Bir kere insan ruhunun gelisim icinde oldugunu nerden biliyorlar? Aciyla olgunlasan ruh düsüncesinin ispati nerede? Birisi bir yalan söylemis ve tüm ruhcu akimlar bu yalani genisletmisler. Bir labarotuarda aci ceken insanlarin ruh gücünün arttigini mi gözlemledik? Günümüzde insanlik uzayi gözlemliyor, okyanuslarin altina girip sondaj çalismalari yapiyor. Ortada ne melek ne seytan var. Milyonlarca sayida olmasi gereken ruhani varliklarin izine rastlayan yok. Cebrailler, gabriller, luciferlar ve digerleri nerde bunlar? Insan irki hicbir sey bulamayinca oturup sahte ufo videosu hazirlayip buna inanmamizi bekliyor.
Ruhculugun insanin rasyonel düsünme kaabiliyetine yapilan bir saldiri oldugunu düsünüyorum. Kisi içinde bulundugu sartlari somut planda sorgulamak yerine, bunlarin bir takim ruhsal manalar tasidigina inanarak gözünün önündeki sorunlari veya çözümleri göremiyor. Bu sayede aristokrasi, zenginler bizi daha rahat sömürüyor. Hayir, ser, ruhsal gelisim, reenkarnasyon gibi akimlar rahatlikla çözülebilecek sorunlari perdeliyor.
YANIT
Öncelikle şunu belirteyim: Çok güzel yazmışsınız… Mesajınızı gülümseyerek (hoşgörülü bir hocanın, küçük bir çocuğa sempatisi değil; tek elimde Mai Tai kokteyl, güzel bir dans ;-) izleme keyfi ile gülümseyerek) okudum. Önemli noktalara başarı ile dokunmuşsunuz. Gözlemleriniz yerinde ve geçerli. Ama hala da aynı düşüncede olmadığım ve sizi hatalı bulduğum yerler var.
Başlayalım konuşmaya…
Değişik konulara eleştirilerinizde farklı yanılgılar ve yerinde gözlemler bulunduğu için yanıtımı ruhçuluk üzerinden vermeyeceğim. Bir diğer deyişle, bana göre hem gerçek ve hem hatalı(!) olan görüşlerinizin tümü ruhçuluk ile ilgili değil. Birbirinden çok farklı söylemleri olan sistemleri aynı çatıda toplamışsınız. Sorunuzda birbirinden ayrı alanlara eleştirileriniz olduğu için işleri kompleks hale getirmeyelim; işin kolayına kaçayım ve cümleleriniz bazında konuşalım. Böylesi hem bana kolay geliyor, hem de nokta atışları ile daha işinize yarayacak şeyler söyleme imkanım oluyor.
“bireyin ruhsal gelisimi, dünya ötesi bir yasamla karsilasma vaadi.”
Gelişim dediğinizde benim de aklıma bir okulda olduğumuz ve çalışmamız gereken dersler bulunduğu düşüncesi geliyor… ki, bu düşünce hem bunaltıcı, hem de bize ters. (Bu “ders” söylemini ağız alışkanlığı ile yer yer kullandığımı da itiraf etmem gerek.) Bizler, diğer alemdeki şahane balodan KENDİ HATAMIZ İLE ayrı düşmüş dansçılar olduğumuza inanırız. Amaç, baloya yeniden katılıp bizi bekleyen (ortada bıraktığımız) dans partnerinin yanına dansa/baloya dönmektir. (Müslümanlıkta “huriler” olarak ifade edilmiş dans partneri, aslında kişinin KENDİ diğer yarısıdır. Diğer yarı daima karşı cinstendir.)
“Bir satanist ögreti bile dinlerle ayni seyi söylüyor, iyi kötü diye bir sey yoktur, her sey bizim ruhsal devinimiz içindir gibi saçmaliklar.”
Evet, haklısınız. Bu düşünce bütünü ile asılsız ve tehlikelidir; çünkü somut şekilde iyi ve kötü VARDIR. Sözlerimin basit kanıtı, bazı şeyleri her kim yaparsa yapsın giderek DAHA mutsuz, diğer bazı şeyleri her kim yaparsa yapsın DAHA mutlu olmaya koyulduğudur. Bu “bazı şeyler” adlı davranış ve düşünce modellerinin arasında kimliğe/karaktere bağlı bazı küçük nüans farklılıkları vardır; ama temel tektir. Çok basit bir örnek: Acı verirseniz acı çekersiniz. Mutlu edip, BÖYLECE KEYİFLENİYORSANIZ, daha da mutlu olursunuz. Kimse bu düzeni değil tersine çevirmek, dokunamaz bile.
