Bu arada inanç yöntemi ile maji gerçekten isime yaradi, kendimi psikolojik olarak iyilestirdim.
Tesekkürler
YANIT
Temel idea olarak kötülük yapmakla ilgilenmeyen satanistlere saygı duyarım, bazı görüşlerini benimseyebilirim bile, herkesin farklı inanç, tanrı modeli ve bakış açıları olabilir. Bir sürü Kabalist ve Yahudi arkadaşım var; tek bir defa tartışmışlığımız bile yoktur. Ancak iş kara büyüye ve gerçek satanik mantaliteye gelince anlayışlı olmam mümkün değildir. (Bizim sistemden olmayan majisyen tanışlarım istedikleri gibi çalışabilirler, kimsenin ahlak hocası ya da papazı değilim. Herkes yaptığının geri yansımasını tek başına yaşar. Sorulmazsa akıl vermem, görüş bildirmem.)
Hayır, yanlış anlamayın: Ne aşırı “iyi” (pozitif) biriyim; ne de seçkin ve saygın bir vatandaşım. Yani ideal kimlik taşımak hevesinde ve kapasitesinde değilim. Mümin olmak, dindar olmak, diğer yaşamda mutluluğu garantilemek, bu yaşamda herkes tarafından onaylanmak, popüler olmak gibi amaçlarım olduğu da düşünülmemelidir. Kara büyüye (diğer insan bilincine müdahil olmakla ilgili büyüye), gerçek satanizme (kötülük yaparak enerji çekmeye) karşı olma nedenim salt deneyime dayalıdır. Deneyim sözcüğümün gerisinde, kara büyü ve en gerçek (belki de ülkemdeki kişilerin bile tanımadığı) satanist geçmişten gelmekte olmam vardır ve göründüğümden daha yaşlıyım. Yani farkım o ki, yüzleşilecek zararları izleyecek/yaşayacak konumda uzun süre bulundum. Bu yüzden sözlerim ciddi ölçüde önemsenmelidir belki de.
“sol el yoluna mensup insana baktigimda kara büyünün gerçek özgürlük oldugunu söylüyor”
“Özgürlük” adlı kavrama inanırsanız, bu söz doğru olabilir. Oysa sınırsız özgürlük (sınır varsa zaten özgürlükten söz edilemez), elde edilemeyecek, daha doğrusu elde edilirse büyük sorunlara neden olacak bir olgudur. Bir sınırın olmaması, aslında “kişisel eylem sınırı”nızın olmaması anlamındadır. Oysa her canlı, kaçınılmaz şekilde diğer canlılarla birlikte (bir anlamda tıkış tıkış) yaşamak zorundadır. Her canlı sınırının olmaması hedefi ile yola çıkılırsa sonuçta yaşanacak çatışma, çarpışma ve kargaşa ortamının özgürlükle aranan mutluluğu vermeyeceği, olanı da tüketeceği açıktır. Diğer insanların (canlıların) alanına girmek daima çarpışma yaratır. Fizik olduğu kadar sosyolojik bir gerçektir bu… Açık olan YEGANE YOL, “bireye özel olan yol” yani kişisel defektlerden kurtularak ilerlenecek zone’dur.
“sag el yolunu pasif intihar ideolojisi olarak yorumluyorlar”
Çok uzun yıllardır bu konularla ilgilenmediğim için bu sözlerin anlamını ve gerekçesini gerçekten bilemedim; ama “sağ el yolu” denilen şey kendi yolunda ilerlemek, diğer alanlara bulaşmamaya özen göstermekse, ben de sağ el yolundanım demektir. Oysa pasifi geçin, değil aktif, azgın olarak nitelenebilirim.:) Beni okuyanlar “Senden bize ne?” diyecek olabilirler. O zaman cümlemi şöyle değiştireyim: Bizim düşünce sistemimizi benimseyen (ki, pek kolay değildir) ve yolda başarılı olabilen her bir insanın giderek rahatladığını ve kendine özel (ÖZGÜN) kimliğini keyif içinde yaşamaya koyulduğunu izlemişimdir. Bu noktaya gelmek bazılarınca “pasif intihar” şeklinde isimlendiriliyorsa buyursunlar, diledikleri şekilde adlandırsınlar. İsteyen "zigona lala hiyaçiyi" diyebilir, dileyen "aferin maşallah". Verilen isimler ya da yorumlar değil, ad takılan sistemleri yaşayan kişilerin hissettikleridir önemli olan.
