seni düzenli olarak takip etmekteyim. bu ikinci sorum. :) sürekli içen bir babam var, içmediginde baska içtiginde ise bambaska birisi. sikintimi psikiyatristlerle, psikologlarla görüstüm ancak sunulan öneriler pek fayda etmedi. enerji alanimi koruyamiyorum, ister istemez sürekli endise içindeyim ve ruhen inanilmaz yoruldum genç yasima ragmen. uzun uzun yazip seni yormak istemiyorum, evdeki huzursuzlugu tahmin edersin; bu konudaki tavsiye ve fikirlerini merakla bekliyorum.
YANIT
Keşke uzun anlatsaydınız, cümleleriniz üzerinden konuşsaydık; "sürekli içmek" açıklayıcı bir tanımlama sayılmaz. Önemli olan içkiyi mideye göndermek değil, bunun sonrasında ortaya konan davranışlardır. Ancak soruyu siz sorduğunuz için (sıkıntıdaki kişi siz olduğunuz için) babanızın alkol nedeni ile bazı hatalı davranışlar sergilediğini inancı ile soruya yanıt vereceğim.
Kafaya takılan bir olayı, ya da bir komşu, iş arkadaşı, patron, sevgili ve arkadaşla yaşanan maddesel çıkarlara dayanmayan bir sorunu düşünmemek, yaşanan olaylar yüzünden doğan öfke dağılana dek sevilen işler yapmaya atlamak (bizim klasik "bakma, görme, düşünme" yöntemini izlemek) pek kolay olmasa da öğrenilebilmekte ve sonuç vermektedir. Ancak aynı mekanı paylaşmak zorunluğu bulunduğunda, bunu yapmak bence pek mümkün olmayabilir.
Bizler içkinin kutsallığına inanırız. Ancak içki bir ARAÇTIR. Tıpkı otomobiller, mutfak bıçağı, ateş, doğalgaz, benzin gibi kullanmayı bilmeyi ve dikkatli olmayı gerektirir… yoksa çok ciddi sorunlara neden olur. İçki içmeyi bilmek bir hünerdir.
Anaerkiye geçmeden belki de (alkoliklik kriterini bilemem ama) alkoliktim. Her gece, en normal dozum (ki, arttığı çok olurdu) bir şişe şarap, üç biraydı. Bu doz, çevremde ortalamaydı; çünkü birlikte olduğum kişilerin minimum dozu 70lik rakı idi. Yanıtlarımda hep anlattım: Zor geçen –ortalama on yıllık- bir öğrenme süreci sonrasındaki on yıla yakın zamanda, her akşam, yalnızsam, yarım şişe şarap, ya da bir-iki şişe bira ve 1-2 sigara ile keyiflenebiliyorum. Dozum bu kadardır. Bu model, gurur duyduğum bir başarıdır. Bu başarımın nedeni anaerkidir. İçki, AZ İÇKİ TÜKETEREK sarhoş değil, çakırkeyif olmanın maharet sayılması gerektiğini çözmüş olan için kutsaldır. Bilge kişi, bir-iki saat içinde masadan kalkmak gerektiğini bilendir de...
Alkol, bilindiği gibi büyük felaketler var edebilir; ancak insanları kısa süreliğine çok güzel diyarlara taşıyabilir de… Felaketi yaratan alkol değil, onu kullanmayı bilmeyeni becermeyen, bunu istemeyen bilinç, yani aşırılık adlı kavramdır. İçkiye kötü şöhretini NE dolu kişiler verir.
Alkolden sonra birinci derece akrabalardan konuşalım: Anne ve baba bizde kutsaldır. Yaratıcıya Ana Tanrıça, Baba Tanrı diyeceğimiz kadar kutsaldır. Bu tanımlamalar tabi ki birer benzetme, ya da sembolizasyondur. Bu yüzden bizler Allah'a da (yaratıcının bu tanımına da) saygı duyarız. Ancak negativite anne ve baba ile de devreye sızabilir. Bu olasılık diğer olaylara/gerçeklere göre ciddi ölçüde küçüktür; anne ve baba ile evlat arasında genelde pozitif bir bağlantı vardır… ama bu alanda bile fire verilebilir.
Ayrıca, ataerkil kültür bütünü ile –neredeyse- her yanlışı doğru, her doğuyu yanlış olarak gösterdiği için, anne ve babalar kendilerine belletilmiş yanlış doğruları evlatlarının rahat ve mutluluğu adına onlara yansıtırlar. İlk –hatalı olabilirim, ama aklıma gelen sözcük bu- "katliam" bebeklikte ve ilk çocuklukta, ailede, anne ve baba aracılığı ile başlar.
