Ben ciddi para kazanan(legal yollar ile tabiki )birisiyim fakat her para kazandigimda diger insanlarin önüne geçiyor yani üstüne çikiyorum bunu suna benzetebilirim. Milli piyango var ben ve herkes umutla bilet aliyor fakat sadece derece yapan 3-5 kisi kazaniyor.Kazanmak için mecbur digerlerinin kaybemesinin gerekmesi ve herkesin kazanamamasi zirvenin tek kisil olmasi canimi sikan .Kendimi pozitifde tutamiyorum bu durumda belki insanlara ve sana saçma gelebilir , o kadar para kazaniyorsun daha konusuyorsun harca hayati yasa geç diye de :) yemin ederim kötü hissediyorum.Hayatta herkesin para kazandigi ve zirvede yasadigi bir sistemde imkansiz valla , sikisip kaldim bu düsüncede nasil çikabilirim ?
YANIT
Her zamanki klasik sözlerimle başlayayım: "Sözlerimizin mutlak doğrular olduğu yönünde inancımız bulunsa da, mutlak doğrular oldukları yönünde hiçbir iddiamız yoktur."
Ayrıca ruhsal durumlar hakkında uzman değilim. Ancak bir teori sahibiyiz; hatalı olabileceğinin altını çizerek size teorimiz bazında bazı şeyler söyleyebilirim.
Bizler, pratikte çözümü olduğu halde, bu çözümün fark edilemediği, dahası, bu durumun sorun haline getirildiği beyin süredurumlarının nedeninin NE adını verdiğimiz bir EM (bu kadar basit değil tabi ki) dalgaboyu olduğuna inanırız.
Sorunuzun yanıtına geçmeden biraz teorik bilgi verirsem belki sözlerim daha ikna edici olabilir.
Bu dalgaboyu, tüm EM dalgalar gibi her yerdedir. Yayılmak için ses benzeri bir aracıya gerek duymaz. Evrenin bölünme anında, Big Bang'de, ortaya çıkmış bir yapıdır.
İki postüla ortaya koyalım:
- Nöronlarınızın çakması ile üretilen elektriğin EM alanı vardır. Buna okültimzde "aura", bilimde (ETC teorilerinde) "bilinç" denmektedir.
- Fizik biliminde iki sistem arasında (uyum varsa) senkronizasyon olabilir.
Bizler (pseudo-bilimciler) söz konusu EM alanların (yani PE ve NE adını verdiğimiz dalgaboylarının) beyin EM alanı ile senkronize olabildiğini öne sürmekteyiz.
Bu düşüncemizi foton/çekirdek, foton/nöron, foton/canlı doku etkileşiminin varlığının kanıtlanmış olması ile savunuyoruz.
Anılan senkronizasyon NE temelinde ise buna okültizmde obsesyon denir.
Bu senkronizasyon giderek rezonansa dönüşürse okültizmde buna pozesyon denir.
Beyin elektriğini NE ile senkronize edecek durumlar öncelikle yaşanan şanssız olaylardır. Aslında bağlantıyı yapan olay değil, olaya bakış açısıdır. Yüzleşilen problemi gereğinden fazla önemsemek, sürekli düşünce üreterek yapılan foton bombardımanı ile bir alan yaratmak ve alanı sürekli eksite etmek NE adlı dalgaboyuna bir çeşit davet çıkartır.
Aynı davet tahmin edilmeyecek küçük çaplı olaylarla da meydana getirilebilmektedir.
Örneğin;
-
trafikte birine kızmak ve bu konuda çok düşünmek, bu durumu –belki biraz abartarak- arkadaşlara anlatmak,
-
haber kanallarının ana haber kuşaklarında politik durumları ve tartışma programlarını dinleyip öfkelenmek,
-
sinema filmleri izleyerek bunlardan etkilenmek,
-
bir arkadaşın hastalık öyküsünü dinlemek,
-
duyulan kırıcı bir söz veya eleştiriyi aşırı önemsemek,
benzeri gündelik denilebilecek nice durum ile var edilen beyin süredurumu davet yerine geçer.
NE celp olunca, hatalı düşünce süreci sürdürülürse giderek bir "düşünce alışkanlığı"na dönüşür ve bir sinirsel yolak meydana gelir. Kişilerin mutsuzluk nedeni aslında sadece budur. Bu demektir ki, derdi/kederi/sıkıntıyı var eden olaylar değil, onları algılama, değerlendirme, benimse ve tepki verme alışkanlıklarıdır. Söz konusu alışkanlıklar ise doğumun hemen sonrasında –aile içinde bile- "doğrusu budur" zannıyla var edilmeye başlanır. Nasıl yaşayacağımız, nasıl koşullandığımıza bağlıdır.
