YANIT
Önce kafa karışıklığınızı gidermek için biraz konuşalım.
Biz grup olarak farklı düşüncelere –nezaketen değil, gerçekten, inançla- saygı duyan anlayıştayız. Kendi düşüncelerimizde de daima yanılgı payı olabileceğine inanırız. Bu yüzden anlayışımızda, kendi aramızda dahi –sadece şeytan ve yaratılış için- iki farklı görüş vardır: Benim kişisel görüşüm ve arkadaşlarımın ortak görüşü…
Arkadaşlarıma göre tanrının –dinsel dokümanlarda Şeytan olarak adlandırılan- bir düşmanı vardır. Bu iki güç arasında sonunda birinin galip çıkacağı kaçınılmaz olan bir savaş yaşanmaktadır. Şeytan sadece tanrıyla savaşacak kadar güçlü olmakla kalmaz, tanrı kadar bilinçlidir de… Bu görüş standart okült görüştür.
Andığım görüşün kaynağı ise Hıristiyanlıktır. Tevrat'ta –inanılması güç ama- bildik Şeytan kavramı/modeli yoktur. Lanetlenen bir şeyler vardır; ama onlar sadece Musa Mısır'da ortaya çıktığında çevrede yaygın olan ve tarihe uygarlıkları ile geçen krallıkların pagan ilahları ve tapımlarıdır. Yani ortada "kötülüğün prensi" şeklinde servis edilen bir model tüm Ahd-i Atik (Eski Ahit) sayfaları boyunca yer almaz. Şeytan ve arkadaşları (ya da takımı), İncil'de birdenbire, Vahiy bölümünde ortaya çıkarlar. Temelde üç farklı şeytan vardır. Bunlardan ilki "Yedi başlı, on boynuzlu, kızıl renkli büyük bir ejderha"dır, ardından "on boynuzlu, yedi başlı canavar" denizden çıkar, son olarak yerden "iki boynuzlu canavar" çıkar. Bunların yardımcıları da vardır. Özetle, eninde sonunda yenileceği söylense de, tanrıya kafa tutacak güçte –geleneksel diyebileceğim- bir şeytan, varlığını Hıristiyanlığa borçludur. Arkadaşlarımın görüşünün temeli söz edilen bu şeytanlardır.
[Buradaki anlatım da eski anaerkil tanrıların (hatta belki de yok edilen bir canlı türünün/soyun) sembolik imajlarla lanetlenmesidir; çünkü ejderler, deniz ve boynuzlu hayvanlar anaerkide kutsaldırlar.
]
Müslümanlıkta ise anlatım bambaşkadır. Şeytan yine bir melektir ama –dikkat buyurun- ateşten yapıldığının altı çizilmektedir. Bu bilgi İncil'de yer almaz. Bu anlatım bana göre şeytan olarak ifade edilen varlığın bir vibrasyon olduğunun –Kuran nazil olduğu- eski dönemlerdeki (ortalama 622 yılı) bilinçlere anlatılma yoludur.
Bilirsiniz, ezoterizme göre evren dört elementten yapılıdır, ateş de onlardan biridir. Dört elementi, dört farklı vibrasyon olarak görürsek, ateşin (yani şeytanın) da bir vibrasyon olduğunu düşünebiliriz.
Küçük bir anımsatma yapayım: Okültizme göre aklınıza gelen her şey aslında vibrasyondur. Bu düşüncenin gerçeği yansıttığı ünlü String Theory ile ortaya çıkmıştır. Teori, evrenin en küçük biriminin titreşen sicimler olduğunu öngörür.
Bu sözlerden yola çıkarsak Şeytan'ın evrende var olan bir dalgaboyu olduğunu –bence- öne sürebiliriz.
Demek oluyor ki, şeytan bilinçli değildir, bilinci olmadığı için "aldatma" kapasitesi de yoktur. Ayrıca eğer tüm evreni tanrı yarattı ise, bu dört elementi de o yarattı demektir. Ancak toprağı madde olarak yorumlansak ve ona bedenimiz desek; suyu kanımız olarak algılasak; havayı, yaşamak adına mecbur olduğumuz soluk olarak görsek, ateş için fazla bir mekan bulamayız. Ateşi bir itilim, bir yakıt şeklinde düşünebiliriz, onunla bir dolu işimize yarayacak şey yaparız… ama o bizi yakar da… tehlikelidir bir yandan. Su, toprak ve hava ile temasımıza zarar görmesek de, ateş bize zarar verme kapasitesi taşır. Yani şeytan, sadece dikkatle yaklaşılması gereken, o kadar da korkulacak bir şey olmayan, başa çıkılması, hatta belki de yararlanılması mümkün olan bir evren parçasıdır. Ondan korkmamak (korkmamak, onun yönettiği korku duygusunun olmayışını içerdiği için) onu zapt-ı rapt altına almanın –bence- ilk yoludur.
