YANIT
Editörün notu:
Janus'un soru dışı olan öfke konusundaki sözleri ve bir anısına atlamak için lütfen tıklayın!
" Anaerkil ezoterizmin bu çaga uygun olmadigini düsünüyorum."
Beni uzun uzun okumak istemeyenlere hemen alaminüt bir yanıt vereyim: Haklısınız!
Kova burcunun verdiği sertlik, sürat, soğukluk, mekaniklik etkisindeki insanlara "gülün, eğlenin, güzelleşin, sevişin" derseniz pek çok kişi rahmetli üvey annemin sözü ile "hı-hı der geçer". :)
Ama sevgili Hıncal Uluç'tan okuduğum –tüm sahil boyunca karaya vuran denizyıldızlarını tek-tek denize atan delikanlıyla ilgili- bir kısa hikayeyi dile getireyim: Oradan geçmekte olan bir adam delikanlıyı görünce "Sahil, denize vurmuş denizyıldızları ile dolu, tek tek kaç deniz yıldızını kurtarabilirsin ki? Fark yaratamazsın bu işle" deyince delikanlı eğilip bir denizyıldızını daha fırlatmış ve "Onun için fark etti" demiş. Bizimki de o hesap: Bir kişiye bile ulaşsak kârdır. :)
Ben Crowley'in Aeonlar teorisine pek inanmıyorum. Adam resmen bizim Baba Tanrı Osiris'in dönemi geçti dedi. Horus'u mu, Anubis'i mi ne, onu oraya atadı. (Bu konularla ilgilenmeyeli aradan 40 yıl geçti, bir daha dokunacak da değilim; hangisi olduğu aklımda kalmamış.) Bize göre bu düşünce yanlıştır; çünkü Osiris olarak ifade edilen enerjinin, (Biz Baba tanrı diyoruz) ölümü ile makro var olmuştur. (Yani Osiris baştan beri ölüdür.)
Şiva'nın, Uranus'un, Osiris'in, Abzu'nun, Attis'in, Tammuz'un ölümü (bunların hepsi bizim Baba Tanrı'dırlar ve hepsi ölürler) Big Bang'i tanımlar. Bu mitler, farklı diller ve lehçelerde, önceden var olan ve her şeyin muhteşem olduğu bir zarın (evrenin) bir çarpışma ile parçalandığının (Bölünen Evren) anlatımıdır. Oluşan yeni evren, madde evreni, artık öncekinin yarısı kadar iyidir.
Ben sevmem, o ayrı; ama Crowley'i küçümsemek yanlıştır (hatta ayıp bir şeydir); çünkü adam kuantum mekaniği daha kabul edilememişken yaşamıştır. (Ölüm tarihi 1947, Solvay konferansı ise 1920… hesap ortada.) Yani o bilgisizlik, internetsizlik, e-kitabı geç, tek bir kitabın altın değerinde olduğu (bunu yaşım gereği en iyi bilenlerdenim) ve çevreyi "okült ortam"ın kasıp kavurduğu yıllarda gayet de güzel şeyler bulmuştur. Ama bu günün –çok güzel ifade ettiğiniz gibi- bilgilenme ortamında onun fikirlerine bağlanmak –dogmatik olacağım- ayağa pranga takmaktır.
" bu çagdaki insanlara Ataerkil dinlerdeki gibi çocuk muamelesi yapilip ödüllerle, korkuyla, ölümle "terbiye" edilemez. Ya da insanlar Anaerkil dinlerdeki gibi ufak seylerle mutlu olamaz, dogadaki seylere kutsallik atfedemez, pozitif duygulardan çok mantik hakimdir."
Hocam, bu cümleyi biraz parçalı olarak ele alalım mı?
" bu çagdaki insanlara Ataerkil dinlerdeki gibi çocuk muamelesi yapilip ödüllerle, korkuyla, ölümle "terbiye" edilemez."
Bana sorarsanız hiçbir dönemde GENELDE edilemez. Edilebilmiş olsa, o kadar dine, inanca rağmen kötülük 10.000 yılda hız kesmiş olurdu. Ama edilmiştir işte. Ataerkil dinlerin –af edersiniz- beceriksizliği buradan bellidir. (Anımsatayım; biz Müslümanlığı farklı aspektte algılarız. Lafımı duyunca gececi taksici sopalarını kuşanmayın ve inanın hala bunamadım: Bize göre Müslümanlık HİÇ DE ataerkil değildir.)