“Karma felsefesi, budizm, islamiyet veya reenkarnasyon inanci tamamen bireyi içinde bulundugu durumu kabullendirmeye yönelik, itaat ettirici sistemler.”
Olabilir… Ya da belki… Bir anlamda… Bu sistemlerdeki eksik, ana alan, yani tanrı ya da cennet hakkında yeterince net bilgi vermemeleridir. Her şeyin insan tarafından meydana getirildiğini açıklamamaları ciddi bir eksikliktir. Ve evet, insan bazen “itaat ettirilmek istendiği” gibi bir düşünceye kapılacak olabilir. Bu durumun gerisinde TÜMÜNÜN Yahudilik doktrinleri etkisinde olması vardır.
Bu sisteme göre yaratıcı; sert, ulaşılmaz, üstte (göklerde), cezalandırıcı, YÖNETİCİ, hükmetmeye odaklı bir varlıktır. Dahası, bu iyi bir şeydir (yani bu kimlikte olması pek harika bir şeydir). İnsanlar o kadar salak varlıklardır ki, adam olmak (adam edilmek) adına bu -kimse darılmasın- despot kimliğe gerek duymaktadırlar. O despot kimlik onlar mahv-ü perişan olmasınlar diye vardır… ama sürekli kendi mahv-ü perişan eder. :D E, o zaman neden böyle yaratmıştır? Mahv-ü perişan etmek için mi? Sorunlarla karşılaşanlar tanrıca “denendiklerini” düşünürler. Kimsenin aklına neden denenmeleri gerektiği, deneniyorlarsa yaratıcının deneme gereği duyduğu, sonuçları bilmediği gibi düşünceler doğar. Sorunlarla denenme ya da sınavlar kişinin kendi içinse, bu kez de neden tanrının önce eksik yaratıp, sonra acılarla eğittiği fikri ortaya çıkar. Bunlar asılsız ve insanları dinsizliğe iten görüşlerdir. Bu kafada gidenler kısa sürede İbrahim Tatlıses’in “tanrım beni oyuncak mı yarattın?” şarkısına benzer kuşkulara gömülürler… dahası, bu kuşkuları mantıklıdır!
Bizler ise Yaratıcının en şen, en iyimser, en eğlenceli, diğer yandan en verici, en gözetici, en koruyucu yapıda olduğuna inanmaktayız. O “Gelin, birlikte harika vakit geçirelim, benimle konuşamama nedeniniz olmamam değil, yanlış numarayı çevirmeniz” demektedir. :) Bu sözlerimi okuyanlar dehşete düştülerse, ya da bu sözlerin günah olduğunu düşündülerse -bence- ciddi oranda Yahudilik martavalları etkisinde olabilirler.
Bu yüzden evet, reenkarnasyon vardır. Yine aynı yüzden, hayır, reenkarnasyon sıkıcı ve bunaltıcı bir şey değildir. O, daha şen bir coğrafyaya yönlenme aracı ve/veya haritasıdır.
“Bunlarin hepsi tek bir merkezden yönetiliyormus gibi geliyor zira farkli olsalar bile hepsi ayni seyi söylüyor.”
Hayır, hepsinin aynı şeyi söyledikleri doğru değil. Biz farklı şeyler söylüyoruz. Müslümanlık farklı şeyler söylüyor. Allah, “Bana bir adım atın, ben size on adım atacağım ve sonuçta şahane bir baloya (cennete) ulaşacaksınız” demektedir. Ama apaçık yazılanlar (Kuran ayetleri) anlaşılmamakta ısrar edilirse, “Cık, bunu diyor gibi, ama aslında demiyor, gerçekten böyle diyerek şunu diyor” diye inat edilirse yapacak şey kalmaz…
“Hepsinin ortak amaci kötü durumda olan bireyin, isyan etmemesini halini kabullenmesini sağlamak.”
Bu isyan işini anlamadım. İsyan ederek hedeflenen şey nedir? Gerçekten anlamadım? Dilerseniz, çekinmeyin, sadece bu kavram hakkında soru yöneltin, konuşalım. Kötü durum olarak nitelenen durumun yegane nedeni kişinin kendi beyin elektriği ve senkronize olduğu alanlarla evreni o şekilde yaratması, ya da ortak şekilde yaratılan evrende var olmasıdır. Yine size hak vereyim: Sistemlerin çoğu, kaderin insan elinde olduğu gerçeğini vurgulamadıkları, her şeyi -illaki kişinin kendini beğendirmesi gerekli olan ve zalimleşebilen (bana inanmayan onun neler yapacağını görmek için Tevrat ve İncil’e göz atsın) bir tanrıya- bağladıkları için itici gelmekteler.
