722 Sistemi Majikal Eğitim
Pozitif Enerji Eğitimi
Astroloji Eğitimi
DANIŞMANLIK
SİTEYE ÜYE OLUN
Güncellemeleri hemen haber alın,
üyelere özel sayfalara girin.
ÜYE GİRİŞİ

BU SAYFAYI PAYLAŞIN! >>

Majikal Eğitim Alın | Eğitimin Programını İnceleyin

JANUS'A SORUNUZU İLETİN!

JANUS

SORULAR ANA SAYFA | TÜM JANUS SORULARI

Maji | Pozitif/Negatif Enerji | Kuantum ve Bilim | Ezoterizm | Ruhsal Sorunlar | Reenkarnasyon/Ölüm Ötesi/Rüyalar | Astroloji | Fal/Tarot
Müslümanlık | Farklı İnançlar | Yaşam ve İlişkiler | Özel İlişkiler | Janus

SON EKLENEN SORU        |        TÜM SORULAR        |        JANUS'A SORUNUZU İLETİN!        |        ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

24 Mayıs 2021
Janus günlük yaşamda kişi ve olaylara nasıl bakar?

Janus'un bir günü nasıl geçer yani günlük yaşamda karşısına çıkan kişi ve olaylara nasıl bakar bunu da oldukça merak etmekteyim.

Kaçta yatıp kaçta kalkıyorsun, sanırım bu da çok önemli?

Editörün notu: Yukarıdaki iki cümle, iki ayrı kişiden gelen, iki ayrı sorudur.

YANIT

Günüm sabah 5-6 arası başlar. Gözümü açıp tuvalete gittikten sonra yeniden yatağa girer, yanımdaki laptop'u açar ve an bazında teorilere gömülürüm. GömülürÜZ demek daha doğru, çünkü arkadaşlarım bilgisayarları başında beni beklemektedirler.

Okunacak raporlar, çıkartılacak ve arkadaşlarımla paylaşılacak özetler, onlardan gelenlerin değerlendirilmesi, vereceğim görevler, gelenleri değerlendirmek, yeni projeler hakkında karara varmak ve okumak (öldürün beni :) ama roman değil rapor okuyoruz. :) ), yazmak benzeri olan en ağır beyin çalışmaları bu saatlerde –beynimiz dinlenmişken- yapılır. 10 gibi evden çıkar, bebeğimi bir saat tasmasız şekilde arkadaşları ile uzun yollarda yürütürüm.

[Sevgili pet sahibi kardeşlerim: Petlerin boynuna kayış geçirip, hayvanları gırtlaklarından çekiştirmek, onların koşma gereksinimine engel olmak, korumak adına eve kapatarak özgürlüklerini kısıtlamak hayvanseverlik değil, zalimliktir. İddia edilen "koruyuculuğun" hayvanın ömrünü kısalttığı görülmeldir. (Benim bebek 15 yaşındadır. :) ) Ayrıca -lütfen inanın- bir canlıya işkence etmenin ciddi olumsuz geri dönüşleri olacaktır.

"O benim herşeyim, bir şey olacak diye korkuyorum", ya da "Trafik bilinci yok", hatta "Ne yapayım kaçıyor" (bu lafları çok duydum, ve yanıtım hep "yasaklama ile koruma farklıdır, kısıtlama tembel işidir, hayvanlara çok şey öğretilebilir, sadece tutsak olan kaçar" oldu) ve benzeri sözler geçerliliği olan argümanlar değilerdir. Altı aylık özverili çaba ile -özellikle köpeklere- sahibini izleme eğitimi vermek mümkündür. Diğer köpeklerle koklaşarak, kimi zaman çatışarak çevresinde "bireysel alan" yaratmasına izin verilmesi hem hayvanı, hem sahibini "tasma eziyetinden" koruyacaktır. Böylesi bir sürece girmeye istekli olmayanların, ya da yeteneği bulunmayanların -özellikle büyük köpek ırklarını- sahiplenmemesi onları ciddi ölçüde NE envokasyonundan koruyacaktır.

Kimse kusura bakmasın, bu kısıtlamaları "Sana değil, çevreye güvenmiyorum" diyerek kızının ya da hanımın özgürlüğünü kısıtlayan erkeklere, ya da Rapunzel'i "Sana her şeyi veriyorum" iddiası ile kuleye kapatan annesine benzetmekten kendimi alamıyorum.

