uykuda ve rüyada bilinçaltimiz matrix sistemini yeniden kodluyor ve ruhsal uyanis gerçeklestiremiyoruz
bilinçalti ikincil düsünce yapisi üzerine kodlanmistir zitlik üzerine düsünmek ve herseyi onun üzerine insa etmek dualitenin döngüsünde hapsolmaktir
beyininiz hangi zaman döngüsüne ait kozmik frekanslara sahipse gözlerinizde o frekansa uygun sekillenen bir dünya görmektedir
sadece pozitif ve neati degil evrede birçok enerji türü vardir insanlar insanlarin kendine sadece pozitif enerji yüklemesi dengeyi bozar
bu ve bunlar gibi birçok duyulmadik bilgi veriyor ben ise birseye kendimi tam vermek istiyorum ya disil taraf yada eril taraf lütfen bana karsi karsiya oldugum herhangi bi tehlike varmi onu soyleyin
YANIT
Yanıtımı cümlelerinizi yorumlayarak vereyim:
“benim açimdan bir yol ayrimi niteliginde soru sormak istiyorum”
Kesin dönüşler içeren yol ayrımları bizim sisteme (bize göre evren dokusuna) uygun hareketler değillerdir. Farklı görüşleri, sadece kendi beyin elektriğinizin yapısına uyarlayarak KENDİNİZE ÖZEL yepyeni bir yol yaratmak en iyisidir.
“uykuda ve rüyada bilinçaltimiz matrix sistemini yeniden kodluyor ve ruhsal uyanis gerçekleştiremiyoruz”
Bu sözler doğru olabilir: Uyku, yarı ölümdür; rüyalar yönlendirici olabilirler. Ancak rüyalar DA davet ile (CEMI alanınızın ana yapısına uygun şekilde) gelirler. Yani davet ile kontak kurulan alanlar olursa, yeniden kodlama demeyelim de, zamanla DAĞILACAĞI KESİN OLAN bazı etkilenmeler yaşanabilir.
“duygular bilinçaltinin parazitleridir”
Öncelikle “bilinç altı” diye bir yer var mı, o soruya kesin yanıt vermek gerek… ki, bilim ortamında bile bu sorunun yanıtı verilemiyor.
Bildiğinizi gibi unconscious mindı ortaya atan Freud’dur ve bu hazret “Kadınlar erkek cinsel organını görünce kendilerininki ile kıyaslarlar ve aşağılık duygusuna kapılırlar” diye kocaman teoriler geliştiren zattır. İnsanlığın başına bu unconscious yüzünden ne dertler açılmamıştır ki… Bir şeye yanıt verilemedi mi, millet hemen “Hımmm, bilinçaltında, bilinçaltım, bilinçaltın” diye konuşarak sıkışılan köşelerden fıymayı başarır. ;-) Oysa modern (geçmişi 90lı yıllara dayanacak kadar yeni) ETC teorileri böyle bir şey olmadığını, korteks’e ulaşacak güçte olmayan dalga boyundaki alanların (düşüncelerin) giderek dağıldığını öne sürmektedir.
“bilinçalti ikincil düsünce yapisi üzerine kodlanmistir”
“Kodlanmak” benzeri adamı ürküten laflar bana itici gelir; çünkü “kodlanabilmek” adlı eylemi içerir; ki, bize göre bu olanaksızdır. Hiçbir bilinç, kendi istemedikçe, başka bir elemanın (alanın) yönetimi altına girmez. Girebilse, yani kodlanabilse, herkes kodlanırdı ve makrokozmos bir seçim ortamı (iyi ve kötüden birinin seçim ortamı) olmazdı. Bir diğer deyişle her bilinç en başta kodlanırdı, herkes ya cennete, ya da cehenneme yığılır, makrokozmos da dengesi bozulacağı için dağılırdı. Zaten “şıp” diye kodlanamadığı için kültür yaratılıyor ve adamı NEye boğmak adına yegane işler metod olan “inandırılma” yöntemi kullanılıyor. Özetle; insan inanarak “yol vermezse” hiçbir frekans ister iyi, ister kötü olsun etkin olamaz.