“Kisi önceki hayatinda yaptiklarinin cezasini çekiyordur bu reenkarnasyondur.”
Evet, bu doğrudur. Hatalı alan celp edilmişse, büyük bir şans eseri sonunda ölünür (ölüm bir şanstır), böylece yeni bir yaşam, yeni bir şans elde edilir, eski yaşamda öğrenilen bilgilere sahip olarak (yani bir level atlamış şekilde) yeniden baloya katılmak adına çabaya başlanır. Bu güzel ve iyi bir sistemdir. Aslında VERİLEN şans da yoktur; her şey kendi kendine oluşmaktadır.
Şöyle açıklayayım: Bir alandan kopmuş parçasınız. Bazı eksitasyonlara maruzsunuz. Hangi frekansta iseniz o alan ile rezonansa geçersiniz. Bu alan dünyadaki yeni bir yaşam da olabilir, cennet (balo) de… Olayı fazla girift hale sokmaya gerek yoktur. Yaşamın şifresi açıktır.
“Basimiza gelenlerde hayir, ser vardir tanri bizi siniyordur,”
Bu düşünce bize göre günahtır. Tanrının kendi yaptığını sınayacağını düşünmek, tanrıya hakaret etmek anlamına gelebilir.
Apaçık şekilde şunu söyleyeyim: Bizim inandığımız Yaratıcı böyle şeyler yapmaz. Zaten insan bilinci ile seçilmedikçe Yaratıcı dahil, hiçbir gücün insan üzerinde sınama ya da yönlendirme olasılığı yoktur. Bilinç seçer, o alandan beslenmeye başlar.
Yaratıcı ana alandır. İnsani bilinç ile yaratılan orta evrende, evet, kötülük ile birlikte yar alır. Ama -yine bize göre- ana alan olduğu için kötülükten bir level güçlüdür. Yani sürekli talep (senkronizasyon) olmasa da müdahil olabilmektedir. Biraz romantik takılayım ve şöyle diyeyim: Pek çoğumuz onu ittiğimiz halde, hep bizi ve orta dünyayı koruyor. :)
“Bir kere insan ruhunun gelisim icinde oldugunu nerden biliyorlar?”
Gelişim diye bir şey yok. (İşte geleneksel reenkarnasyon düşüncesinin adamı getirdiği yer. Haklısınız, bu laflar müthiş halde adamın içini sıkan şeyler.) Gelişim yok, sadece öncel keyfe (ki cennette artık keyif yoktur, keyif dünyasaldır, cennette dünyada aranan, bulunamayan mutluluk bulunur) YENİDEN ulaşmaya çabalamak vardır.
“Aciyla olgunlasan ruh düsüncesinin ispati nerede?”
Bu düşünce çok tehlikeli bir Şeytan aldatmasıdır. Acı ile sadece NE celp olur. Ancak laftan anlamaz zevat (ki, liste başında bendeniz bulunmaktayım) başlarına açtıkları işlerle hanyayı konyayı anlayıverir, bir daha aynı haltı yememeye dikkat eder. Bu durum hatalı bir yorum ile “acının öğretici olduğu” düşüncesini yaratır. Öğreten, tehlikeyi yaşamış olmaktır oysa. Yüzleşilen acı duygusu değil, yaşanan deneyimdir öğretici olan. Acı, deneyim gibi öğretmez; o sadece bazı yerlerden uzak tutabilen bir uyarı levhasıdır.
“Birisi bir yalan söylemis ve tüm ruhcu akimlar bu yalani genisletmisler.”
Açıkçası bu ruhçuluk işinden ben de fazla hazzetmem. Ola ki beni okuyan spiritüalist dostlar varsa kırılmasınlar, içime sıkıntı verir. Ama birisini ya da birilerini yalancılıkla suçlamak da pek harika bir iş değil. Yerine “yanılıyor olabilirler” diyelim.