Aslında o insanları (yani bizden farklı yaklaşımlarla çıkış yolu arayanları) da gerçekten anlıyorum. Onlar da "yol" arıyorlar. Ama -bence- yanılıyorlar.
Bütün sorun (yani birçok insanın “iyi bir iş yapıyoruz diye” satanist, ya da ateist olma nedenleri) ataerkil inançların iyiliğin içeriğini bozum ederek lanse etmelerinden çıkmaktadır. İyilik öyle bir konuma getirilmiştir ki, ancak kurallar içinde, sistematik biçimde yaşayabilen, belki cinsel arzuları çok yoğun olmayan, serüven arayışından hoşlanmayan, rutin düzenlere bağlı kişilerin adapte olabileceği bir modele sokulmuştur.
Tuzak sadece budur!
Oysa ister tanrı deyin, ister iyilik, ister cennet; o aslında eğlence, aşk, seks, coşku, heyecan, neşe, keyif ve asıl bunların kombosu olan mutluluktur. O beyinde ödül devrelerini aktive eden her şeydir.
O zaman neden dünyada bu niteliklere erişilmemektedir?
Çünkü pek az kimse iyidir! :)
Kritik nokta şurasıdır: Yukarıda andığım nitelikler SONUÇTUR.
Adı geçen sonuçlara ulaşmak (daha doğrusu, bu sonuçların var olduğu ana alana ulaşmak) adına belli bir beyin elektriğine gerek vardır. Bu beyin elektriği pek az kimsede bulunmaktadır. Zaten bu beyin elektriğine “pek az”dan fazla sahip olan insan bu evrende (dünyada) olmaz, farklı bir ortamda (belki bu evrende bir diğer planette) çöker, orada maddeleşir.
ERDEMLER, O BEYİN ELEKTRİĞİNİ YARATMA KONUSUNDA YOL GÖSTERİCİDİRLER.
Bir diğer deyişle, satanistlerin ultimate aimlerine aslında sadece iyi insanlar “cennete giderek” ulaşabilecektir! Saklanan, insanların yollarını yitirmelerine neden olan, büyük gerçek sadece budur.
Bu iyi insanların gideceği cennet, Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin
empoze ettiği gibi asık suratlı, sert, aseksüel kutsalların arasındaki cennet değil (bu sözler bana ait değil, kısmen Tevrat ve İncil’den alıntı), Kuran’da detaylı tanımlanan cennettir. Müslümanlık, zaten APAÇIK bunu söyler ve der ki: “İyi ol (erdemli ol), cennete kapağı at.” :) Bizlerin söylemi de tam olarak budur.
Bu basit gerçek o kirli el tarafından öyle karmaşık ve kambur-kumbur hale getirilmiştir ki, çaresiz, aklı karışmış, acı içinde kalmış insanlar satanizm gibi kaygan yollara girebilmekte, daha kötüsü, inançsız olabilmektedirler. Ateizm bir ayıp değil, bence, bir kayıptır. Her insan kendini HER ŞARTTA sevecek, koruyacak, anlayacak bir şeye gerek duyar. ;-) Ateistler bu keyfi kaçırmaktadırlar.
“Hakikaten tanriya giden yollarda limitlerini zorlama, kisisel evrim gibi kavramlar yerine bir sonraki hayata daha iyisin be olum tatmini var.
