeden şiar edinme eğilimindeyseniz,
- kendi değerinizi başkalarının onayına göre belirliyorsanız,
- rahat etmek adına çoğunluğa benzemek sizin için şartsa,
sistemin nabız atışındasınız demektir. Belki de biraz kendinizi geri çekebilmek, ülke değiştirmekten daha kolay bir çözüm var edecektir.
" Amerika gibi silahlanmanin oldugu ülke harici hangi ülkeleri önerirsin"
Bakın, yine bir şeyi suçlamışsınız. :) Amerika'dan söz ederken, orayı seçmemek adına aklınız gelen en önemli olasılık silahlanma ise, silahların beyninizde öncel bir alan olduğu gerçeğini görmek gerekir. Bu da NEnin varlığına kanıttır. Amerika'yı eleştirirken daha hafif argümanlar kullandığınızda; örneğin "Orada çok kaba ve dağınık insan var" ya da "orada hayat çok hızlı akıyor" benzeri daha "genel" bir eleştiri noktası kesp ettiğinizde ve cümlenizi "orası pek bana uygun olmayabilir" şeklinde bitirdiğinizde (dikkat buyurun "orası bana uygun değil" demedim, cümleyi "orası bana uygun olmayabilir" şeklinde kurdum) kapılar daha kolay açılacaktır.
Önemli olan kardeşim, ülke değiştirmek değil, beyin elektriğini değiştirmektir. Aristo'nun (Sokrates de olabilir, hangisiydi hatırlayamadım) dediği gibi, gittiğiniz yere kendinizi de götürmek zorunda olduğunuz sürece -ki bu kaçınılmazdır- sonuç (sorunların varlığı) değişmeyecek, sadece biçim/içerik değiştirecektir.
"ingilterede belli süre bulundugunu eski soru cevaplardan okuduk."
Demek beni izliyorsunuz… Çok teşekkür ederim. :) Evet, İngiltere'de (bir süre Windsor'da bile :) ) bulundum ve çok, ama çok mutlu oldum. İnanılmaz severim İngiltere'yi ve İngilizleri… Ama hala da yaşadığım varoş denilebilecek ilçenin (son yıllarda epey gelişti) insanlarını İngilizlere yeğlerim. Yüreğimden geliyor bu sözler. Belki de biz Türklerin farklılığını görmek için kendini biraz olağan kültürden (dolduruşlardan) geri çekmek ya da ağaçlara değil, ormana odaklanmak gerek. :)
İngilizler ve de batılılar, ister melek olsunlar, bizden farklı genetik yapıya sahiptirler. Oralarda ya yabancılık çeker, ya da onlardan olmak için kendiniz kasmak zorunda kalabilirsiniz. "Hayır, ben onlardanım" demeyin bence; bu gen bilime uygun değil. :) Ben de bütünü ile batılı kültürde büyüdüm. Annem Robert Kolej mezunu idi; benim batılı anlayışla yetiştirdi. Hala da bir batılı değilim, olmama –bunu istiyor olsam bile- imkan yok. :) Bizler –bazı kırgınlıklar yüzünden- biraz görmezden gelmeye eğilimli olsak da- birbirine benzeyen insanlarız. Bence kesip atmadan bir de ortama bu vazgeçilemez gerçek ile bakmak önemli kazanımlar var edebilir.
"ingiltere nasildir?"
Çok güzeldir. Ülkemizden temizdir. :) İngilizler kibar insanlardır. Ama bir Türk insanına "Kibar ve on numara robotlar" gibi gelebilirler; çünkü bizler onlardan hem daha ateşli, hem daha duygusal, hem de daha spontane bir ırkız. :)
Kibar biriyim, nezakete inanırım. Gençlikte tabi ki daha "larj"dım… ama "aile terbiyesi" denilen gerçek yüzünden en serseri yıllarımda bile biraz farklıydım. Buna rağmen İngiltere'de dışlandığım anlar oldu. O kibar insanlar bunu belli etmek istemediler… ama ben bunu sezecek kadar hassastım. :) Ülkemde güzel bir şeyler yapınca onurlandırılmanın doyumunu yurt dışında hiç alamadım. Türk insanı güzel şeylere –değim yerinde ise- hem açtır… hem hazırdır. Güzelliklerden pay almak için yapılması gereken biraz cesurca bir adım atmak, yani GERİ ADIM atmaktır. Biraz verici olduğunda, bunu kaygı oldu "ezilecek miyim?" korkusundan arınmış halde, inanarak, zevk alarak yaptığında, güzellikler –bence- batıda olduğundan misli-be-misli fazla gelmektedir.
"bana biraz bdsm cilerin mekani gibi geliyor :)"
Gerçekten bilmiyorum. 1990'den beri yırt dışına çıkamadım. O zamanlar fazla bir aksiyon (atraksiyon) –bildiğim kadarı ile- yoktu. ;-)
[BDSM dediniz (laf sokmanı fark ettim dostum :D ), fırsat bu fırsat konuyu dağıtıp iki laf etmezsem patlarım. :D
BDSM ortamı için bir yere gitmek, bir gruba girmek –bence- gülünçtür. Senelerce pro-Dom'luk yaptığım halde (müşterilerim sadece yabacılardı) tek bir (rakam ile 1) gruba girmiş değilim. (Yurt dışında sitelerde ilanım vardı tabi ki.)