[Aslında farklı görüşler düşmanlık yaratmazlar. Bunun yolu, farklı görüşlerdeki arkadaşlarla görüş farklılığımız olduğu konuyu asla KONUŞMAMAMIZDIR. Bir konuda birbirine zıt görüşlerde olan beyinler, yüzlerce konuda aynı görüştedirler. Anlaşmak çok kolaydır aslında. Size de aynı öneride bulunayım: Spiritüalizm sizi sinir ediyorsa, bu alanla ilgilenmeyin, olsun bitsin.]
“Ortada ne melek ne seytan var. Milyonlarca sayida olmasi gereken ruhani varliklarin izine rastlayan yok.”
HA-HA-HA-HAAAAA Çooook doğru! Süperrr! Şu anda en reel şekilde, basbayağı kahkahayı bastım. :DD
Birisi melek ya da şeytan, cin, ifrit, yok bilmem ne arıyorsa kendi beyin elektriğine baksın. LHC’de majinin allahının yapıldığı parçacıklara halvet olan bilim adamları neden tek bir demon bulamadılar? Neden obsesyona uğramadılar? Biz her gece astral ya da kuantum uzayındayız. Bu yaşıma dek oraların yerlisi tek bir tip “Naber kanka?” diye omzuma vurmadı. Ama bir varlığım (bedensiz varlığım) var. Ve bunu da -tıpkı diğer spiritleri Kabalistlerin yaratmış olması gibi- ana dokudan kendim yarattım.
Tek bir alan, ya da gerçeklik vardır. O da Yaratıcı denilen, ad takmayı doğru bulmadığımız bir “şey”dir. Onun ne olduğunu anlamaya yetecek bilgimiz olmasa da, üç yüz yıl içinde kuantum mekaniğinin onun formülünü yazacağına inanıyorum.1 Bizler onun kopmuş (ya da ondan uzak düşmüş diyelim) parçalarıyız.
Yaratıcının da ötesi var mı? Varsa nedir, nasıldır? İnsan adlı yaşam formu olan bizlerin beyin yapısı şimdilik burada foslar. Benim bebeğe (köpeğe) “Tanrı seni bana yolladı (gerçekten gelmeden birkaç ay önce haberi geldi), sen onun tüm güzelliklerini taşıyorsun, bedeninde işaret bile var (gerçekten var)” mealinde konferans versem; onu karşıma alıp QED ile alan senkronizasyonlarından söz etsem, patisini elimin üzerine koyup uyuyuverir. Ama bizim Ogün’ün (editör) hasta olduğunu o hissetmiştir, QED konferansı veren ben değil. Biz insanlar da Yaratıcıyı bu şekilde bilemiyor, şimdilik anlayamıyor, ama hissediyoruz.
“Ruhculugun insanin rasyonel düsünme kaabiliyetine yapilan bir saldiri oldugunu düsünüyorum.”
Gerçekten bilemem. Bülent Kısa’nın sözü ile yanıt vereyim yine: Olabilir de, olmayabilir de… Ancak saldırı olma ihtimali varsa yapılması gereken (yani saldırıdan korunmak adına yapılması gereken) bu konuyu hiç düşünmemek, sizi sinir etmeyen sistemlere yönelmektir. Öfke duyduğunuz anda negatif (saldırıyı planlayan) alanı beslersiniz. Düşünmezseniz geçit vermemiş olursunuz.
“Kisi içinde bulundugu sartlari somut planda sorgulamak yerine,”
Çok doğru. Yapılması gereken “Tanrım neydi günahım” saçmalıklarına gülüp geçmek; tarafsızlıkla, öfkeden arınmış biçimde, kişisel eylemleri inceleyip nerede hata yapıldığını keşfetmek, sonra da negatif alanı dağıtmak adına içten bir kahkaha atmaktır.
“bunlarin bir takim ruhsal manalar tasidigina inanarak gözünün önündeki sorunlari veya çözümleri göremiyor.”
Yine doğru! Varlığımın “Yaşamda derin hikmetler arama” şeklinde bir sözü vardır. Yaşam çok basittir aslında. O bize sadece yaptığımızı geri yansıtır. Ne verirsek, onu alırız. Ormana bakacağım diye yanındaki ağaçtaki elmaları kaçırmamalı. ;-)
“Bu sayede aristokrasi, zenginler bizi daha rahat sömürüyor.”
Bu düşünceleri hemen beyninizden silin. Neden? Görüşünüzde büyük hata olduğu için mi? Hayır değil. Aristokrasi ve zenginler bizi sömürüyor mu, hiç anlamam. Ama kesin olarak bildiğim, sizi böylesine sinir ediyorsa bu düşüncenin size zarar vereceği için hata olduğudur.