“Tanrıya giden yol” dediğinizi anda olağan insan bilincinin -onlar fark etmeseler de- neredeyse yarısını kaybedersiniz. Kusura bakılmasın ama tanrı/din düşkünlüğünün büyük kısmı ölüm ötesi korkusu ve “acısızlığa” sığınma umudundan kaynaklanır. Yani gerisinde gerçek bir beğeni, ve beğeniden doğan kabulleniş değil, KORKU vardır. Oysa korku varsa, NE vardır. Korku varsa gerçek sevgi yoktur. Yaratıcı ise insan beyni tarafından sevgi olarak hissedilen/yorumlanan bir alandır. Kısaca Yaratıcı, tanınıp hayran olunarak sevilecek bir kavramdır; düşmandan korunmak için sığınılacak bir yer değil. Zaten eğer sığınmak varsa; sığınmadan önce yardım ve koruma gelmemiş demektir. Oysa bağ güçlenince sığınmaya gerek kalmadan yardım ve güvenlik gelecektir. Aslında gelen bir yardım bile yoktur belki. Yaşanan olay, pozitif (farklı) ortama girildiği için sorun ve tehlikenin kendiliğinden geride kalması ile ilgilidir.
Kişisel evrim sözü de (ben de yanıtlarımda sıklıkla yinelesem de) “buz kestirici bir okul eğitimi”ni anımsatıyor bana. Bu yüzden farklı şekilde bakalım: Evrimi, tanrıyı unutun. İLERLEYEREK ERİŞİLECEK UZAK bir nokta da yoktur aslında. İlerleme, üste yapışmış kirleri yıkama anlamındadır sadece. Kirler temizlendiği anda -mutluluğu da boş verin- benzersiz, akıl almaz bir RAHATLAMA oluşur. Fırtına durulur. Öfkelenecek, arayışlara girecek, çözümler üretecek, sığınak aranacak neden kalmaz. Kişi kendini hem sakin, hem heyecan verici bir limanda bulur.
Bu limanda kim “Lir tımbırtısı ve uçuşan tombul melekler arasında meyve ye dur”(pinekle) diyor ki? :)
Bu liman kimileri için suçun olmadığı bir Barataria Koyu ya da bir Tortuga’dır; kimilerine göre gelenleri yarı çıplak kızların, ya da süper yakışıklı, iyi huylu, aşık erkeklerin çiçeklerle karşıladığı pasifik sahillerinde bir tatil beldesidir.
O liman her ziyaretçisine bir enerji paketi sunar… Pakette ise egzotik bir meyva değil, saf ve özgün insan enerjisi vardır! Bu pakete sahip olduktan sonra onunla ister kalorifer yak, ister sürat teknene yakıt olarak kullan; kısıtlama yoktur. Dileyen ise ne köpüklü dalgalarda sörf yapar, ne bungalova dalar ;-), ne de alt kattaki disco partiye akar; isteyen sadece o limandaki güzel manzarayı izlemeyi de seçer… Sınır yoktur.
İşte sınır sadece burada yoktur. :)
Kendi beyninde limit yok ki, limit zorlansın kardeşim. Bir sınır aşılıp ulaşılacak bir yer yok. Beyin elektriğinde temizlik yapmak amaç...
“Sizin ekolü takip edeyim, PE celp edeyim, o mutlulukla gelde limitlerini zorla, gelde istemediklerini yap”
Bizim ekolümüz olduğu da gerçekte pek doğru değil belki de. Bizler; eski tip anaların, babaların dediğini, belki biraz havalı ve işin için bilimsel bilgiler katarak söylemekten öte bir iş de yapmıyoruz. Söylemimiz yeni değil, söylemimize bilimsel kanıtlar sunmaya çabalamamız yeni…
Hemen örnek gelsin: Anneler, arkadaşları ile buluşmak için acele edenlere “Kızım önce odanı topla, sonra gezmeye git” derler… Babalar ise oğullarına “Önce işini bitir oğlum, sonra çık gez”… Sözlerinin asıl içeriği “yapılması istenen şeyler vs. istenmeyen şeyler” arasındaki denge kurulması gerekliliğidir. Ne sorumluluk olarak nitelenen şeylerden, ne de kendini ödüllendirmeden uzak durulmamalıdır denge adına. Kendini ödüllendirme, ruhsal besin (PE) olduğu için gereklidir. Sorumlulukları realize etmenin ise tek bir anlamı vardır: Korkuyu yenmek! İsteksizliklerin gerisinde bencillik olsa bile sonuç değişmez; çünkü bencilliğin de gerisinde korku vardır.