Bu işler grupla mrupla olmaz. Karşınıza gelen HER hanımın -ben de popüler espriyi yapayım- "gözlerindeki ışıltıdan" hal ve gidiş yönünü algılamak ve onu bir –tabi ki istiyorsa, bundan zevk alacaksa- sub'a çevirmekten zevkli ne vardır? Oysa genelde gelen slave'ler bu işin "arsızıdırlar" (bu sözcüğü hakaret olarak kullanmadım). Bir Master'ı uyaran, sub'ının sınırlarını tek tek aştırma "sürecidir". Gray bilmemne filmindeki gibi şahane BDSM odaları yapıp, sonra sürekli hanımı altına almaktan ya da pata-küte girişmekten başka şey istemeyen kişilerin boşuna masrafa girmelerine gerek yoktur. :D
BDSM bir psikolojidir. sub'ın utancı, şaşkınlığı, DOZUNDA korkusu ve Dom'una güveni ile kendini açması… bu ortam gerçek bir Master'ı güzel bir hanımın bacaklarını açmasından kat-be-kat "uçurur". Bu yüzden Londra "BDSM merkezi" ilan edilse ve bir seks turizmi planlasam, gitmeyeceğim yer Londra olacaktır.
Utanmayı bilen ve batılılara göre son derece şık biçimde edilgen, Türk terbiyesi gereği erkeğine saygılı olan Türk hanımları, böyle oyunlar oynamaktan hoşlanıyorsa, onlarla çok daha doyurucu ortamlar var etmek mümkündür.
Erkeğine saygılı deme nedenime bir somut örnek vereyim: Bana sorarsanız Türk kadını, batılı kadınlara göre çok daha fazla sayıda orgazm taklidi yapmaktadır. Batılı kadın ise bu işin "çetelesini" tutar. Türk kadını batılı kadın gibi "Beni iki kere orgazma ulaştırmayan erkek" suçlamasında bulunmaz, ya da yatakta "Ben daha gelmedim, çabala" diye laf etmez. :) Bu sözlerin erkekte var edeceği yıkımı :D hisseder… ve rol yapar.
Ve unutmamak gerek: Gelenksel Türk ailesinde aileyi aslında kadınlar yönetir. :) İşte kadının gizi ve güzelliği buradadır.
Sözüm yine yeminim altınadır: Türk kadını kadar naif, güzel gönüllü, özverili ve anaç bir kadın görmedim ben. Önceliğim her zaman Türk kadınlarından yanadır. Apaçık söylüyorum: Batılı kadınlar beni -kendimi zorlamazsam- uyaramazlar. Bizim savunduğumuz, biz böyle öğretildiği için savunduğumuz kadın kimliği (hatta görünüm bile, örneğin geniş kalça, kısa bacaklar) Türk kadınına uygundur.
]
"japonya kore felan tavsiyelerini bekliyorum."
Kişiliğinizi ve beklentilerinizi bilemediğim için size kendi yaşamak istediğim ülkeyi, açıklayıcı şekilde önereyim: Bu ülke Danimarka'dır.
Çok sevdiğim bir hanım arkadaşım aracılığı ile tanıdığım bu ülke, benim zevkime göre (daha doğrusu anaerki ile edindiğim kimliğime göre) imal edilmiş bir oyuncak-ülke gibidir.
Orada;
Her şey aşırı düzenlidir ve temizdir.
Aşırılık yoktur, derinlerden gelen bir sakinlik vardır.
Görünümler klasik zevke göredir (renkler hep ton-sür-tondur).
Sosyal devlet muhteşem çalışmaktadır.
İnsanlar kendi halindedir, biraz içine kapalıdırlar (Ameriken "sosyal ol" kuralı burada pek aktif değildir.)
Çok bar vardır. Hepsi temiz ve şıktır. Barlara insanlar dağıtmaya değil, rahatlamaya giderler. Olağan kişiler (halk) bara gitmektedir; ama içki tüketiminin yüksek olduğu bazı ülkelerdeki gibi asık suratlı ve soğuk değildirler.
İnsanlar erken yatarlar, erken kalkarlar.
İklim soğuktur, çevrede kadın eteğine benzeyen şortlu, terlikli, sıcak diye paspal giyinmeyi normal gören insan bulunmamaktadır. :)
Cinsellik olağandır; hala da saygı/bilgi çerçevesindedir.
Bir diğer hanım arkadaşım, Hollanda'da yaşama şansı olduğu halde, orayı (ki, koşullar Danimarka'ya benzer) "sıkıcı" bulmuş, ülkeye dönerek "dişli" bir avukat olarak zenginleşmiştir.
Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi? :)
Şansınız açık olsun kardeşim. Lütfen "en iyi" olmasa bile "gerekli" kararı sadece KENDİNİZİN verebileceğinizi unutmayın. Bazen ufak sorunlar yaşamak, daha iyisini elde etmek için kaçınılmazdırlar. Onlar ister yanlış seçim olarak, ister sorunların üstüne gitmeyi ve onları aşmayı amaç edinerek yaşansınlar; hep kazanç var ederler.
Sorunlar değerli eğitmenlerdir. Onlara saygı duymak, sözlerini dinlemek, yani gösterdikleri yönlere ilerlemek gerek. :)
Son bir toparlama yapayım: Ortam değiştirme arzusu NE belirtisi değildir. Ortam değiştirmek de illaki NE celp etmez. NE varlığı, ortam değiştirme arzusunun gerisinde öfke varlığı ile deşifre edilebilir.
DİP NOTLAR
[1]
Anaerkide söz önemlidir, yemin daha önemlidir, sevilen tanrıyı sözünüze tanık gösterecek kadar sözleriniz saf doğruları içerdiğini vurgular.