“zitlik üzerine düşünmek”
Bu düşünceler de bize ters: Neden zıtlık-mıtlık üzerine düşünülüyor hiç anlamam. Dışarıda hayat cümbüş halinde akarken düşünüp durmak bana -sizi tenzih ederim- enayiliğin önde gideni gibi geliyor. Ne yazık ki düşünen beyinler, anılan cümbüşe katılamamaktan muzdariptirler. Bu yüzden önerim, olaya (cümbüşe) ucundan kıyısından dahil olmaya çalışmaktır.
“zitlik üzerine düsünmek ve herseyi onun üzerine insa etmek dualitenin döngüsünde hapsolmaktır”
Bu sözde iki gerçek payı var: Biri, ha-babam soyut kavramları düşünenlerin kendilerini tatsız tuzsuz bir hayata gerçekten de hapsedecek olmalarıdır. İkinci olarak, evet, her şeyi çok fazla "negatif mi, pozitif mi?" diye sınıflandırmaya çabalamak ortamı kasabilir. Biraz "aldırmazca akmak" daha yerinde bir iştir.
“beyininiz hangi zaman döngüsüne ait kozmik frekanslara sahipse gözlerinizde o frekansa uygun sekillenen bir dünya görmektedir”
Bu cümle kuantum mekaniği Bohr yorumunun (gerçekliğin yaratılması ile foton ilişkisi) biraz farklı bile getirilişi bence.
Ancak zaman, Einstein’ın Özel Görelilik Prensibinde ortaya çıkarttığı gibi “değişmez” bir yapıdır. Bir diğer deyişle “Geçmiş ve gelecek hazır şekilde”dir. (Bu konuda bilgi edinmek adına GEÇMİŞ VE GELECEK ŞU AN VARDIR adlı yazımı okumanızı önerebilirim.) Bu yapıyı bilim adamları bir somun ekmeğe benzetiyorlar. Bazı bilinçler bu somun üzerinde (özellikle uykuda) ileri ya da geri hareket edebiliyorlar.
Buraya dek kesin bilimsel veri.
Buradan sonrası psuedo-science:
Madem ki kuantum mekaniğine göre her şey bir süperpozisyon içindedir (bu da kanıtlandı), yani basite indirgersek, hayat seçim olasılıkları ile doludur; o zaman bu somun da süperpozisyon içinde demektir! Demek ki geçmiş de (dahi) seçim ile değiştirilebilir!
Psuedo dedim ama, bu görüşü savunan bilim adamları da yok değil.
Yani cümlenizi kuantum mekaniği ve ETCye göre redakte edersek şöyle dememiz mümkün: “Beyin hangi temel EM dalgaboyundaysa (frekanstaysa), gerçeklik (madde yaşamı) o şekilde var edilir.”
Bu yüzden hayata ağır felsefeler, eşyanın tabiatı, derinlerdeki gizli gerçeklik, gizemli hikmetler falan-filan bazında bakarsanız, “keyif dolu saatler” olasılıkları taşıyan gerçeklikler yanınızdan akar giderler.
“sadece pozitif ve neati degil evrede birçok enerji türü vardir insanlar insanlarin kendine sadece pozitif enerji yüklemesi dengeyi bozar”
Bu cümle ile bütünü ile hemfikirim ve destekliyorum. İlerlemek adına arada kirlenmek, en azından kirlenmeyi göze almak şarttır. (Tabidir ki lağıma balık atlamaktan söz etmiyorum.) Zaten “denge” kavramından söz ettiğiniz anda, işin içine İKİ ZITLIĞIN yanyana, arkadaş arkadaşa, durmasından da söz etmiş olursunuz. Makrokozmos dualite prensibine göre işler, hasarsız zafer olmaz. Ancak bu görüş sadece makrodan kurtulamamış ve alacağı çok yol olan bizler için geçerlidir.