Aslında acaba bu dinler beceriksiz midir? Yoksa işin içinde başka bir hesap mı vardır? ;-) Velhasıl, ben bu çağdaki insanın Iron Age'dekinden farkı olduğuna pek inanamıyorum. Kol kuvveti azalmıştır; bilişsel yetenek artmıştır… Tamam. Ama ya enerjiler? Bana sorarsanız bir "global enerji ölçüm aleti" olsa, o devirlerdeki NE oranı ile bu devrilerdekinin aynı olduğunu gösterecektir. Yani insan -beyni gelişse de- hep aynı insandır.
Ve hala da "terbiye edilmektedir". Yukarıdaki uyanık sadece taktik/teknik değiştirmiştir. Bu çağdaki silahı/tuzağı akıldır. (Tamam, söyleyen gitti; sopalarınızı yerine kaldırın. :DDD )
Bu kadar da değil; bu devirde –yani hala da- korkuyla, ölümle, ödülle hem de ne güzel "terbiye edilmektedir". Edilemiyor olsa dünya bu halde mi olurdu? Hala ve hala en önemli silah ödül ve cezadır. Hala ve hala dinsel korkular pek çok toplumda ana belirleyicidir. Adı ister Yahudilik olsun, ister Hıristiyanlık, ya da başka şey; hala da insanlar belki de önceki devrilerden daha ürkütücü şekilde "edeplenmektedirler".
Sözlerimi itici bulacak çok arkadaş olacak; ama kolay susturulan biri değilim. Burada beni –sağ olsunlar- okuyan kişilerin pek çoğu sürekli laf soktuğum "çağdaş ve aydın" arkadaşlardır. :) (Zaten onlara hakaret etmek değil, uyarmak için sürekli insülin iğnesi gösteriyorum. :) Şaka tabi ki… ) Sözlerim onlara itici gelecek olabilir.
Ön uyarımı yaptım, başlıyorum: Ben ülkemde mümin olarak nitelenen insanların gözlerinde gördüğüm rahatlığı (ki, pek çoğu düşük gelir gruplarındandırlar ve zorlu yaşamları vardır), aydınlara ve özellikle batılılarda görmedim. Beni linç edebilirsiniz, bir daha bu siteye ayak atmayacak olabilirsiniz, ama söyleyeceğim: Amerikan TV programlarındaki insanların gözlerinde okuduğum ortak enerji şudur: Delilik… en azından deliliğin ilk adımları… Üzgünüm, böyle.
Evet, bu sözler sınırı aşan, fanatik içeriktedir… ama sözüm yemin altındadır: Gördüğüm enerji TAM DA budur. O yüzden işimi gücümü (yamzayı ppanladığım kitaplarımı) bırakıp ha-babam yanıt yazmaktayım.
[Size Adım Neden Janus? linkinden bir alıntı yapmama izin verin: Rücu etmiş eski satanistler arasında “Şeytan’ın sonunun onun eski taraftarları tarafından getirilebileceği; çünkü onu gerçek yüzü ile sadece bu kişilerin tanıyacağı” hakkında yaygın bir inanç vardır. Meggido’da Şeytan’ı gerçek hali ile gören satanist rahibin delirip duvarlara insanları uyarmak adına çılgınlar gibi resimler çizdiğini bazı kişiler eski bir kitaptan hatırlıyor olabilirler. Kim bilir? Belki ben de böyle bir şans adına bu yaşama gelmiş, şansımı iyi kullanabilmiş, delirmeden insanları onun vibrasyonlarına karşı uyarmayı bir ölçüde de olsa başarabilmişimdir.
]
İşin beni üzen yanı şudur: Çok yanlış tanıtılsa da, aslında son derece ılık bir öz kültürümüz vardır. Örnek: Batılıların "delirtir" dediği dolunaya, bizler "Mehtap" adını verir; onu şarkılar, şiirler, deniz ve aşkla taçlandırırız. Yine aynı bilgici batılılar (bu sözlerim övgüdür) onlarca araştırma ile aynı gerçeği ortaya çıkartmıştır: "Ay'ın delirttiği hakkında somut bir veri yoktur". Haklı olan bizizdir. :)
[Arkadaşlar, AY'in güzellikleri, dolunaydan-dolunaya burcunuza göre aldığınız ödül hakkında şirin bir kitabım var. Orada bir de minik majikal Ay Çalışması veriyorum. İsterseniz bir göz atın. DOLUNAY ASTROLOJİSİ.