Yani bizim tarzımız (sistem demeyelim) keyif yöntemidir, hedef keyiftir; keyif ve rahatlık ise ancak korku yenilmesi ile elde edilebilir. Keyif, ataerkinin sunduğu gibi pis, arsız, tembel bir duygu değildir. Keyif; makrokozmosun tadına dirhem-dirhem, ama tehlikeli duyguları çağırmadan varmak anlamındadır.
[Keyif ve rahatlığı ön plana çıkartma nedenimiz, mutluluğu küçümsemek değil; anılan iki kavramın makrokozmosa daha uygun ve kolay elde edildiğine inanmaktır. Mutluluk, gerçek cennet frekansıdır. Makrokozmosta seyrek olarak sadece “tadılabilir”. Kolay olanı elde etmeye çalışmak daha mantıklıdır.]
“Bu arada inanç yöntemi ile maji gerçekten isime yaradi,”
Evet; maji bir iyileşme yoludur. Kan emici böcekler (hemen düzeltiyorum)1 kan emici sistemler majikal destek ile çok daha iyi temizlenebilir.
“kendimi psikolojik olarak iyilestirdim.”
Sübjektif bir nitelik olan ruhu, objektif bir nitelikle (hastalık) eşleştirmek hatalıdır bence.
Ruh nasıl hasta, kişilik nasıl bozuk oluyor ben hiç anlayamam...
Evet; beyinde olumsuz NT salgılatacak radyasyonlar bulunabilir; ama onları dağıtmanın süresi -eğer inanç varsa- gerçekte nanosaniyedir. Söz konusu sonuç yaratılamasın diye film, dizi, kitap, haber, sosyal medya gibi kanallarla engelleyici sistem sürekli “şarj” edilmektedir. Zorluk buradan kaynaklanmaktadır. Beyin, nanosaniyede değişmeye hazırdır. Sorun, kültürün yüklediği alanları dağıtamamakla ilgilidir.
“aslinda istedigim hayatimi ruhsal ve maddi anlamda gelistirecek bir yol.”
Yollar var, çoğu çok da kolay; ama ataerkil kültürle yıkanmış beyinler, zorlu ve girift bir metot olmadığı için beğenmiyorlar, inanmıyorlar ve denemiyorlar bile.
Hemen en kolay yolu (yöntemi) açıklıyorum:
Sadece iki unsura -rahatlık ve neşeye- odaklanın. (Bu sözlerim, sorumluluklardan kaçmak olarak nitelenmesin.)
“Bu kadar mı? Kolaymış! Peki, bunu yapabilirim, o zaman daha zor bir yöntem de verin” mi dediniz?
Veriyorum: En bet süreçte, durumdaki pozitif yanı (muhakkak vardır) algılayıp buna odaklanın ve yine neşe, en azından rahatlık adlı beyin süredurumu yaratın. Bilinç, beyni istediği süreduruma sokacak güç ve yetenektedir.
Bu cümleme inanmadığınızı biliyorum, alıştım buna. O zaman sözlerimi farklı bir alandan örnekle kanıtlıyorum: BDSM dünyasında kadın köleler (kimsenin köle-möle olduğu yoktur, Masterlar aslında kölelerinin farklı ihtiyaç ve isteklerini yerine getiren uşaklardır, :) tatmin olmayan köle ışık hızında yok olur :D ) bir eğitim sonrasında (köleler eğitimden geçmeye bayılırlar) “Orgazm ol” dendiğinde olabilmektedir. Bu durumu bütün gerçek Master’lar yaşayarak görmüşlerdir. Bu “oyun”, BDSM literatüründe geniş yer kaplar.
Şimdi düşünün: Eğlence ortamında beynine orgazm olma tetiklemesi yapan bir köle hanımın bilinci, saçma sapan bir konu yüzünden yaşadığı sıkıntıyı dağıtıp, keyfe (pozitif beyin süredurumuna) atlayamamaktadır. Farklı bir söyleyişle: Zevk ve eğlence ortamında başarılabilen bir eylem, güncel yaşamda ifa edilememektedir.
İnsan beynindeki “gerçek ataerkil kölelik” budur.
