YANIT
Mesajınızı yayınlayıp yayınlamamakta biraz tereddüt ettik ama size buradan teşekkür etmem adına yayınlamaya karar verdik.
Kaygılanmayın; tüm dürüstlüğümle söylüyorum, çok, ama çok zor kızarım. Sosyal kimliğim gerçekten benzersizdir. Gurur duyarım onunla. Yürekten gelen bir anlayışım ve bu nedenle hoşgörüm var. En küçük bir zorlama yok bunun gerisinde. Evrensel dinamikleri çözebilen insanlarda kendi kendine gelişen bir durum bu… Çok da rahatlatıcı… Zaman içinde elde ediliyor. Bence "yaşlı olgunluğu" adı verilen kavramın da çıkış noktası... (Bir ihtiyar olarak bunu iyi biliyorum.;-) )
Ancak iş özel yaşamıma gelince işler bütünü ile değişir. :) Orası, benim oyun alanımdır. Bir kapısı, kapı üzerinde de bir kilidi vardır… kilidin anahtarı da bendedir. Orası imparatorluğumdur ve ben oranın imparatoruyum. Kuralları ben koyarım. Giriş de çıkış da serbesttir, baskıcı bir ülke değildir… ama hala da BENİM yazdığım kurallar çerçevesinde işler. Kurallarıma uymayan “şıp” diye sınır dışı edilir.
Laf açıldı, uzun süredir söylemek istediğim bir şeyi diyeyim:
İmparator-mimparator olmak gibi bir hevesim zerrece yok, bu sözü geri alayım, “kendi ülkesinde bildiği yaşayan Janus” diyeyim, bu Janus ise site aracılığı ile tanıdığınızdan çok, ama çok-çok-çok farklı biridir. Ben bir bilge değilim. Evrenin işleyişi hakkında çok şey öğrendim, kabul ediyorum; ama ederim bu kadardır. Kesinlikle zararsızım, sosyal yaşamımda, iş ortamımda bir beyefendi olmaya, imkanım yettiği kadar şık giyinmeye, edep adap sınırları içinde yaşamaya çabalarım. İnsanlara ve seçimlere yürekten saygılıyım, çaresizliklere ve böylelike düşülen yanlışlara anlayışlıyım... Ama yine de beni yakından tanısanız, gerçekten de şaşıracak, hatta belki de düş kırıklığına uğrayacak olabilirsiniz.
Ben; gerçekte (özelimde) yaramaz, ele avuca sığmaz, sınırları daima zorlamayı seven, genelde kabul edilmesi kolay olmayan işler yapmazsa duramayan, birçok olağan kişi tarafından "azgın" olarak nitlenebilecek (bu sözü o kadar çok duydum ki), ama diğer yandan da kendi halinde, özel yaşamındaki değerleri doğrudur diye başkalarına pompalamayan, kendi sınırları içinde kalmaya özen gösteren bir kimliğim.
Bu yüzden diyorum ki: Beni lütfen kimse kişileştirmesin, sorulara yanıt veren bir odaktan öte nitelemesin; çünkü beni seven bir çok kişi tarafından, onların güzel kalpleri ile giderek yaratılan bu kimlik, benim gerçeğimle ilgisiz. Bana, yürek okşayıcı mesajlar atan kişilerin sözleri tabi ki bir yandan beni çok mutlu ediyor... ama diğer yandan da kaygılandırıyor; çünkü gerçeği yansıttıkları hayli kuşkulu ve bilirsiniz, gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyları vardır. ;-) Bir kez daha rica edeyim: Beni -karakter olarak- gözünüzde büyütmeyin.
Bu konuda bir öykü anlatmak istiyorum; Elizabeth Taylor’un yaşamından, başından geçmiş olan bir olaydan alıntıdır. Çok sene geçti, detayları unuttum, mealen aktaracağım: Taylor sinema dünyasında büyük bir şöhret yakalamıştır sonunda; bir dolu hayranı vardır. O bir aktristir ve bunu sevmektedir.
Bir gün başına bir acı olay gelir (olay bir ölümdü sanırım, unutmuşum). Halk hemen onu bağrına basar, teselli eder. Taylor önce mutlu olur, ancak giderek halk tarafından bir kanatsız melek olarak görülmeye başladığı anlar. Oysa o bir aktristir ve bu noktaya bir savaşçı olduğu için gelmiştir. Giderek bu yeni konumu onu rahatsız etmeye koyulur… çünkü bir melek olmadığını bilmektedir.
Bir gün bir açılışa davet edildiğine bir plan uygulamaya karar verir: Konuşmak için sahneye çıktığında bir fıkra anlatacaktır. Erotik içerikli, sınırları zorlayan bir fıkradır bu.
Gerçekten de planını uygular, sahneye çıkar fıkrayı anlatır (fıkranın nasıl olduğunu unuttum) ve sonunda -fıkraya gönderme yaparak- şöyle bir söz söyler: “Dikkat edin (özür dilerim bu söz için, söylemek zorundayım) boka basmayın!”
Seyirciler ilk saniye şoke olurlar ama fıkrayı gerçekten komik bulanlar kahkahalar atmaya başlarlar, sonra şoku atlatıp fıkranın komikliğini fark edenler gülmeye koyulurlar, son olarak gülenlerden eksik kalmak istemeyenler de gülerler... salon kahkahalardan kırılmaktadır.
Taylor, meleklikten atılmış, yeniden aktrist olmuştur.