]
Yani keyifli yaşamak o kadar kolay ki… keyiflilik öz kültürümüzün içinde. Bu yabancılaşmanın nedeni ulu önder Atatürk'ün kafa yapısını zırnık anlayamayan, batı hayranı ardıllarıdır. Evet, onlara biraz olsun kızgınım. :)
"Çocuk gibi, bilgi ariyoruz, isteklerimizi tatmin etmek istiyoruz, baskalarindan iyi olmak istiyoruz, aksini düsünmek bile delirtiyor,"
Evet arkadaşım… :) Ama bu yaklaşım bu çağa ait değil ki? Bu yapı her kültürden insanı etkisine alan NE sadece... Hep vardı… hep de var olacak.
"çünkü belli bir zeka gelistirdik (zapt edemesek de)."
Ha-ha-haaaaa…. Harika :DDD Ev-veettt… :)))
1968 yılında çevrilen 2001: A Space Odyssey adlı bir kült film vardır. Kimilerine göre sıyırtmış bir filmdir. O film hakkında bir konferansa gitmiştim, oradan edindiğim izlenime göre belki pek de manyak olmayabilir. Her neyse… Orada önemli bir sahne vardı. Yıllar geçmiş, unutmuşum, sanırım son sahneydi. Orada bebek gözleri açık doğuyordu. O konferanstaki kişi dedi ki "Bunun anlamı giderek zeki doğduğumuzdur".
" Mitolojilerdeki isyan eden figürlere en çok hak verdigimiz çag bu, kendi ayaklarimizin üzerinde durmak istiyoruz insanlik olarak."
Hocam, biraz kendi isyanlarını yazmış olabilir misin bu soruda? ;-) Bize göre (ki Kova burcu filmimizde de anlattık) dinsel baskı artacak.
(Bu konuda bilgi edinmek adına KOVA BURCU ÇAĞI - 4. Bölüm: Kehanetler adlı filmi izleyebilirsiniz.)
IŞİD örgütü özgürlüklerin artması ile mi doğdu dostum? Fanatizm artacak bu çağda. Artan fanatizm dinlere da yansıyacak. Ama bir anlamda bazı dinler yok olacak... kötüsü -başka bir maske ile- gelecek. Daha hiçbir şey görmedik; Kova çağına 2000 yılında girdik ve 4000e dek sürecek. Bundan sonraki çağ Oğlak. Bizim sivri, sıradışı ve asi (seni memnun etmek için bu sözcüğü kullandım, çünkü anladığım kadarı ile öyle bir ruhun var :) ) astrolojik yorumlara göre tadından yenmez bir çağ olacak. Standart astroloji tersini savunuyor. Bakalım; bekleyip göreceğiz… yani bir dahaki enkarnasyonumuzu bekleyip göreceğiz… eğer Oğlak çağında doğarsak göreceğiz; savaşçı kahramanların çağı olan Koç çağında doğmak da var işin içinde. :D
Evet; çağlar hazır ve nâzırdır. Onlarda zıplaya hoplaya gezinen ruhtur.
(Bu konuda bilgi edinmek adına
GEÇMİŞ VE GELECEK ŞU AN VARDIR -
ÖZEL RÖLATİVİTE adlı yazımı okuyabilirsiniz.)
" Birsey yazinca veya konusunca karsiliginda öfkeli bir cevap gelmeyecegine emin oldugum dünyadaki tek insansin."
Sağol kardeşim. :) Bu sözlerinle beni o kadar keyiflendirdin ki… Güzel şeyler duymak ne güzel bir iş… Cennete kısa bir yoluculuk. Ama bana hissettirdiklerin, sana aynı yolculuk için farklı bir uçakla da olsa bir bilet yolladı. Emin olun.
Yeri geldi, öfke hakkında da iki laf edeyim.
İşin garip yanı çok da öfkeli bir yanım vardır. Yani sakin bir kişi hiç değilim. Durup-durup öfkelenir… ve çok eğlenirim. Bazı öğrencilerime, (beni okuyor mu bilmem ama çok sevdiğim mandalincim buna örnek) "öfkenden korkma, hırsa kayma" demişimdir.
Trafikte hatalı sollama yapan dal yaprak kimlik için içinden "Lan in arabadan da sana göstereyim üçün ikisini, dördünü" demek –bence- pek de kötü bir iş değildir. İş ki -BURASI ÇOK ÖNEMLİ- hemen yan araçtaki ahu dilberi görünce o duygu "poffff" diye yok olabilsin.