[Aristokrasinin, zenginlerin, dünyayı yöneten bilmem kaç ailenin, şunun bunun yönetiminde miyiz? Dedim ya, bilemem… Ama bildiğim genelde (saçmalamadığım sürece) keyifli olabildiğimdir. O zaman ortada iki argümandan başkası yoktur:
- Ya şunlar/bunlar beni, ben yol vermezsen yönetemiyorlardır.
- Ya da yönetimleri benim yararıma bir şeydir. Buyursunlar yönetsinler. Keyfim yerinde ise vız gelir.]
“Hayir, ser, ruhsal gelisim, reenkarnasyon gibi akimlar rahatlikla çözülebilecek sorunlari perdeliyor.”
Artık bir kere daha “çok doğru” dersem adım yağcıya çıkacak. :)
Son sözlere gelelim: Yaşam basitcik bir şeyciktir. :D Fazla kurcalayanlar yaşamaktan korkanlardır; bu sebeple ağır düşünceler en çok onların bile belini büker. İyicil ve her şeyi vermek için çırpınan, ama insanın yüzüne kapıları kapattığı bir Yaratıcıya inanmak mutlu edicidir. Öneririm. Kanıtlar ise İNANDIKÇA GELİR.
Varsın bilinçli ve iyicil bir yaratıcıya inanmayın! Herkes rahat bırakılırsa kendine neyin gerekli olduğunu bilir. İnanna’nın savaşçı ve cenneti arayan kral Gılgamış’a öğüdündeki gibi “Elini tuttuğunuz çocuğu, kucağınıza aldığınız kadını” mutlu ettiğiniz sürece en imanlıdan farkınız yoktur. (Ama imanlı daha bir keyiflidir o ayrı. ;-) ) Aciz durumdaki ebeveynlere, yaşlılara, hayvan ve bitkilere poflamadan, bir ölçüde olsa da zevklenerek destek veren; özgürlük, adalet, eşitlik naraları atacağına, geçimsiz komşu, baş belası patron, oportünist iş arkadaşı ile kendini ezdirmeden geçinmeyi becerenler… işte gerçek cennetlikler en çok onlardır; spiritüalistler, satanistler, enkarnasyoncular, şunlar bunlar, hatta belki de bizler değil.
Hep aklımızda kalsın: Gama senkronizasyonu beynin en üst çalışma potansiyelidir. Majide kullanılır. Özel seçilmiş Budist rahiplerin 110 Hz.e ulaştıkları deneysel olarak ölçülmüştür. (Bir arkadaşımız, EEG ölçümü ile 100’e ulaşmıştır. Bu konuda ve gama dalgası konusunda dileyen yagizgkce@gmail.com adresine mesaj atıp kendisinden bilgi isteyebilir.) Bunun nasıl başardıklarını sorduklarında “Her canlıya yönelik ifade edilemez bir yardım etme duygusu ürettiklerini ve giderek bu duygu ile de dolduklarını” söylemişlerdir.
Yardım etmek güzel bir şeydir; ama alttaki ana gerçek/gereklilik BÜTÜNLEŞMEK, ya da hem diğer insanlar hem de yaratıcı ya da pozitif ile bütün olduğuna inanmaktır. Bize göre “iyicil bilinçli Yaratıcı”ya, bazı parçacık fizikçilerine göre “kuantum uzayının derinlerindeki salt pozitif değerlerle yüklü olduğu öne sürülen evren”e ulaşmanın yolu budur.
Bazı kimseler bu sonuca kimlikleri, karakterleri yani bilinç yapıları gereği spiritüalizmi izleyerek de varacak olabilirler. Bunda da hiçbir yanlış yoktur. İnsanlar sistemler için değil, sistemler insanlar içindirler. Her insanın PE celp etmek adına bir diğerinden farklı bir sistemi ya da sistem gereksinimi olması da yadırganacak bir şey değildir.
Kabala bile dahil, kişilerin kullandığı sisteme değil, kişideki yarattığı sonuca bakalım derim.
Yanıtlarımı izlediğiniz için çok mutlu oldum. Yürekten teşekkürler ederim.
DİP NOTLAR
[1]
Bu sözlerimde bir saygısızlık yoktur. Fizik bilimi artık makrokozmosta olmayan, yani mucize evreninde olan, her şeyin formülünü yazmaktadır. “Parçacıkları fizikçileri Yaratıcının da formülünü yazacaklar” demek, onun gerçekten var olduğunu bilimciler (scientists) bulacak demektir.