mesela akraba ziyareti için çaba göstermeniz pe oluşturur diyorsunuz. ama neticede o akrabanın yanında mutlu değiliz ve onu ziyaret ettiğimiz zamanı kendi eğlencemize harcayabilirdik. eğlencemize vakit ayırmak yerine bizi rahatsız eden bir akrabayı ziyaret ettik. bu doğru bir hareket mi?
ya da bazı sorumluluklarımız var. mesela ailemizden biri hasta oldu ve bakıma ihtiyacı var. biz ona bakmanın sıkıcı olduğunu düşünüp gittik arkadaşlarımızla eğlenceye daldık. bu doğru mu peki?
tamam, istemediklerini yaptığında kişi eğlence içinde olmuyor. bu da hayatın hep eğlence içinde geçmeyeceğinin bir göstergesi.
haliyle en erdemli insan en eğlenceli insandır teoriniz yanlış oluyor. erdemli insan bazen eğlenir bazen eğlenmez demeniz daha mantıklı olur.
YANIT
722, kesinlikle “Sadece canının istediklerini yap, eğlenceden başka şey düşünme” sistemi değildir diyelim ve başlayalım.
722 sisteminin ana teması ödüller ve -sözlerinizden yola çıkarak- "sorumluluklar" olarak adlandırılabilecek davranışlar arası denge kurma çabasına dayalıdır. Sistemimizde ödüller “İstediğin şeyleri yapma”, sorumluluklar “istemediğin şeyleri yapma” şeklinde isimlendirilmektedirler. Bir yandan yapılmaya arzu duyulmayan, yapılmaktan korkulan, görmezden gelinen, sürüncemede bırakılan işlere odaklanmak; diğer yandan istekler yönünde -dozunda- çılgınlaşmak önerilmektedir. Sistem, HER İKİ eylemin de uygulanmasına dayalıdır.
“Janus, iş eğlenceye gelince bundan fedakarlığı günah sayıyor.”
Ben böyle bir şey söylemediğime eminim; bu sözler benim kişisel düşüncelerime bile ters. Öncelikle bizde günah diye bir kavram yoktur. Sizin “günah” olarak nitelediğiniz kavramlar bizim için NE celb edecek eylemlerdir. Yani günah diye bir şey eğer varsa, onlar sadece Yaratıcı ile senkronizasyonu yok eden davranışlardır. Ayrıca eğlenceden geri durmanın NE celp edeceği gibi bir düşünceye inanmam mümkün değildir.
“fedakarlıktan kastınız ne ki o zaman?”
“Fedakarlık” adlı kavramdan sistem içinde söz ettiğimi sanmıyorum. Fedakarlık, zorlama ile yapılıyorsa anlamını yitirir ve stres (NE) yaratır. “İstenmeyen şeyler” olarak ifade edilen eylemler eğer sisteme inanç ve sistemi uygulama gayreti varsa, isteyerek uygulanabilir… ancak hala da bu bir özveri/fedakarlık değildir; artık "belli hedeflere ulaşmak adına gerekliliğe" dönüşmüştür.
“mesela akraba ziyareti için çaba göstermeniz pe oluşturur diyorsunuz. ama neticede o akrabanın yanında mutlu değiliz ve onu ziyaret ettiğimiz zamanı kendi eğlencemize harcayabilirdik. eğlencemize vakit ayırmak yerine bizi rahatsız eden bir akrabayı ziyaret ettik. bu doğru bir hareket mi?”
Akraba ziyareti “istenmeyen şeyler” listesine alınmışsa, ilerlemek (722nin temel hedefi ilerlemektir ve ilerlemeye inanç şarttır) adına ziyarete gitmek gereklidir. Ancak ziyaret sırasında strese girildiyse uygulamadan başarı beklemek yanlıştır. Eğer girişilecek eylemde strese girileceği hissedilirse “istenmeyen iş”in dozu azaltılır, örneğin akrabayı ziyarete gitmek yerine ona telefon açılır. Sonuçta strese girmeden uygulanacak bir "yapılması istenmeyen eylem" bulunur.
Akraba ziyaret edildi diye eğlenceye vakit ayrılmayacağını düşünmek de yanlıştır. Sorumluluklar ve ödüller rahatça dengelenebilir, birbiri peşine ifa edilebilir.
“ya da bazı sorumluluklarımız var. mesela ailemizden biri hasta oldu ve bakıma ihtiyacı var. biz ona bakmanın sıkıcı olduğunu düşünüp gittik arkadaşlarımızla eğlenceye daldık. bu doğru mu peki?
Değil tabi ki… Ancak çok çeşitli alanlardan örülü olaylarda, olaya uzaktan bakarak ne doğru, ne yanlış, neyi ne kadar yapmak gerek benzeri sorulara kesin ve doğru yanıtlar vermek imkansız denecek kadar zordur.
Örneğin;
Hasta kişi ne kadar hastadır?
Reel olarak ne kadar yardıma gerek duymaktadır?
Onun sorumluluğunu alması gerekli kişinin “eğlence" olarak nitelenen ortama ihtiyacı ne ölçüdedir?
Bu ortamın içerik ve gerekliliğinin kapsamı nedir?