Oysa söz ettiğim yapraklı dalla müşerref olunca "Benim öfkelenmemen gerek" diyerek çabalamak, kimi zaman stres yaratabilir ve kişiyi iyilik yolculuğundan "öff sıkıldım" dedirterek uzaklaştırabilir. İyilik yolculuğunda eninde sonunda makroda bedenlenmiş bir insan olduğumuzu unutmamak, melekliğe aşırı özenmemek gerekir.
Mümkün mertebe çevredekileri tedirgin etmeden arada sırada küplere binmenin tadı olmadığını kim iddia edebilir? Belki de artık onlardan olduğum için çok saygı duyduğum "büyüklerimiz" ne demiş? "Öfke baldan tatlıdır" demiş. :D
Ama çok dikkatle oynamak gerek bu oyunu; çünkü biraz buz pateni yapmaya benzer. Bu yüzden en iyisi tüm yapraklı dallara gülüp geçecek ruh hafifliğidir. Ama ben daha o sınıfa gelemedim.
Elde ettiğim başarı, birine yada bir şeye gıcık kaptığımda olayın tadını birazcık çıkartmak, ama dizgini ASLA elden kaçırmamak, öfkenin beni yönetmesine izin vermemek ve kısa sürede "OF sıkıldım, bu iş ile bu kadar uğraşabilirim " deyip bambaşka bir beyin süredurumuna atlayacak güce sahip olmayı öğrenmişliktir. Yakınlarım, zırıl zırıl öfke konferanslarının hemen ardından konuyu dağıtıp, bambaşka bir konuya atlayıp, kahkahalarla gülebildiğimi bilirler. (Beni okumakta olan reelde tanıdığım dostlar şu anda kafa sallamaktalar… eminim. :) Geçmişte bazı kişilerin bu çok zor öğrendiğim gücü "ruh hastalığı" olarak nitlediklerini ekleyeyim. :D )
Bu "heyecanlı" yapıma rağmen, benden farklı düşünen arkadaşlara (felsefeye, Yahudilik dinine, Kabalaya, psikoloji disiplinine, terapi "almaya" :) yatkın arkadaşlara) zerre olumsuz bir şey GERÇEKTEN hissedemem. Hissetmem değil, istesem de hissedemem. Bunun adı ise yüce ruh değil; bizim yeni emekli olan "apartman görevlimiz"de de bulunan ve genelde yaşla gelen bir iştir; ona genelde "olgunluk" denir ve biz pinponlarda bolca vardır. :)
Yani sizinle kanka olsak, kimi zaman ter ter tepindiğimi ama bana "Arrivederci Jan, sen krizini yaşa, sonra çaldırırsın" dediğinizde anında gülmeye başlayacağıma emin olun.
Bütün öfkeli arkadaşlara bunu tavsiye ediyorum; bu yüzden bu kadar yazdım: Vazgeçemiyorsanız benim gibi öfkeyi hafife alın… "Yahu, ben aslında eğleniyorum" diyebilirseniz, belki anında öfkenin verebileceği hasarı geçip daha hafif bir ruh haline atlayacaksınız. Ama insanların canını sıkmak beter bir iş… BU konuda dikkat gerek. Ve daima eğlendiğimiz ortamın gölgeleri arkasında bizi hırs denen ifritin beklediğini iyi bilmek de önemli.
Çok sevdiğimiz o cips reklamının sloganındaki gibi: "Hayat dalga ister" dalgayı sever; ama ipin ucunu kaçıranları başka bir şey gelir… iyice sever. ;-)
Lafın şakulunu iyice kaçırdık; bari biraz daha laçkalaşalım ve "apartman görevlimiz" lafını tırnak içine alma nedenimden de söz zedeyim.
Ağır parasızlık dönemimde bir yıldan fazla süre kapıcılık yaptım, apartman sildim, her gece dairelerin çöplerini topladım. İşe başlarken apartmanın yöneticisi beni daire sakinlerine tanıtmak için kapı-kapı dolaştırdı ve her seferinde "Yeni kapıcımız" dedi.
Ben "Eski İstanbullu ve de Osmanlı … bey" (ki, o işe 1. Levent'de iki buçuk katlı güzel bir villa sahibi olmaktan gelmiştim) bundan katre gocunmadım.
Yani mesleklere –bence- bu farfara iki kelimelik adlar yakıştırmak bence saçma bir iş. Adını ali de desen, veli desen adam aynı kalır… yani yapılan iş, aynı iştir.