Demektir ki, en sevecen, en hatasız ebeveynler bile bu kadar yıkım var ederken, araçları aşırı kullananların yaratacağı tahribatın boyutları kolayca görülebilir.
Bu noktadan sonra söyleyeceklerim kesinlikle öneri değil, kendi gerçeklerimizin anlatımıdır. Mutlak doğrular oldukları hakkında hiçbir iddiamız yoktur.
Bizler acıların, sorunların üzerine gidilmesi gerektiğine, böylece aşılabileceğine inanmayız. Tabidir ki acıları, sorunları aşmak gerekir; ama sadece benzer cümlelerin doğru olarak empoze edilmesi nedeni ile var edilecek zorlama, kesin başarısızlıklara gebedir. Zorlama olmadan başarı gelmez makroda… ama zorlama denilen eylemlerin dozu SADECE kişisel kapasite tarafından belirlenir. Zorlama, güllük gülistanlık bir ortam değildir; ciddi ölçüde ter ister (kan ve gözyaşı istemez). Ama aşırı ise o da negativite anlamına gelir.
Demek istediğim şudur ki, bizler acı veren ortamlarda olan kişilerin öncelikle (KENDİ KAPASİTELERİNDE) bir zorlama ile olayı aşmalarını öneririz. Buraya dek yaygın kültür ile hemfikirizdir. Ancak başarı elde edilemiyorsa biz ortamdan uzaklaşmayı, yer değiştirmeyi, öneririz. Hz Muhammet de hicret etmiştir. Bu tavır bir kaçış değil, bir savunma, hatta taktiktir.
Şartlarınızı bilemem, ama –yineleyeyim BİZE GÖRE- ebeveynlerle birlikte olmanın –tabidir ki eğer istek yoksa- hiçbir gerekliliği yoktur. Yaşlı ve yaşamın değişimlerine giderek adapte olamayan, uyum göstermeyen yakınlara destek olmak görevdir, PE celp eder. Ancak görev ifa etmek ile sevgi ilişkisi kurmak farklı şeylerdir. Sorumluluk kutsaldır ve sorumluk, fazla yakınlık duyulamayan kimselere de yönelik olabilir.
Batılı kültürü zaman-zaman eleştirdiğimiz bilinir. Ancak hiçbir şey tam iyi ya da tam kötü değildir. Çocukların ergenliğin hemen sonrasında hayata itilmesi, zorluklar içinde bireyleşmelerinin gerektiğine inanılması ve aile denilen ortamın doğu kültürlerindeki gibi fazla kutsanmaması, batılı kültürün onayladığımız yanlarındandır.
- Doğru olarak bize empoze edilen kavramları bir ölçüde sollamamız;
- buna rağmen en başta en yakınlarımız (anne ve babamız) olmak üzere komşular, iş arkadaşları dahil, herkese yönelik -ifa etmemiz PE için şart olan- görevlerimiz olduğunu kabul etmemiz;
- ancak bir görevin de kendi rahatımızı sağlamakla ilgili sayıldığını bilmemiz,
bizlere zor durumdan –suçluluk duymadan- çıkış yolunu gösterecek olabilir.
Denge adlı kutsal kavram, "kişisel rahatlık / görevler" adlı iki zorunluluk arasında da kurulabilir sevgili kardeşim… iş ki, size belletilen hatalı doğrulardan yakanızı sıyırın. Rahat olan PE celp eder, tanrıya yakınlaşır. Rahatlık bu yüzden kutsaldır. Kişisel rahatlık, yukarıda anlattığım yakınlarımıza (hatta kimileyin bize çok yakın olmayan kişilere, hatta hayvanlara bile) yönelik görevlerimiz kadar kutsal ve gereklidir.
Bu demektir ki makro yassı gereği görevleri asla ifa etmeyen kişiler ne kadar günahkarsa, eğer günah, NE celp etmek veya NE celp edecek tavırları sergilemekse; kişisel rahatlığı kendi içinde var edecek şartlar adına savaş vermeyen kişiler de günahkardırlar. Rahatlığı olmayan –Müslümanlığın "mümin" sözcüğü ile ifade ettiği- tanrıya yakın bir birey olamaz.
Bundan sonrası size kalmıştır kardeşim.