Şimdi kavramları biraz açıklayalım:
Rahatlık: Fazla ve “pinpirikli” düşünmemeye büyük özen gösterin. Bunalınca bir süre hiç bir şey düşünmeyin, pembe bir evrene dağılın (meditasyon yapın), iç yapıyı güncelleyin, orijinal (varsayılan) yapıya yeniden ulaşın.
Neşe: Olağan yaşamınızda her ne yaparsanız yapın (kendinizi aldatın, Polyannacılık oynayın, sevgi böceği olmaya kalkın vb.) beyninizde neşe benzeri hafif duygular yaratmaya çalışın. Örneğin iki bacağınız, gören gözleriniz olduğu için bu duyguları üretebilirsiniz. (Olmadığı zaman başınıza gelecekleri anlamak için iki saat gözlerinizi ya da ayaklarınızı bağlayın.) Hatta bir işiniz, bir aileniz, bir eşiniz, bir bebeğiniz, bir petiniz olduğu için de aynı duyguları var etmeye uğraşın. İşiniz, aileniz, eşiniz, bebeğiniz, petiniz yoksa, bunlar OLMADIĞI İÇİN de aynı duyguları üretin (“Lan, bu sorumluluklar bende yok, amma da şanslıyım be, aman sus nazar değer” misali ;-) ) Bu süreçte mantıklı düşüncelere sakın takılmayın. Şık giysiniz ile bir davete giderken bir çamur birikintisinin içine k* üstü oturunca olaya mantıklı bakıp, öfke ile şartlara lanet etmek de mümkündür; durumun matraklığına kahkahalarla gülmek de... Şu anda eğer beyninizden “A-a! Olur mu böyle şey? Akıl var, mantık var. Akıldışı sözler bunlar. Böyle bir duruma gülünür mü? Abarttı!” diyorsanız beyninizde bir ölçüde de olsa NE kalıpları etkin demektir.
Beyninize ataerkil planlar değil, SİZ hükmedin. Zamanla onu kullanarak pozitif duyguları üretmeyi öğrenin. Beyniniz eğer gerçek yapıya uygun olmayan düşünce modellerini zorlanma ile öğrendi ise, bunları silip doğal olanları hem aynı şekilde öğrenmeyi de hem becerecek, hem de bu yeni modeller doğal oldukları için daha kısa sürede, daha kolay öğrenecektir. “Onlar” sizin beyninize öğretebildiklerine göre, tabidir ki siz kendi beyninize daha kolay öğreteceksiniz. Eğer yapamıyorsanız, canınız o kadar da yapmak İSTEMİYORDUR! O zaman yapılacak tek şey uzaylı örümceğin odaya girmesini beklemektir.
Kısaca; beyinde rahatlık ve neşe (cıvıltı) var edildiğinde ana alan ile kontak sağlanır. Kontak, senkronizasyon; senkronizasyon, rezonans demektir. Eğer söylediklerimi başarırsanız, bizim ünlü “sihirli el”in devreye girip, sorunları “şıp-şıp” diye çözüverdiğini gerçek bir hayret ile izleyeceksiniz.
Varsın bu sürece kimileri intihar, kimileri pasif bilmemne, ya da başka tanımlamalar atasınlar. Tartışmaya bile girmez, bilge teyzemin sözü ile “Hı-hı der, geçersiniz”. :D
Bizden de size selamlar... keyifler...
DİP NOTLAR
[1]
“Kan emici böcekler” diyerek pek çoğu gerçekten şirin olan böcekciklere haksızlık yapmayalım. Kenecik bile önyargılardan arınınca çok komik bir görünme sahiptir. Onun besini kan olduğu için insanlara itici gelse de, sadece ihtiyacı olduğu kadarını alır. Bağlandığı canlıyı öldürmez. Tembel-tembel durur, ya yer, ya uyur. :) Karnını doyurup hayatta kalmaktan öte, kişisel arzuları için canlı öldürüp kanlarını alnına sürmez. Ayrıca onu itici bulan birçok insan, güzel bir biftek veya bonfilenin suyuna (ki, bu kandır) ekmek batırıp afiyetle yemektedir. ;)