O zamanlar anaerkiye yeni geçmişim… düşe kalka PEde ilerliyorum. Her belim tutulduğunda "Kafayı bozma, spor salonlarında da kaç kez sakatlandın. Bu bir antrenman… hem de doğal… Rocky'nin yaptığı gibi!" diyorum.
Bu kafa yapım nedeni ile güzel bir geri dönüş de aldım. ;-)
Anlatayım.
Çalışma sürecimde bir hafta fena kar yağdı; her yer buz tuttu. Elde kürek, buzları kırmak, karları küremek zorunda kaldım.
Zorlu görevin üçüncü gününde yanımdan "o hoş bir hanım" geçti: Akşamları çöpünü alırken birbirimize farklı bakışlar attığımız o zarif hanım. Durdu yanımda, gülümseyerek kolay gelsin dedi; bu kez hatırımı sordu. Elindeki torbada bir yağlıboya tablo olması dikkatimi çekti; "Bakabilir miyim?" diye teklifsizce sordum. Tablo kendininmiş, yani ressammış… Resmi elime aldım ve ilk bakışta etkilendim. Resim şahane pastel tonları ile bezeli, zarif çizgiler dolu bir bahar manzarasıydı.
Benim zevkime göre şahaneydi. Kendimi tutamadım: "Tıpkı Fragonad!" dedim. Kendisi inanılmaz sevdiğim bir ressamdır. Sadece renkleri ve fırçası değil; konuları da çok, ama çok anlamlıdır, şimdiki "bizim dünya"ya (anaerkiye) göre de...
Sözlerimi duyunca hanımın gözleri hayretle açıldı… "S-siz" dedi; "siz Fragonard'ı biliyorsunuz!" Hemen ardından pişmanlıkla "Yani tabi bilirsiniz de…" diye ekledi; "ne bileyim, şaşırdım işte."
O günden sonra gece çöpleri atmam sonrası kimi zaman onu apartman önündeki bankta oturur bulurdum. Davet ederse ben de otururdum, ben bir sigara içerken biraz söyleşirdik. :)
Asıl demek istediğim şu: "Kendinize güveniyorsanız" gibi sinir edici lafları etmeyeceğim; yaptığınızı işte (iş her ne olursa olsun) eğlenmeyi beceriyorsanız (bunun için hikaye yazıp kendinizi aldatabilirsiniz de) ve içinizde bir "tamlık" (kişilik bütünlüğü) varsa, ne eleştirilerden gocunursunuz, ne de adam eleştirirsiniz.
Mesleklerine alelacayip adlar takanlar bence gerçekte yaptıkları işi kendilerine yakıştırmayan, daha iyisine layık olduklarını düşünen insanlardır. Bu düşüncelerinde haklı da olabilirler; ama bu yaklaşım, yani duydukları kırgınlık, NE celp eder. Bu yüzden feedback ile, (yani işinden utanmamayı becererek; ki, bu durum hala da daha iyisini araMAMAYI gerektirmez) PE celp edilebilir.
Bu sözleri söylemek adına bu anımı da şuraya iliştiriverdim.:)
O hanımla ne mi oldu? Hayır… samimiyetimiz hiç ilerlemedi. Çünkü evliydi. :) Ama gönlümdeki yeri hala canlıdır.
Aradan yıllar geçti… On yıla yakın... Hatta fazla… Bu gün, Janus olarak kapıcılık yaptığım apartmanın çok yakında oturmaktayım. Ama artık giyimine -dar gelirinin izin verdiği ölçüde- özen gösteren, yaşlı ve "beyefendi" denilebilecek biriyim. Herkes hala beni tanır, selamlarını esirgemezler. Bazen o hanımla da karşılaşırız; ayaküstü konuşuruz. Whatsapp listemdedir ve profil fotoğrafımı her değiştirdiğimde, istisnasız her seferinde, son derece gönül alıcı sözler eder… ruhuma resimlerinden yayılan o inanılmaz güzel hisleri, sözleri ile akıtır.
En kötü şartlarda yaşarken bile açmayı bekleyen tomurcukları canlandıracak bir bahar esintisi vardır sevgili arkadaşlarım. İş ki içinizdeki kötümserlikle ona set çekmeyin. :)
Ama hayır; o hanım hiçbir zaman ilk sergisini açamadı. Eşi beyefendi resim yapmasından, gece geç saatlere dek atölyelerde olmasından hoşlanmıyordu. Yani tam da benim gibi düşünen bir kişiydi. :) Evet… çuvaldızı mideme saplıyorum…
O hanım bugün küçük bir dükkanda ekmek satıyor.