Bu Şeytan anlatımı da benim teorimdir.
Şimdi de evrenin var olmasına gelelim:
Neredeyse tüm mitolojilere göre evrenin (makrokozmosun) var olma nedeni bir isyankar alt tanrıdır. Yaratıcıya (mitolojilerin ezici çoğunluğunda yaratıcı dişidir, bir Ana Tanrıça'dır) savaş açar, kozmik bir savaş patlar, yaratıcı yenilir. İsyankar tanrı öncel bütünlüğü ortadan ikiye böler ve içinde yaşamakta olduğumuz makrokozmosu var eder. Kendine yaratıcı dese de, aslında sadece yaratılmış olanı bölmekten başka iş yapamamıştır.
Arkadaşlarım bu görüştedirler. Önceleri ben de…
Bana göre tanrısal bütünlüğe –bir savaş açıp ondan parça koparacak kadar- üstün gelecek bir güç yoktur. Peki makro nasıl olmuştur? Neden bu mekan Cennet gibi (tanrının mekanı ya da kendi gibi) kusursuz (dertsiz) değildir.
Şimdi sizi gerçekten şaşkınlığa düşürecek düşüncemi söyleyeyim: Makro yoktur ki… :) Evrenin varlığı koca bir yanılsamadır. Bizim bilincimiz tarafından var edilmiş bir rüyadır. Bizler sadece –hala mekanımız olan Cennet'te- bir kötü rüya görmekteyizdir.
Bu –bazılarına gülünç, bazılarına saçma gelebileceğinden emin olduğum görüş- bence kuantum mekaniği ile kanıtlanmaktadır; çünkü QM teorilerine göre gerçekliği (buna "evreni" diyebiliriz) bilinç meydana getirmektedir. Birçok bilim adamına göre (örneğin ünlü Richard Terrile'e ve kuantum mekaniğinin babası sayılan Nobel ödüllü Bohr'a göre) evren sadece baktığımız (ölçtüğümüz) yerde vardır, ya da var olmaktadır. Sırtımızın gerisinde olasılıklar -bilim diline göre- smear (bulaşık) şekildedir. Bu –çift yarık deneyi ile gösterilen- gerçeğe mucize adam olarak servis edilen (oysa defalarca yanılmış, bazı yanılgılarını kabul edip geri adım atmıştır) Einstein karşı çıkmış ve ünlü sözü olan "Bakmadığım zaman ayın orada olduğunu bilmek istiyorum" cümlesini söylemiştir. Terrile ise bu durumu bilgisayar oyunlarına benzetir. Nasıl ki program size sadece mouse ile işaret ettiğiniz yeri var ederse (oyun kapsamında az önce bulunduğunuz yer mouse'u o bölgeden çektiğiniz için dağılmıştır), gerçeklik de aynı böyle var olmaktadır.
Bana sorarsanız bu rüyamızın nedeni Kuran'da ateş elementi olarak ifade edilen vibrasyon ile fazla içli dışlı olmaktan öte değildir. Biraz silkinebilsek, kolayca uyanacak ve hala Cennet'te, tanrının "kucağında" olduğumuzu görebileceğiz. (İnançsız arkadaşalar için sözlerimi değiştireyim: "Biraz silkinebilsek, kolayca uyanacak ve hala Penrose ve Hameroff'a göre platonik değerlerle yüklü derin ve henüz bilinmeyen bir ana kuantum ortamında olduğumuzu görebileceğiz".)
Diğer alemde güzel-güzel var olurken bir ölçüm (ki, bu bir hatadır) yaparak (bu sözlerim bilim dışıdır) dalga fonksiyonumuzun çöktüğü (bedenleştiğimiz) düşüncesinin gerçekliğine gönderme yapan iki mit de vardır.
Bunlardan birinde –peygamber olduğu düşünülen- Orpheus mitinde yer alır. Orpheus aşık olduğu Eurydice ölünce diğer aleme gidip sevdiğini dünyaya geri döndürmek ister. Bu konuda yer altı tanrısı Hades'ten izin de alır, ama tanrı ona tek bir şart koşar. Ardından gelen kızın ruhuna yeryüzüne çıkana dek geri dönüp bakmayacaktır. Orpheus dayanamaz ve bakar, kızı yeryüzüne çıkaramaz. Bakmak ölçümdür. Bana sorarsanız bir ölümlü iken (ölçme kapasitesi taşırken) diğer aleme geçen Orpheus, bakarak sevgilisini diğer alemde yeniden çöktürmüştür.