“bu ve bunlar gibi birçok duyulmadik bilgi veriyor ben ise birseye kendimi tam vermek istiyorum ya disil taraf yada eril taraf lütfen bana karsi karsiya oldugum herhangi bi tehlike varmi onu soyleyin"
Bilgi paylaşmak, bildiklerini karşılıksız vermek, ortaya -bir armağan paketi olarak- bırakarak ilerlemek çok güzel bir şeydir. Beğenen alır, beğenmeyen başka paketlere ilerler… Bu armağanlarla dolu, her bir kutunun içinden farklı sürpriz çıkacak ortamda tek bir paket içeriğine yapışıp kalmak “bir şeye kendimi tam vermek” bu hayatta yapabileceğinizi en bet işlerden biridir.
Doğrudur; ilerleme sürecinde bazı şeylere biraz yoğunlaşmak ve bazı özverilerde bulunmak gereklidir.
Doğrudur; sanatçılardan bilim adamlarına, yeni bir şey yaratan her bir allahınkulu bir süre -Engin Geçtan’ın sözü ile- “yapıcı yalnızlığa” gömülmelidir.
Ancak bu bir SÜREÇtir. Her şey gibi geçicidir. Sonuç elde edilir, eser biter, kitap sona erer ve kişi yeniden o heyecan dolu hengameye, YAŞAMAYA (hayata) geri döner... ve en önemlisi: emeğinin karşılığını almaya koyulur. Süreçten olağana (hayata) çıkış yoksa, ödül de yoktur; çünkü ödül, mutlak olarak carnal (Yahveh’in çamur atıp durduğu) “dünyasal” içeriktedir. Başarı sonunda kimse peygamber ilan edilmez; Yahveh’in, cinsiyetsiz meleklerinin iç sıkıcı lir tımbırtıları ve ışık ile dolu bahçesinde bulmaz kendini. (Işık sözcüğü ile ne demek istediğimi anlamak adına IŞIK HAKKINDA Bilmek İstemeyeceğiniz
GERÇEKLER adlı yazımı okumanızı öneririm.) Ya para kazanır, ya şöhret kazanır, ya hayran ve saygı kazanarak egosunu okşatır. (Ego okşatmakta katre hata yoktur.)
Oysa dinden-imandan tutun, hayatın gizlerine; gece kuşu yaşamlardan, bir yastıkta kocama hedefli birlikteliklere; TEK bir alana girmek için yola koyulan, her adıma kendi hapishanesine bir tuğla daha koyarak (Another brick on the Wall - Pink Floyd),1 “soğuk demir kapıları acımasız kapanacak olan” (Kalender, Cem Karaca) mahpushaneye doğru ilerlemektedir.
“Evrende değişmeyen yegane şey değişimdir” derler… ve bence yanılırlar. Evrende değişmeyen İKİ şey vardır ve bunlardan biri değişimse, diğeri dengedir. Denge de, (henüz mükemmelliği yakalayamamışlar için) yukarıda bir cümlenizde ifade ettiğiniz gibi, arada sırada zıt olana da “temenna ederek” elde edilir.
Bu kadar laftan sonra doğrudan size iki söz edeyim: Heyecan içinde birisiniz! Bu süper bir şey! Dozunda ısrar etmeyi (elde etmek için yerinde çalımlar atmayı) çok iyi biliyorsunuz. Bu da bir yetenek! Söz konusu iki olgu hayat adlı cümbüşü tadına vara-vara yaşamak için son derece gerekli ve elde edilmesi zor niteliklerdir. Böylesi bir donanımı kütüphanelere hapsetmek için yola çıkmak ne yazık…
Hayat kütüphanelerde DEĞİL, sokaktadır. Kütüphaneler (tıpkı gece kulüpleri gibi), KUTSAL MEKANLAR değil, BAZI BEYİNLERİN arada ziyaret edecekleri şahane tatil beldeleridir. Tatil mekanlarını, HAYAT olarak ifade etmenin yegane anlamı, hayatı ıskalamaktır.