- Öncelikle hiç bilmediğim yaşam şartlarınızı (kazanımlarınızı, sıkıntılarınızı, zorlanmalarınızı, mecburiyetlerinizi, keyiflerinizi vb.) ciddiyetle, zaman ayırarak (en az beş-altı ay) acele etmeden, elden geldiğince tarafsız gözlemler yaparak saptayacaksınız.
- Ardından imkanlarınızı (maddesel ve karakterle ilgili imkanlardır bunlar) belirleyeceksiniz.
- Son olarak görevlerinizin sınırlarını çizeceksiniz.
İsterseniz bunları bir defterde yazarak biriktirebilirsiniz.
Ve sonunda neyi, ne zaman, ne kadar yapacağınız üzerine bir eylem planı var edeceksiniz… ve yola çıkacaksınız.
Başka çözüm –bize göre- yoktur.
Süreçte zorluklar sizi bekliyor olacak. Eğer ortada düğüm olmuş saçlar varsa (ortam arapsaçına dönmüşse) çözme sürecinde kopacak tellerin olması kaçınılmazdır. Bunlara hazır olmanız gerekir. Ama saç taramak ile saç tarayacağım diye saç yolmak da farklıdır. Bu konuda da dikkatli olmak şarttır.
Dikkat ettinizse size "Babanızı anlayın, olaya onun açsısından bakın, empati yapın" demedim. "Siz evlatsınız, boyun eğmeye mecbursunuz" diye bir tavsiyede de bulunmadım. "Sabredin" veya "ona yanlışlarını anlatın" benzeri önerileri aklıma getirmedim. Hata varsa (aşırı alkol almak bize göre hatadır) hatalı bakış açısından bakmak, anlayışlı olmak, sabretmek, boyun eğmek hatalı davranmaya ortam yaratır.
Yine de bilincinizin bir yanında babanızın hatalı davranışının da onun bilincinde bir dolu nedenselliği olduğu bilgisini de taşıyın. Onun genetik yapısı, anıları ve beynine embed edilen bilgileri ile siz var olsanız, belki de ondan daha hatalı davranışlarda bulunabilirdiniz. İnsanları suçlamak ve nobran olmak ile hata yapan kişilerden sakınmak için yaşam modeline farklı davranışlar/girişimler atamak da farklıdır.
Ben yaşam koçu değilim, bu olaya sempatimiz de yoktur. (Danışmanlığı, bana başvuranların benden beklentilerinin bu olduğunu anladığım için son verdim.) Bu yüzden rahat konuşacağım: İşiniz zor. Önünüzde uzanan ve sizi güzel günlere götürecek yol çetin.
Ancak lütfen unutmayın: Bu dünyada var olma nedenimiz evrimdir. Evrim, sürekli kural empoze eden, her nedense devamlı "deneyen", insanı evrim adına sıkıntılara sokan acayip (mantıksız davranışlarla dolu) bir tanrıya kendini beğendirip (içimden yaltaklanıp demek geldi) Cennet'e kapak atma çabası değildir. Evrim; bizlere her şeyi, gönlümüzden geçen en çılgınca şeyleri bile vermeyi isteyen, makronun seçim ortamı olması nedeni ile ona çektiğimiz setleri aşmaya büyük çaba gösteren, onu ne kadar itsek de bir yolunu bulup bize ulaşan gerçek yaratıcı GİBİ OLMAKTIR.
Evrim, onun kadar zorlanmaktır. :)
Evrim, onun benzersiz güzelliğine, sevgisine, şefkatine ulaşmanın yoludur… ve hala da zordur. Lütfen yola çıktığınızda ve her zorlandığınızda onun yanınızda olmak için ümitle beklediğini bilin… kendiniz kadar onun için de zorlanın. Dengeyi sakın şaşmayın. Almak kadar vermenin de, ya da vermek kadar almanın da GEREKTİĞİNİ unutmayın. Talep edin, verin, olmuyorsa şartları/ortamı korkmadan değiştirin, yine talep edin, yine verin…
Her şey düzelecek.
(Sözlerimi okuyan inançsız arkadaşlar varsa, derin kuantum düzeyinde, hatta daha da derinde var olduğu bilimadamları tarafından bile artık kabullenilen pozitif katman ile senkronizasyona inanıp, bu senkronizasyonların anlatılamaz kazanımlarla dolu olduğunu görüp, bu bilgi ile yola çıkabilirler. Veren şeyler sevilir… ve onların bilinçli olması şart değildir. Bu yüzden inancı olmayan arkadaşların Platonik değerlerle dolu ANA katmanı sevmemeleri gerekmez. :) )
[Ve yine bir anımdan söz edeyim.