Size gelirsem, büyük olasılıkla bu anlattığım sistemin içinde olduğunuzu düşünmeden edemiyorum. Kuşkumun nedeni ise aslında sorun olarak algıladığınız ve sizi üzen durumun çözümünün hem kolay, hem de bu durumun bir şans olarak değerlendirilebilecek olmasıdır. Elinizde fazla olanı diğerlerine vermek kolay ve güzel bir iştir. Hem size güzel bir davranış sergileyebildiğiniz için karma puan/sevap kazandırır; hem de birisini mutlu ettiğinizde –eğer mutluluk verici eylemi istekle (beyninizde PE ile) yaptıysanız- onun beyin elektriği dalgaboyu ile senkronize olur, PE genliğini arttırırsınız.
Şimdi konumuzu biraz farklı alana kaydıralım ve yine "ortaya karışık" bazı bilgiler vereyim.
Eşitlik ve denge, bizim sistemin ana ereğidir. Ancak bu iki kavram bir sürü tehlikeli (NE yönetimindeki) sistem tarafından NE ürettirmek için hatalı (yalan) şekilde kullanılmıştır: Evrende -temel ve değiştirilemeyecek makrokozmos yapısı nedeni ile- eşitlik yoktur; dahası, bu evrende yaşadığınız sürece var edilmez.
Ancak var edilmeyen ve asla edilmeyecek olan eşitlik objektif bir eşitliktir. NE eşitlik kavramını bozmayı bu hatalı bakış açısını pompalayarak gerçekleştirir, genelde gelir eşitsizliğini ön plana çıkartır; insanları bu hassas noktalarından –deyim yerinde ise- "yakalar". Oysa tabidir ki var edilmeye çalışılması gereken bir eşitlik vardır; o da sübjektif eşitliktir; ki, bunu "rahatlık eşitliği" olarak yorumlamak mümkün ve doğrudur.
Rahatlık eşitliği –bence- sadece insanın kendi olması ile gerçek kılınır. İnsanın kendi olması için İSTEKLERİNİ YAPMA özgürlüğüne sahip olması gerekir. Oysa ataerkide bu durum olabildiğince engellenir. Gerçekdışı "doğru ve iyiler" empoze edilir; insanlar bunları elde etmeye yönlendirilir. Artık temelde eşitsizlik var etmenin tetiği çekilmiştir. Söz konusu "rahatsızlık tutsağı insanlar" objektif (makro yapısı gereği tesis edilmeyecek) eşitlikler bazında kışkırtılır. Kargaşa, acı, dert, kavga ve öfke ile üretilen beyin elektriği dalgaboyları rezonansa girer, yayılır… giderek güçlenen NE, frekansı düşük kişileri bile etkisine almaya başlar.
Artık bir salgın vardır.
Salgınlarda (önceden defalarca yazdığım gibi) eve kapanmak daha çok NE celp eder; çünkü "kapanmak" makro yasalarına göre NE celp eder. Ama "kapanmak" ile "korunmak" farklı kavramlardır. Yapılması gereken kapanmadan, salgının şiddetine göre "aşırı" denilebilecek önlemler bile alarak korunarak yaşamaktır.
Anılan korunma eylemleri;
-
fazla (ya da en azından her) kitabı okumamak,
-
sinema filmlerini hiç izlememek,
-
politika ile fazla ilgilenmemek,
-
düşünsel ve derin konular yerine, el sanatları, tamirat işleri, ticaret, güzellik (hem kendinde hem çevrede fiziksel güzellikler yaratmak), seks vb. benzeri pratik konularda beyni meşgul etmek,
-
"dert" denilebilecek konularda ne konuşmak, ne de bu tarz konuşmaları dinlemek,
-
en yakın kişilerin bile (söz ve tavırlarına) gereğinden fazla önem vermemek,
-
kısaca görülen (foton) ve duyulan (foniton) algıları ciddi şekilde denetlemek
şekilde kabaca özetlenebilir.
Cümlelerinize geçelim.
" fakat her para kazandigimda diger insanlarin önüne geçiyor yani üstüne çikiyorum"
Bu düşünce yanlıştır kardeşim. Herhangi bir şey sizde aşırı fazla olursa ve ÜSTTEYSENİZ, yani kendinizi hem bu konumda görüyor ve/veya bu konumda olduğunuzu düşünüyorsanız, bir yerde ciddi bir davranış hatanız var demektir. Bu hata ise size NE celp ettirecektir.
İzninizle kendi çevremden bir örnek vereyim.