Parklarda birçok iyi insanın, çok sevdiklerine emin olduğum petlerinin boyunlarına deri kayışlar geçirip –kimi zaman acımasızca- çekmelerine bakıyor üzülüyorum. Bu tavır bütünü ile –kaynağı emperyalist batı kültürü olan- bir hatanın alışkanlıkla, FARK ETMEDEN, uygulanmasından başka bir şey değildir.

Küfür edeceğim, isterseniz alttaki cümleyi okumayın:

Kimi allahın cezası herifler, bir de KAFES EĞİTİMİ diye bir zalimlik icat ettiler! Hayvanları resmen evde KAFESE KAPATIYORLAR!

Neredeyse 30 senedir (1-2 kez dışında, ki, o da çok kısa sürdü) kimsenin alanına girmedim. Bir gün ahlakı bozarsam kadınlara, çocuklar ve HAYVANLARA işkence edenler için olacak. Bu öylesine hassas olduğum bir konu ki, iki değerli hanımefendi ile -sadece bu yüzden, yani petlerine kötü davrandıkları için- yakınlaşma olanağıma tek taraflı son verdim. Öyle bir ortamda NE envoke etmememe imkan yoktu.

Senelerce aynı hatalara ben de düştüm. Kedileri eve kapattım, köpeklerime tasma taktım. Bir gün, bir olgun kişi, bir köpek sahibi, beni bilgilendirdi. Bu bölümü -hepinizin petiniz olduğu için sevgi dolu insanlar olduğunuzu, yani size kolay ulaşacağımı bildiğim için- aynı bilgi paylaşımı ve "uyandırma"yı var etmek adına yazdım. Sevgi ve bilgi, çok şeyi becermemize neden olacak güçlerdir sevgili arkadaşlarım.]

Bebek ve arkadaşlarının (bizim çetenin) bir bölümü... :)
Bu fotoğraflar farklı zamanlarda çekildi ve 100'e yakın sayıda benzer foto var.
Günlük uzun yürüyüşlerimizde (otoyollar aşar, değişik mahallelere gireriz) farklı köpek grupları ile karşılaşıyor ve bu sudden encounter'ları
%99,9 oranında kazasız atlatıyoruz. :D
Bir otorite figürü (pet sahibi) gözetimindeki karşılaşmalarda, koklaşmalar ve anlaşmalar kolayca sağlanıyor.

Bu fotolardan da onlarca var. Yalnızsak el-ele uyuruz. :D
Patisini elimin üzerine koymadan uyumaz. O uyuyana dek laptopta tek elle klavye tuşlarım. :)

Ardından ofise gelir, site üzerinde çalışmaya başlarım. 12-1 gibi kahvaltı ederim (çok berbat bir alışkanlık, biliyorum). Benim farklı bir işim daha vardır, kahvaltıdan sonra onun üzerinde çalışmaya başlarız. Kimi zaman –nadiren- danışmanlık öğrencilerimle randevum olur.

Senelerdir “17:30da dünya durur, sistem kapanır, ilk biram açılır” derdim; artık korkarım ki vakit yetişmiyor. Yine de elimden geldiğince bu "bira açma saati"ne uygun davranmaya çalışıyorum. Saat tam 19:00da akşam yemeğimi yerim ve ya bir arkadaşım gelir, ya da yeniden ikinci işim ile ilgili çalışmaya başlarız. Bu iş, haftanın iki günü geç yatmamı gerektirir. Bu yüzden haftanın iki günü erken kalkıp araştırmaları sürdüremem.

Eskiden gecelere akardık… Pek sevmesem de hızlı bir gece hayatım vardı. Bir yıldır bu durum sona erdi. Salgın biterse yeniden başlar mıyım? Korkarım ki farklı bir düzen kuruldu. Bir şarkının dediği gibi "alışmak sevmekten zor" bilirsiniz. Salgından sonra müzisyenler ve mekan sahipleri ayakta kalabildilerse ve mesleklerini sürdürebilirlerse bilmem neler olacak...

Bu kadar çalışmak, değim yerinde ise "işkolik olmak" iyi bir şey midir? Emin değilim. Ben rahat ve mutluyum… ama bu yaşıma dek edindiğim bilgiler yaşamımın dengesiz olduğunu fısıldamıyor, haykırıyor… yani ben de niceleri gibi sürekli hata yapan biriyim.