Pek çok kişi (bu kişiler arasında annem de vardı :) ) tarafından eleştirilen bir babaya sahiptim. Ergenleşmeye başladığımda kötü olaylar patlak vermeye koyuldu. Babam beni İstanbul'un en işlek caddesindeki evimizin önünde, TV anteni dövdü. Kapıcımız elinden zor kurtardı. (Üvey kız kardeşim benden çok zorlandı.)
"Çağdaş ve aydın" :) ailem beni hemen psikologlara taşımaya girişti, bir sürü testler yapıldı, teşhisler kondu. Her şey daha b..a sardı :) Yıllarca kabus yaşadım.
Sonunda ailemi terk ettim… Uzun süre serseri olarak yaşadım.
Ama bir gün döndüm. Kan sudan kalındır derler.
Ve babamla kelimelerle ifade edilemeyecek bir dostluk kurduk. Psikologlara dökülen ve boşa giden kucak dolusu para ve boyun eğip dinlenen mesnetnsiz, bilimsel deneysellikten yoksun teşhislerin(!) suçu benim değil. :D
(Sözlerimin hedefi psikolog arkadaşlar değildir. Psikologlara bakış açımızı öğrenmek adına
ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR linki,
Temel İnançlarımız başlığında yer alan
Psikologlar hakkında
linkine başvurabilirsiniz. )
Anlaşmamızın nedeni basitti: Ben "kurtlarımı dökmüş" kendimi (babam baskısı olmadan) bulmuş, büyüme döneminde beynimde oluşan negatif alanların dağılması sürecini fark etmeden yaşamıştım. Babam ise artık beni (kendi yolları ile) koruyup kollama görevi olmadığını anlamıştı (senelerdir bir başıma yaşamaktaydım). İki yeni insan (yeni/temiz bilinç) olarak yeniden birleştik. Baba/oğul olarak benzerliklerimiz bizi birbirimize yapıştırdı. :) (Beyin alanları, psikolojik değil, fizik temelli bilinç teorisidir.)
Bana hep "Yahu senleyken amcanla beraber gençlikteyim gibi geliyor" derdi. Amcamla iki yaramaz arkadaş oldukları bilinirdi. Kafalarına havludan sarıklarla bayram namazına gidip, bir temiz dayak yediklerini; depremden korkan büyük amcama oynadıkları oyunları; cilveli hizmetçi ile "masa altı" maceralarını (ne olduğunu söylemeyeyim :D ) aile bireyleri anlatır dururdu. Bu hayatta iki can arkadaşım oldu, ikisi de diğer alemde. Onları öyle arıyorum ki… Ama bir melek gelse, hangisini dirilteyim dese, ben "Onları değil, babamı bana geri ver" derdim. Ne kadar özlüyorum onu ve yıllar süren mutluluğumuzu… maceralarımızı. Ne sevgili öz annemi, ne de canım gibi sevdiğim üvey annemi onun kadar özlüyorum. O korkunç adamla öyle bir arkadaş olduk ki, kimi zaman bana "Ne mutluyum ki senin bir evladım var" mealinde küçük notlar yazar, sağa sola bırakırdı. Derler ya, Hitler bile Eva Braun'a iyi bir koca olmuştur. :)
Demek istediğim iki şey şunlar:
- Olumsuz olaylar yüzünden oluşan beyin alanları (yolaklar) zaman içinde -eğer kurcalayıp durmazsanız- dağılıyor. Geriye hafızada silik izler kalıyor. (Aman dikkat, düşüne-düşüne, yani foton bombardmanı ile, yeniden aktive edilebilirler.)
- Her insanın içinde uygun zamanda sergilemek için sakladığı bir pozitif kimlik var. Olumsuz olayların var ettiği alan dağıldığında, işler de yolunda giderse (karşılıklı özveri ve hoşgörü tesis edilebilirse) en geçinemediğiniz kişilerle benzersiz güzellikler elde edilebiliyor.
Bunları da eklemeden geçemedim.
]
Beni izlediğiniz ve yeni yıl kutlamanız için gönül dolusu teşekkürler. Ancak bir minik not: GERÇEK yılbaşı Türkiye için 21 Aralık, 21:48.
Sizin de yeni yılınız keyif ve eğlence dolu olsun. :)
Editörün notu:
Bu soru
04.12.2022
tarihinde sitemize ulaşmış Janus tarafından
05.12.2022
tarihinde yanıtlanmıştır.