Bizler majikal, felsefi (sürekli laf soksam da felsefi yanımız var, yakayı verdik ele :DD ) ve de mistik düşüncelerle iç iç olduğumuz için bir grup, hatta giderek bir tarikat, ya da bir izm, kurmamız mümkün sayılan kişileriz. Oysa dikkatle sakındığımız bir gidişattır bu. Aramızda ise söz ettiğim eylemlerimiz yüzünden durduğu yerden aşırı etkilenen bazı arkadaşlarımız olmuştur. Onların kendilerini bilgi paylaştıkları kişilerden "üstün" (en azından ayrıcalıklı, hatta "bilge") görmekte olduklarını fark edince uyarmış, ulaşamadığımız görünce yollarımızı dostça ayırmışızdır.
Bu bakış açımızın nedeni "muhteşem iyilik adamları" ya da "evrimini tamamlamış zatlar" olmamız değil; araştırmalarımızla (vahiy alarak da değil, araştırmalarımızla) makrokozmosun yapısını –belki de pek çok kişiden daha net- görmemizdir.
Gördüğümüz ise şudur: Yapı gereği KİMSE KİMSEDEN ÜSTÜN DEĞİLDİR. İşin doğası/doğalı budur. Doğal yapıdan uzaklaşan NE celp eder.
Formül basittir.
Ama şu da vardır: Herkes BİR KONUDA diğerinden üstündür. :)
Üstteki herkes elinde fazla olanı vermeli/dağıtmalıdır.
Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?
" Milli piyango var ben ve herkes umutla bilet aliyor fakat sadece derece yapan 3-5 kisi kazaniyor."
Bakın, bu milli piyango işi biraz farklı. Söyleyeceklerimi bar sohbeti olarak alın lütfen, araştırmalarımıza falan bağlı değil: Bana sorarsanız –çok güzel dikkat çektiğiniz gibi- tek bir kişiye –hem psikolojik, hem sosyolojik- dengesini bozacak miktarda para kazandırmak yerine, bu miktar dağıtılmalıdır (paylaşılmalıdır). Ama konum değil, fazla da bilmem.
" Kazanmak için mecbur digerlerinin kaybemesinin gerekmesi"
Kaybedenlere kazandıklarınızı dağıtarak onlara da kazandırırsınız, olur biter. Hiç birimiz dünyayı kurtarmayız; kendimizi kurtarmamız en büyük başarıdır.
" herkesin kazanamamasi zirvenin tek kisil olmasi"
Beyninizde eğer zirve gibi kavramlar varsa, yani makroda (hayatta) zirvelerin olduğuna inanıyorsanız (daha doğrusu olduğunu sanıyorsanız) bakış açınızı biraz değiştirmeniz gerekiyor olabilir. Sizde fazla olanların sizi (ya da elinde fazla bir şey olan bir diğerini) "zirveye" oturttuğu inancı çok tehlikelidir.
Zirve gerçekte yoktur.
Zirvelerin varlığı hakkındaki inanç, bütünü ile ataerkil (şeytanı demek geldi içimden, teatral olmayayım) bir sanrıdır. Eğer bakış açınızı genişletebilirseniz zirvede sandığınız kimselerin gerçek konumlarını, ya da pek çok sıradanın gerçek değerini müşahede edebilirsiniz.
" o kadar para kazaniyorsun daha konusuyorsun harca hayati yasa geç "
Ataerkide lanetlenen (kimi zaman kınama rolü ile olsa da, aslında basbayağı -bela okuyarak- lanetlenen) bu "hayatı yaşa, geç" tutumu anaerkide kutsaldır. Eğlenmek kutsaldır; çünkü eğlenmek beyinde benzersiz bir PE çağlaması var eder. Ancak anaerkiyi iyice bellemiş kişi, eğlenirken şahane PEler celp etmenin yolunun "eğlendirmekten" de geçtiğini bilir. Yani eğlencesinden de pay vermesi gerektiğini öğrendiğinde "hayatı yaşa geç" güzelliği ile elde ettiği pozitif vibrasyonları güçlendirmektedir.
" Hayatta herkesin para kazandigi ve zirvede yasadigi bir sistemde"
Sağ olun, benim ne diyeceğimi merak etmişsiniz; bir soru yöneltmişsiniz. Ben de bu izninizle biraz sınırlarımı zorlayayım.
Zirve konusunun sizin için önemli olması (bu kavramın baskın şekilde beyninizde olması) NE celp eder. İnsanlar önem vermediklerinden söz etmezler; genelde kendilerinde olmayanları konuşurlar. Putin'n sözlerini biraz değiştirelim ve "Bir kavramı değerlendirmek, aynaya bakmak gibidir" diyeyim. Zirvelerin varlığına inanmak; hele ki zirvelerin bir başarı olarak görmek, en azından özenilecek konumlar olduğunu düşünmek, ciddi ölçüde NE celp eder. Mesajınızda "sıkışıp kalmak" sözcükleri ile dile getirdiğiniz durumun nedenlerinden BİRİ olabilir. Sözlerime hak vermeyen okurların –üzülerek de olsa- ciddi ölçüde ataerkil kültür yönetiminde olduklarını söylemeden geçemeyeceğim. BAZI konularda çaba ile görece ön planda olmak, tanınmak, saygı görmek güzel şeylerdir. Başarılar, pek çok insan tarafından böyle yorumlanırlar. Ancak bu konumlara gelindiğinde, bu konumda olmayan diğerlerinin
başka alanlarda ön planda olduklarını (tanındıklarını, saygı gördüklerini) görememek, o kişiyi "zirveye" taşır ve NE celp olmaya başlar.