Olaylara (insanlara) nasıl yaklaşıyorum?

Bu konuyu özetlemek için kısa süre önce bir hanım arkadaşım ile yaşadığım bir olayda söylediğim sözleri aktarayım: Bir konuşma sırasında hanım arkadaşım bana “Kadınlar kavga eder, hem de iyi kavga ederler” mealinde bir söz etti ve beni delirtti. :) (Kırmızı çizgi değil, çok az sayıda da olsa kırmızı noktalarım vardır ve onlara dokunulduğunda sağlıksız bir öfkeye kapılabiliyorum.) Bu saçma sapan ruh hali içinde ona “Biz erkekler kavga etmeyecek diyoruz, kadın nasıl kavga edermiş?” benzeri sudan bir laf ettim. Sonra kendimi toparladım ve şu sözleri söyledim (sanrım bu sözler, insanlara ve olaylara yaklaşımım hakkında bilgilendiricidir): “Kavga varsa NE celbi vardır. Ben, söz ettiğin kavga eden kişilerle aynı hayatı yaşadığım halde son –belki de on yıl içinde- (özel hayatım, hanımlarla ilişkim dışında) hiç kavga etmedim. Buna yemin edebilirim! Ben de sokakta herkesle aynı yollardan geçiyor, benzer insanlarla iletişime giriyor, aynı havayı soluyorum. Benim yaptığımı kadınlar mı yapamayacak?”

Üstelik –burası önemli- daima sınırları zorlayacak şeyler yapan, olağandan farklı yaşayan, çizgi dışı, birbirini tanımayan pek çok kişinin (en çok da beni yakından tanıyan kişilerin) ortak şekilde “azgın” olarak (tam da bu sözcük ile) nitelediği biriyim. :)

Hala da kavga etmiyorum!

Düşmanım gerçekten garip şekilde yok. (Gizli olanları bilemem. Ama bunca yıldır ortaya çıkmadıklarına göre pek de var sayılmazlar. Onlara ketum tutumları nedeniyle teşekkür ediyorum. )

Farkım –bence- sadece ve sadece şudur: Evrensel dinamikleri öğrendim, bu nedenle en doğal şekilde bu bilgi muvacehesinde davranıyorum.

Yine altını önemli çizmek isterim: Azgın demeyelim de, “hızlı” sözcüğü ile nitelenebilecek bir kimlik, KESİNLİKLE toplum tarafından dışlanacak biri demek DEĞİLDİR; çünkü hızlı ve farklı olanlar DA, olağan yaşamda mutedil, anlayışlı, yardımsever, hoşgörülü bir kimliğe sahip olabilirler. Yaşam modeli ile kişilik modelinin aynı şey olduğunu sanmak büyük hatadır. (Örneğin "dinsel bakış açısı ile, dinsel görevleri yerine getiren her kişi PE celp eder" ya da "Her satanist NE celp eder" benzeri tanımlalar gerçeği yansıtmıyor olabilirler.) Bu gerçek Yahudilik ile gizlenmiş; Müslümanlığın içrek bilgilerinde insanlara sunulmuştur.

"Hızlı" denilebilecek hayat, erdemlerle çok da başarılı şekilde karılabilir. Aslında yaşamdaki (benim sadece uzaktan görebildiğim) ultimate aim, “dünyasal güzelliklerle erdem eşliğinde yaşamak”tır. Ancak asıl söylem şudur: “Dünyasal güzelliklere (ki, ben bu kapsama "hızlı ve sıradışı hayat"ı da katıyorum) ANCAK erdemlerle ulaşabilir”.

Yaşıma göre değil, 30lu yaşlardaki nice erkeğe oranla sıradışı bir hayatım var.

Peki çok mu erdemliyim? Belki…

Yerine, şöyle söyleyeyim:

Farkım –eğer varsa- iyiliğe inanmak ve onun verdiği güçle FRENE BASABİLMEKTİR.