İkinci mit ise aşk tanrısı Eros ve sevgilisi (eşi) Psyche arasındaki mittir. Bu mit ise makroda –mikro ile bağın- ölçmek ile (bakmak ile) koptuğunu anlatıyor olabilir. Mit şöyledir: Eros'un Psyche'ye aşklarının sürmesi için tek bir şartı vardır: Uykuda sevişecekler, karanlıkta yaşayacaklardır. Psyche kabul eder. Bu şekilde mutluluk içinde yaşarken Psyche'in içine kuşku düşer, bir gece kocasının bir canavar olmadığını anlamak için kandili yakar (ölçüm yapar) ve Eros yok olur.
Diğer sorunuza geleyim:
"Bana Yaraticiyi anlatir misiniz? O sizce nasil bir varliktir?"
Ne yazık ki onun varlığının tüm aspektlerini kavrayabilecek bir beyin yapımız yok. Aslında bunu görmek farklı yapıda bir beyin için kolay, ama o beyin bizde yok… çünkü tatsız bir rüyadayız ve çökerken beynimiz eksik (yetersiz) şekilde var oldu.
Bir köpeğe, bir kumruya, bir balinaya, bir yunusa, bir ineğe, bir koyuna, bir denizanasına, bir kargaya (bunlar anaerkil ezoterizmde en kutsal hayvanlarDANDIRLAR) –hepsi de son derece hayırlı canlılar oldukları halde- iyilik adlı kavramı anlatmanıza imkan var mıdır? Beyin yapıları nedeni ile bunu asla –bir insanın kavradığı gibi- anlayamazlar. Bizim beyin ise hayvanlarınkinden gelişmiştir; ancak hala da Tanrının iyiliğini ve güzelliğini algılama kapasitesinden yoksundur.
Ama bu –az biraz- yarım yırtık beynimizle bazı şeyler anlayabiliriz tabi ki…
Evrenin yasaları gereği evrende yer alan her şeyin bir mebdei, bir çıkış noktası vardır: Tanrı da sevgiden, iyiliğe; güzellikten, mutluluğa dek aklınıza gelen her pozitif (insan beyninde ödül devrelerini tetikleyen) kavramın çıkış noktası, özü, kaynağıdır. Bu kavramların ondaki mükemmellik (ya da var oluş) miktarının büyülüğünü bizim "dandik" beynimiz algılayamaz. O, sürekli veren (vermeye programlı ;-) ) bir anneye, sürekli koruyan ve gözeten (koruyup gözetmeye programlı) bir babaya çok da güzel benzetilebilir. O, bizim evrende dişi ve erkek olarak ayrıldığımız için var olan anne ve baba kavramlarının bütünüdür. Bu yüzden ilk çağ mitolojilerinde yaratıcı çifttir. Bu yapıya inananlar "münkir paganlar" diye kötülense de, söz ettiğim asıl mesaj gözden kaçmaktadır. Paganizm, tanrıyı sadece farklı bir aspektte gören idealar içerir; sanıldığı gibi Yaratıcıya cinsiyet atfetmez. İlkçağlarda, anaerki Yengeç burcu döneminde var olmuştur. (Bu konuda bilgi edinmek adına Dünyanın Burcu adlı filmimizi izleyebilirsiniz.) Yengeç burcunu anneliğe (dişiliğe) tekabül eden Ay yönetir. Bu nedenle o dönemlerde yaratma, "doğruma eylemi" ile eş tutulmuş; sevgi oldu yaratıcı, Ana Tanrıça olarak algılanmıştır.
Bu hatalı bir yaklaşımdır. Anılan hatadan Arap paganizminde geri dönülmüş ve Ay erkek ilahları da sembolize etmiştir. Ilumkah ve Sin bunlara örnektir. Bu durumdan yola çıkarak yaratıcının –makroda bölünmüş beynimiz tarafından iki farklı modelde algılanan- ideal anne ve ideal baba karışımı olduğu söylenebilir. Ay, hem dişi, hem erkek, hem ana, hem baba, hem Ana Tanrıça, hem Baba Tanrı, daha doğrusu ayrılmış olarak algılanan tamlığın sembolüdür.
Modern anaerkil paganizm budur.
Buradan yine –bir paganist olarak- Müslümanlığa atlayayım: Söz ettiğim düşünce, açıkça dile getirilmese de –bence- Müslümanlıkta yer alır. Bu durum, Ay'a büyük kutsallık atfedilmesinden bellidir. En büyük yeminlerin Ay için yapılmasının ötesinde; Ay, Güneş'e üstün kılınmıştır (Nuh 16).