Sizinle (sizlerle) güzel şeyler mi paylaşıyor muyum sizce? Gerçekten mi? Sevindim. :) Ben herkesi kızdırdığımı düşünüp biraz üzülüyorum doğrusu. İnsanların acılarına dokunmak tehlikeli iştir. Ve ne yazık ki yanıtlarım genelde o yasak bölgede salınım yaratacak radyasyonlar taşımaktadırlar. Ancak sosyal ve sevilen bir kimlik olmak peşinde değiliz. Biz bir iş yapıyoruz, inandığımız bir şeyi severek ve isteyerek yapıyoruz; doğru yapmak (hata yapmamak) adına ciddi bir hassasiyet gösteriyoruz (yanıtlar yazıldıktan ve redakte edildikten bir süre sonra yeniden bana yollanıyor ve son yüklenmede -hatalı bir laf ettim mi diye- bir kez daha kontrol ediyorum); bu bize yetiyor.
Üşenmek? Hiç üşenmiyorum. Özel olarak benden danışmanlık alan insanlarla da diyaloğum olduğu için pek çok kişi buna şaşıyor. Söz konusu enerji gerisinde bir yetenek değil, bir yapı var: Uykumdan uyanıp (uykumu tam açmadan), gördüğüm bir rüyada aldığım uyarıya göre maji yapıp yine uyuyabilirim. Bir teorinin ana hatlarını belirleyip, başucumdaki kağıda not alıp, yeniden dalabilirim. (Asc ruler Merkür 9. evde Jüpiter trine.) Benim için zor olan bunları yapmamaktır. Bu yüzden sosyal ilişkilerde acınacak kadar başarısızım. Havadan sudan konuşma yeteneğim sıfırdır!
[Hayatımda aile ve arkadaşlık benzeri olağan sosyal ilişkilerin bulunmaması ciddi bir eksiklik. Bu nedenle diğer alemdeki hocalarımdan sürekli azar işitiyor ama inatla değişmiyorum. Kayıplarımı görmeyecek biri değilim. Çok sevdiğim bir arkadaşım var. Önceden öğrencimdi, sonra dostum oldu, bir dolu tavsiyesi de vardır bana. Hem bizim inançtandır ve majisyendir; hem de -bence- ideal ve anaerkil bir aile babasıdır. Diğer yandan lakonik söz etme üstadı bir adamdır. O bana unutamayacağım bir laf etmiş ve demişti ki: “Özendiğim hayatı yaşıyorsun, ama çok şey de kaçırdığını söyleyebilirim.”
Hiç unutmadım bu sözü. İçimde bir yeri dürttü sanırım... ve galiba orada bir yara var. Bu yaşıma dek, tek bir kere, değil bir bebeği kucağına almak, ya da okşamak, dokunma şansım olmadığını söylesem, yukarıdaki sözüm daha da ruh bulacaktır. Üç kez evlendim, tek bir düğün görmedim, kayınpederim, kayınvaldem olmadı. (Eşlerimi de benzerlerimden seçtim.) Gençliğimden başlayarak hayatı olağandan farklı yaşamaya karar verdim. Pişman olmadım. Ama içimde, derinlerde bir nokta biraz örselenmiş sanırım. :) ]
Ayrıca on parmak konuşma hızında yazarım. Yani zorlanarak, büyük özverilerle, kahramanca bir iş yapmıyorum. Rahat olun.
O mesaj sahibi -bize göre- hatalıydı… Evet. Acaba bunu anladı mı?
Bilemem ki?
Ama anladığını sanmıyorum; çünkü acıdır ki, ben dahil, insanların değişmesi çok zordur.
O zaman neden bildiklerimi SORAN OLURSA bıkmadan yansıtıyorum?
Bunun nedeni basit: Sözler, beyinde bazı alanlar meydana getirirler. Bunlar ana beyin yapısına göre ya kullanılır, ya kullanılmazlar. Kullanılmayanlar zamanla dağılırlar. Ancak eğer sözler gerçeklikten (gizli ama ana evrensel yapıdan) paylar taşıyorlarsa yarattıkları alan dağılmaz, sadece gömülür; çünkü sözü duyan kişi bunun bilincinde olmasa da, KURAL OLARAK her bir canlının beyninde gerçek evren ile (cennet ile) bağ vardır. Bu yüzden gerçeğe gönderme yapan söz, o alanın koruması altına alınır (senkronize olur).
Kişi gün gelir değişir, gerçeğe doğru adım atar. Bu kaçınılmazdır. Ama o anda kendini yalnız ve savunmasız bulabilir; çünkü yepyeni, farklı ve tanımadığı bir yerdedir. İşte sözlerim (ve aynı minval üzere olan diğer bilgiler), o anda gömülü oldukları yerden çıkarlar ve yeni-yeni yürümeye başlayan o kişiye koltuk değneği olurlar.
Bizler, bizim dünyamızda yürümeye başlayan herkesin elinden tutmayı seviyoruz. Burası çok eğlenceli ve burada hepimiz oyunlara dalmış şen çocuklarız. Birlikte eğlenecek ne kadar çok arkadaş olursa, ortam o kadar şenlenir. :)
Mesajınız ve inceliğiniz için çok teşekkür ediyorum üstadım. Bir fizikçinin bana bu sözleri söylemesi ne kadar mutlu etti beni... gerçekten tarif edemeyeceğim. Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Kelimeleri bazen yetersiz kalıyor. Sağ olun hocam.