Basite indirgeyelim: Aracını hızlı sürmeyi sevmek ile, sahil yolunda yarışmak farklıdır. Maharet, her ne kadar aracınız hızlı olsa da, her ne kadar hız tutkunu olsanız da, ciddi bedeller ödeyip, önemli fedakarlıklarda bulunup, sık sık İSTEMEDİĞİNİZ ŞEYLERİ YAPIP, aracınız ile gazlayabileceğiniz uygun ortam bulmaktır… hatta YARATMAKTIR. Bu başarıya ise erdemlere dokunmadan (anlayışlı, hoşgörülü, güleryüzlü, sabırlı, efendi, paylaşımcı, saygılı, alçakgönüllü, yardımcı vb. vb. olmadan) erişemezsiniz. Size özel güvenli pist, andığım erdemlere –dokunarak da olsa- temennah ederek inşa edilir.

Bu yaklaşım "erdem kumkuması olmaya kendini zorlamak"tan (ve sık sık bunalıp, isyan etmekten) farklıdır. Bu yaklaşım, yolun sonunda size özel ödüle (en-en-en çılgınca isteğinizin size beklediğine) İNANMAK ve bu inancın verdiği GAZLA, FRENE BASMAK anlamındadır!

["En çılgınca istek"in gerçekleşmesinin mümkün olduğunu takyonlar teorisi ile savunmaktayız. İlahi bir güç ya da, bilinçsiz bir pozitif kuantum alanı ile senkronizasyon, makroya takyon sızıntısını sağlayacaktır. Takyonlar hakkında detaylı bilgi edinmek için Tutsak Evren ve Sınırın Ötesi adlı kitabımı okuyabilirsiniz.]

Herkes en çılgınca isteğine erişebileceğine, onun kendisine ilahi bir güç tarafından verilebileceğine inanırsa, bu gerçeği görürse, frene basabilir, pek istemediği, onu biraz zorlayacak şeyleri yapabilir. İsteğinize kavuşacağınız inancının verdiği şevk, sizin frene basmanıza neden olacaktır.

[Müslümanlığı bu denli destekleme nedenimiz –başka hiçbir din ve inançta yer alamayan- bu bilgidir. (Paganizmde erdemler her zaman Müslümanlıktaki kadar ön planda değildir. Pagan pozitivite daha çok doğallık ile eş görülmektedirler. Bizler ise erdemler konusunda Müslümanlığa yakınız.]

Erdem konusundaki hassasiyetimize karşın –dediğim gibi- gökten inmiş kanatsız bir melek değilim, bilincimin yapısına paralel olarak celp ettiğim münasebetsiz insanlarla karşılıyorum. Bizim sistemimizde –yine Müslümanlığa paralel olarak- bazı durumlarda karşı koymak da gereklidir. (Ebu Hureyre'den hadis: "Güçlü mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir.") Ancak maharet bu “karşı koyma” eyleminin yapısı ve ölçüsünü iyi tayin etmektir. Sanılanın aksine, "kaza" ile yüzleşilen ve karşı koyulacak olaylar son derece az sayıdadır. Yani Müslümanlık da, bizim naçizane sistemimiz de, bir “diğer yanağını çevir” felsefesi değildir. Bize göre hz. İsa’nın öğretisinin yumuşak karnı burasıdır.

Özetle; eğer ben –gerçekten- azgınca ;-) yaşıyorsam, kendimi gerçekten saklamadan, riyaya başvurmadan, MANTIK ÖLÇÜSÜNDE gerçeklerimi söylüyorsam, hala da toplumsal tepki ile karşılaşmıyorsam, ben, en normalinden bir adem olarak, biraz ek bilgi ile bunu yapabiliyorsam, bu yapılabiliyor demektir.

[Kendimi anlatma nedenim, reklamımı yapmak değil; Yahudilik etkisi ile gizlenen, gerçekdışı sanılan, "hem yerleşik normlara yabancı, hem de genel tarafından benimsenebilir olmak" şeklinde niteleyebileceğim bir yaşam modelinin uygulanabilir olduğunu pratikte göstermektir. Mesajım; yaşamını sıkıcı bulan, bundan boğulan kişilere çıkış yolunun varlığını kanıtlamaktır.