[Ev sahibim çok dindar (örtülü), yaşlı bir hanım. Evi kiralarken bir dostum kendisi ile geçinmek için özverilerde bulunmam gerektiği konusunda beni uyarmıştı. Çok şükür, mükemmel bir ilişkimiz var. Akademik eğitimli bir hanım değil, belki de lise eğitimi bile yoktur, bilemiyorum. Oğlunun kaybında ona Whatsapp aracılığı ile bazı ayetler göndermiş, yitirdiklerimizle eninde sonunda buluşacağımızdan söz edildiğini anımsatmıştım. Evim varoşta ve biraz köhne… Ancak bodybuilding aletlerimin durduğu odanın çok güzel bir manzarası var. Ay'ın doğuşunu dağlar ardından görmek mümkün. Son Eylül mehtabında görünüm o kadar muhteşemdi ki, bir fotoğraf ile görüntüyü paylaştım. Hemen geri döndü ve bana "dinimizde" (benim pagan olduğumu bilmiyor :) ) Ay'ın kutsallığından söz etti! Dayanamadım, ben de bu konuda elimdeki ayetleri paylaştım. Teşekkür etti ve ne dedi biliyor musunuz? "Hepsi iyi de, en önemlisini atladınız: Kuran'da Kamer diye sure var!"
Demek istediğim şu: Her birimizin en iddialı olduğumuz konulara bile eksiklerimiz olabilir ve bu noksanlar hiç umulmadık kişiler tarafından onarılabilir. İnsanlara pozitif duygularla yaklaşmak, andığım onarımın kalite ve kantitesini arttıracaktır.
]
Müslümanlık ve Ay arsındaki bağ o kadar güçlüdür ki, batılı "bazı" araştırmacılar bu dine "Ay tapımı" derler. Oysa tabi ki –tıpkı paganların ikonlara tapmaması gibi- Müslümanlar da Ay'a tapmazlar.
Ay ve iyilik/güzellik (buna tanrı diyelim mi?) bağlantısı, kültürümüzdeki sanat anlayışında (aslında Osmanlı kültüründe) aşk, ilahi esinti, sanat, güzellik, huşu gibi kavramlarla eş tutulur.
Batıda ise delilikle!
Dolunayda uyunacağı zaman delirileceği inancından öte, Mehtap (Dolunay) olduğunda bazı insanların kurda dönüştüğü masallarının kaynağı batı kültürüdür. Çok şükür biz Türkleri yaratıcı koruyor olmalı ki, bizler Dolunayda kayık ile Göksu'da gezerken delirmediğimiz gibi sık sık aşkı buluyoruz. :DD
Lafı dağıttım, bir yekun çekelim; Mehtabın, benzersiz iyilikteki tanrının sembolizasyonu olduğuna inancımız yüzünden 722 sisteminin sembolü dolunaydır. (Dolunay, kurt adamlar ve Türklükle ilgisi hakkında bilgi için
1898 Yılından Beri (Sıradışı Bir Hikaye) adlı romanımı okuyabilirsiniz. Üyelere ücretsizdir.)
Ve de tanrı, yaratıcı, Müslümanlara göre Allah, paganlara göre Ana Tanrıça ve Baba Tanrı birlikteliği hepimizin ait olduğu, firketeyi prize soktuğumuz için sıkıcı bir rüya görmekte olsak da, hala sinesinde uyuduğumuz bir gerçekliktir. O hem annemizdir, hem babamızdır.
İnançsız arkadaşların onu –anlattığım mükemmellikte ve vericilikte- bilinçsiz bir alan olarak görmelerinin bir sakıncası yoktur. Bilim ortamında bile onu giderek kabul eden bilim adamları vardır ve bu bilimadamlarının en çarpıcı örneklerden ikisi Penrose ve Hameroff'tur. Onlara göre kuantum evreninde non computable bir proto-consciousness vadır ve bu alan (bu derin katman) bütünü ile –bilim adamlarının sözü ile- "Platoniktir", yani güzellik, doğruluk, iyilik gibi kavramlarla yüklüdür.
Önemli olan onun eşsiz mutlu ediciliğini hissedebilmektir. Her ne olursa olsun, her nasıl kabul edilse de, onun varlığına inanmak, bu hisse sahip olmak önemlidir; çünkü bu hissin yarattığı rahatlık ve güven duygusu PE celp edecek, envoke olan bu enerji ile bilmediğimiz, önceden göremediğimiz nice bilgi bize ulaşacaktır.
Söz konusu bilgiler içinde tanrıyı anlamak olduğu da söylenebilir.