Keyfi, rahatlamayı, daha kötüsü “kurtuluşu” idealarda aramak, yukarıda söz ettiğim lağıma olmasa bile, çamur dolu bir suya girerek banyo yapmaya çalışmaya benzer. Bir çıkış yolu arıyorsanız, bu çıkış yolu için gerekli bilgiyi kütüphanelerden çok Tahtakale döviz borsasında bulacağınıza emin olun… :D Ve de pırıltılı enerjinizi doğru yerlere yönlendirin… yani tek bir yöne yönlendirmeyin, çeşitli yollara, hatta patikalara gire çıka, bir çocuk gibi hoplaya zıplaya, arada ayağınızı burkup, çamurda pataklaya-pataklaya, ataerkil pozitivist mantık düzlüğünde değil, kadınca kıvrımlar taşıyan bir zone içinde, salına salına ilerleyin derim.
Beyin oraya mı kodlanıyor, buraya mı şifreleniyor? Rüyada nereye gitmekteyiz? Bir matrix sistemi gerçekten var mı? Kozmik frekanslar, zaman döngüsü, enerji türü… İnanın okurken içime sıkıntı bastı. Bu düşüncelerin sahibine gerçekten saygı duyarım, daha doğrusu, istediği bir işi yaptığı için saygı duyar, sonra da kafamdan siler atarım. Anaerkil kültürde evrensel gizleri arayan felsefe tartışmaları lanetlidir. Bizler bir masa başında dileyenin elinde içki, dileyeninkinde kahve, isteyende gazoz, ya da limon ile kikirdeşmeye inanırız. (Sonrası Allah Kerim. ;-) ) Bizlere göre yaşamda bundan daha kutlu bir ortam da pek az vardır. Bu ortamlara kocaman gruplar içinde, ya da “kendileri” adlı can dostla sıklıkla girenlere, işte sadece onlara, evrenin gerçek yapısı fısıldanır. Yani bizler gibi (biz, siz, o yazar arkadaş) arayan pek bulamaz; şanslı ise sadece kıyısından-köşesinden görür. Gerçek yapı, zamanı gelene -gerektiği kadar, işine yarayacak kadar- anlatılır. Anaerkide gurular değil, başarılı tacirler kutsaldır, bilgedir.
Size son olarak Ana Tanrıça’nın ölümsüzlüğü aramak adına yola çıkmak isteyen Gılgamış’a verdiği öğüdü yansıtayım.
Gılgamış Destanı (Muzaffer Ramazanoğlu)
Tanrılar insanı yaratırken onun kaderine ölümü yazdılar. Ölümsüz yaşamı kendilerine ayırdılar. Onun için Gılgamış, mideni gece gündüz güzel gıdalarla doldur; dans et; esen ve güleç ol; giysilerin hem temiz hem serin olsun; sularda yıkan; elini tutan küçük çocuğu sev. Koynuna aldığın karını mutlu kıl.
İşe yarar bilgeliğe ancak böyle erişebilirsiniz.
Bir yol seçmek adına bana danışmanız beni mutlu etti. Teşekkür ederim.
DİP NOTLAR
[1]
Wall albümünün A1 parçasını anlamlı bulsak da, filmine (filmde yer alan görüntülere) sempati duymamız olanaksızdır. İnsanlarda -sorunları kullanarak- stres yaratmak sadece NE celp eder. Ayrıca hatalı davrananları küçümseme, aşağılama, hatta düşman ilan etme eğiliminde olanlar; sorunları, kırıp dökerek, yakıp yıkarak halledeceğine inananlar, ölüm ötesine geçince… hayır, bu kez “Bir kez daha kendilerini dünyada bulurlar” demeyeceğim. “Ölüm ötesine geçince kendilerini dünyada var olan sorunlardan çok daha kötülerinin bulunduğu bir ortamda bulurlar. Dinsel söylemin ‘cehenneme gitmek’ şeklinde betimlediği durum bundan başka bir şey değildir.”
Sorunlar kavga eder tavırla halledilmez. Böylece çekilen enerji, bambaşka alanlarda aktive olur ve kişiler öncekine oranlar daha büyük sorunlarla yüzleşirler. Hafif bir gülümseme ile “Bence yanlış yapılıyor” demek ve hatalı hazret yanından fıymaya bakmak ile ona bakıp-bakıp sinir krizi geçirmek, kendi sinir enerjisini diğerlerin yükleyip, kendininkini azaltmak adına milleti ajite etmek farklı şeylerdir.