Hepsinin ötesinde yaşlılık (bu duruma işter "yaş alma" deyin, ister "ihtiyarlık", sözcüklere takılmayalım) gençlikte yüzleşilenden daha fazla engellemelere neden değildir. Yaşlılık (eğer PE sahibi iseniz, eğer hatalı düşünme biçiminiz geçen yıllarla çok şey yitirmenize neden olmamışsa) ek ve gerçekten benzersiz bir güç vermektedir. Yaşamda kural ve kesin şart yoktur. Yaşamı, kaderinizi, çektiğiniz enerjilere göre biçimlendirirmektesiniz.]

Diğer bazı kişilerin yapamama nedeni onların yeteneksizlikleri değil, yanlış bilgilerle yaşamaları… biraz daha açık olayım: “Onlara yanlışların doğru olarak öğretilmiş olmasıdır.” İnsanlar; yani siz, ben ve bu cümlelerimi okuyan herkes, ürkmediği zaman, alıştıklarına ters olsa da kendine zarar değil yarar sağlayacak olana dostluk gösterebilir. İnsanlar, sanılan çok-çok daha anlayışlıdırlar. Bizleri geçimsiz kılan –herhangi bir konudaki- kaybetme korkumuzdur. Bu korku tek taraflı –BAZI ÖZVERİLERLE, yani bizim sistemin "istenmeyen şeyleri yapmak" sözlerimizdeki gibi- giderilirse, karşı taraf da gardını açacak ve kavuşma yeniden tesis edilecektir.

Evrendeki her acının temelinde korku vardır. İnancımızda korku bir varlıktır, bir duygu değil. Bu varlığın obsesyonu ile korku denilen duygu doğar. Anılan nedenlerle korku yenilirse, erdemleri üstlenmek son derece kolaylaşır. Erdemlerin ifasının bize güç gelme nedeni korkumuzdur (kimileyin korkunun çocuğu olan öfkemizdir).

Korkunun en kolay yenilme nedeni ise "dız-dızlamak" şeklindeki (buna "düşünüp durmak" ve/veya "felsefe yapmak" diyelim) beyin süredurumuna nihayet vermek ve rahatlamaktır.

Rahatlamanın en kolay tanımını düşüncelere bir süreliğine ket vurup evrene dağılmak olarak verebilirim. Meditasyon ve -anlayarak, ya da anlamadan- Arapça dua okuyarak kılınan namaz aracılığı ile söz ettiğim dağılmaya ulaşmak mümkündür.

Yeri geldi, Müslümanlık hakkında iki laf edeyim.

Namaz, aslında dişil şeklide tanımlanan ve paganizmde de kutsal olan bir taşa "Hacer-ül Esved'e" dönerek ifa edilmektedir. Bu taştan evrene yayılan bir EM nabız atışı vardır. Namaz olayında bu gerçeğin getireceği faydalar da göz ardı edilmemelidir. Aynı nedenlerle Müslüman olmayan ama meditasyon yapan kişilerin Kıble yönüne dönmesinde büyük yarar olabilir. Bülent Kısa da aynı görüşü paylaşmıştır ve namaz kılan insanların söz ettiğim nabız atışını günde beş kez almaları nedeni ile "kanlı canlı ve gürbüz" insanlar olduklarını iddia etmiştir. Sözler ve "EM nabız atışı teorisi" kendisine (Bülent Kısa'ya) aittir.

Bazı araştırmacılara göre Kıble adı, Ana Tanrıça'nın Anadolu versiyonu Kibele'den gelmektedir. (İyicil Yaratıcının bir anne veya dişiye benzetilmesi gerisinde İlk Çağ beyin yapısı ve bilgi birikim miktarı olduğu fark edilmelidir.) Bu ve onlarca benzer düşünce (örneğin muhteşem cennet ağacı Tuba'nın dişi olması) Müslümanlığın İÇREK yapısının paganizme benzerliği, daha doğrusu "köhnemiş pagan inancın, çağa uygun modernize edilmesi olduğu" hakkındaki teorileri güçlendirir gibidir.

[Cennet ağaçları ve Cennete yaşarken girenler konusunda detaylı bilgi edinmek için Ab-ı Hayat'ın İzinde: Mitolojiler ve Dinlerin Kılavuzluğunda Ab-ı Hayat Arayışı adlı kitabımı okuyabilirsiniz.]


ANA SAYFA    |    Sorular    |    Astroloji    |    Kuantum    |    Ezoterizm    |    Filmlerimiz    |    İletişim

Dizayn: JANUS722.com    |    © 2015 -