[Önceden verdiğim bir örneği bir kez daha yineleyeyim: Parçacık fizikçisi bir dostum ile ofiste konuşurken sebebini anlayamadığımız şekilde patlayan şofbenden salona tazyikli su boşalmasına neden olan ufak çaplı felakette bendeniz ve seçkin bilim adamı dostum, tehlikeden kaçan ördek estetikliği ve becerikliliğinde tas, badya arayıp, bir sürü işe yaramaz eylemlerde bulunmaktan başka şey yapamamışızdır.
Felaketi atlatmamıza neden olan kişi ise hiç de ünlü olmayan, (ama işini bırakıp koşup gelen) bir tesisatçıdır. O süreçte ikimizin de ona duyduğumu şükranı, bizlerin eylemlerimiz/işlerimiz ile başkalarına duyurabildiğimizden ciddi ölçüde kuşkudayım. O kişinin bize üstünlüğünü görmek için şofben patlamasını beklemek anlamsızdır.
Herkes kendi alanında öndedir. İnsanlar paylaşarak, bir arada, YAN YANA DURARAK, önde oldukları konuda pay vererek iyiye gidebilirler.
]
Zirve merakı veya inancından kurtulmanın yolu ise beyinden KORKU VE ÖFKEYİ silmek, keyif veren işlere geçmek, alınan keyfi de diğerine aktarmaya çabalamaktır. Zirveler; ya ciddi ölçüde korkanlar, ya da kendilerine "güvenli" olarak empoze edilen konumları gerçek sananların yeridir.
Ancak "zirveler"in olmadığı gibi, "mutlak eşitlik" de yoktur. Her ortamda bir "zirvedeki lider" olmaması gerektiği halde, her ortamın bir "belirleyicisi" bulunmalıdır. Antik anaerkil uygarlıklarda bu kimlik –her zaman olmasa da, genelde- bir kraldır (erkektir).
Bu konuda 14 Şubat 2020 tarhinde verdiğim "Biz kadınlar, ne yapacağız bu erkeklerle?" başlıklı yanıtımdan alıntı paylaşayım:
ALINTI:
Anaerkilde lider yoktur. Antik anaerkil uygarlıklarda liderlik ve ruhban sınıfının olmaması ve bu yapı ile tarihe benzersiz uygarlık düzeyi ile geçmiş (örneğin Mohenjo Daro, Harappa, Çatalhöyük ve Hacılar uygarlıkları) ülkeler arkeologları şaşırtmaktadırlar.
Topluluklarda bir “belirleyici” kimlik vardır ama o -genelde anlaşıldığı manada- lider değildir. Liderlik ataerkide ayrıcalık verir… Oysa anaerkide “belirleyici”, en ağır yükleri taşıyacak ve bunun geri dönüşleri peşinde olmayacak kadar güç sahibi kişidir.
Bu yapı bence en güzel şekli ile 1998 yapımı olan Small Soldiers adlı filmde dile gelmiştir. Kabaca filmin konusu kahraman ataerkil komando asker oyuncaklara karşı, Gorgonite adlı farklı bir ırk oyuncağın savaşıdır. Gorgonite ırkının tek istediği bir cennet ülkesi olan Gorgon’a ulaşmaktır.
Gorgonların lideri Archer, kendini emissary of the Gorgonites olarak tanıtır. Türkçeye “Gorgoniteların sözcüsü” olarak çevrilse de, aslında bu sözcüğün gerçek anlamı “temsilci”dir. Grupta en sağduyulu, sakin, sabırlı, cesur ve güçlü olan kendisidir. Tüm ağır yükleri o taşır, tehlike anında hep o ön plandadır. Bu üstün niteliklerin ise üstünlük veren herhangi bir geri dönüşü YOKTUR. Bir film sitesi onu şu sözlerle tanımlar: He has a very noble and kind hearted personality (Çok asil ve iyi kalpli bir kişiliğe sahiptir).
Filmin bence en çarpıcı mesajı ise pozitif lider kimliğinin insan (erkek) kahramanlarda değil, insan olmayan bir soyda yer almasıdır.
Sözün özü; anaerkil liderliğin, daha doğrusu “temsilciğin”, ana vasfı beceriklilik ve cesarete ek olarak “asalet ve iyi kalplilik”tir.
ALINTININ SONU