Eğlence, anlık elde edilmiş, kaçırılmaması iyi olacak bir şans mıdır; yoksa süreğen, her zaman ulaşılacak bir durum mudur?
Kişi eğlenceye gerçekten “dalmış” mıdır, yoksa sorumluluğunu sıkıcı bulup ifa etmemekte midir?
Bu soruların yanıtları kişiye neyi, ne kadar yapması gerektiği hakkında kesin veriler sunacaktır ve soruların yanıtları olayın içinde olmayanlarca kolayca verilemez.
“tamam, istemediklerini yaptığında kişi eğlence içinde olmuyor. bu da hayatın hep eğlence içinde geçmeyeceğinin bir göstergesi.”
Hayatı hep eğlence içinde geçeBİLECEĞİNE İNANMAK, bizim sisteme İNANMAMAK anlamındadır; çünkü sistemimiz ilerlemeyi hedef aldığı ve de insanlar hayattan korkutulup sürekli güvence adına bir yerlere sığınmaya yönlendirildikleri için, başlarda güvenceden uzaklaşıp “yola çıkmak” zor gelir; kişiye bu sisteme girmenin önceki rahatlığını da kaybettireceğini düşündürür. Kişi istemediği şeyleri yapmanın -rahatlığa erişmek adına- kaçınılmazlığı hakkında o kadar bilgisizdir ki, bunları ifa etmeye kalktığında yaşamının eskisine oranla daha zorlaşacağına, kötüleşeceğine inanabilir.
İlerlemekten çok, ilerlemeye başlamak zordur; çünkü sadece istenmeyen işleri yapmakla sınırlı değildir; genelde -hatalı alanı dağıtmak için- korkulan şeyleri ifa etmeyi (bazı inançları silmeyi, bazı hedeflerden vaz geçmeyi, bazı planların tehlikeli olduğunu kabul etmeyi, bazı huyların zararlı olduğunu görmeyi, vb.) gerektirir. Yeni düşünce yapıları edinmek kolay değildir.
“haliyle en erdemli insan en eğlenceli insandır teoriniz yanlış oluyor. erdemli insan bazen eğlenir bazen eğlenmez demeniz daha mantıklı olur.”
Sözcüklerdeki küçük takı farklılıkları bile kavramları alabora edebiliyor: Ben “en erdemli insan, sürekli eğlenmeye odaklı insandır” dediğimi anımsayamadım. Bizim teorimizde “erdem, eğlenceli bir hayata neden olur” düşüncesi temeldir. (Eğer süreğen şekilde PE celp edilebiliyorsa, zorluklar da ağırlıklarını yitirmektedirler. Bu yüzden anılan beyin elektriği olan kişilere belki eğlenceli de denilebilir.:) )
Farklı şekilde şöyle anlatayım: İstenmeyen işler olarak sembolize ettiğimiz eylemler strese girmeden ifa edilebildiğinde kişinin hayatı -onun bilinç yapısına uygun şekilde- eğlence, keyif, coşku, heyecan, rahatlık benzeri duygular yaratacak olaylarla dolu olmaktadır; çünkü
korkunun yenilmesi ile bir duvar yıkılmış, ana alana senkronize olunmuştur.
Ana alan ise zaten bu yapıdadır.
Ana alanla senkronizasyona giren beyin elektriği (bilinç) evreni keyif, coşku, heyecan, rahatlık benzeri duygular yaratacak olaylarla örülü şekilde var etmektedir.
Bu modele ise “Çok eğlenceli bir hayat” demek mümkündür.
Ancak değişim hala da esastır ve kişi son nefesini verene dek -yeni istenmeyen şeyler- yapmak zorundadır. Eş deyişle yeni zorluklar -giderek sayıları azalacak olsa da- gelmeyi sürdüreceklerdir.
İşte bu yüzden marokozmos hayatında “mutluluk” aramak yanlıştır; çünkü mutluluk, değişim adlı sirkülasyona (ana gerçekliğe) uygun bir duygu değildir. Oysa hedef, eğlence adı altında sembolize edilen kavramları aramaya dönüşünce kişi giderek “maceraperest” denilebilecek bir kimliğe girmekte, zorluklardan korkmamaya başlamakta, hatta bunları çekici manialar olarak görmeye başlamaktadır.
Mutluluk, sadece cennettedir. Oraya özgü bir duygudur. İnsanları bu dünyada en büyük ereğin mutluluk ve huzur olduğuna inandırıp, onları bu arayışa sokmak ataerkinin tuzaklarındandır.
Kaynağını kozmik gerçeklerden alan yaşam, değiştirilemez kurallarla işleyen bir yapıdır. Bu yapının gösterilmediği/anlatılmadığı, ütopik özlemlere inandırılmış insan doğal olarak gerçek kaderine ulaşmak adına ilerleyemeyecektir; çünkü ilerleyebilmek için önce adım atması gerekli toprağa ulaşması şarttır. Makrokozmos adlı doku mutluluk ve huzur değil; neşe, coşku, heyecan, şenlik, keyif, rahatlık benzeri duygularla örülüdür. İlerlemek adına ilk yapılması gereken, gökteki hücrelerden çıkıp, ayakları toprağa basmaktır.