722 Sistemi Majikal Eğitim
Pozitif Enerji Eğitimi
Astroloji Eğitimi
DANIŞMANLIK
SİTEYE ÜYE OLUN
Güncellemeleri hemen haber alın,
üyelere özel sayfalara girin.
ÜYE GİRİŞİ

BU SAYFAYI PAYLAŞIN! >>

Majikal Eğitim Alın | Eğitimin Programını İnceleyin

JANUS'A SORUNUZU İLETİN!

JANUS

SORULAR ANA SAYFA | TÜM JANUS SORULARI

Maji | Pozitif/Negatif Enerji | Kuantum ve Bilim | Ezoterizm | Ruhsal Sorunlar | Reenkarnasyon/Ölüm Ötesi/Rüyalar | Astroloji | Fal/Tarot
Müslümanlık | Farklı İnançlar | Yaşam ve İlişkiler | Özel İlişkiler | Janus

SON EKLENEN SORU        |        TÜM SORULAR        |        JANUS'A SORUNUZU İLETİN!        |        ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR

22 Kasım 2021
Sizin için özel olan yerleri merak ediyorum..

Selam Janus ve ekibi, yeniden bir arada olmak ne kadar güzel bir duygu! Çogunlukla sessiz bir ögrenci olsam da her gün siteyi ziyaret etmek en büyük keyiflerimden biriydi. Kaybettigim bir parçami bulmus gibi hissediyorum :) Size hep sormak istedigim bir sorum vardi. Hayatinizda su ana kadar yüzdügünüz en güzel su/deniz/yer neresiydi? Sizin için özel olan yerleri merak ediyorum.. Bir su asigi olarak bana deneyimlemek için tavsiye edebileceginiz bir yer/yerler olursa çok mutlu olurum. Sevgiler :)

YANIT

Merhaba sevgili öğrencim, arkadaşım… kendini her nereye koyuyorsan…:)

Bu "severek" değil (her soruyu severek yanıtlıyorum), "çok-çok severek" yanıtlayacağım bir soru. Öğrencilerimin zevklerimi, eğilimlerimi, yaşamımı merak etmesi beni onurlandırıyor, ayrıca itiraf etmeliyim ki, kendimden söz etmeyi de seviyorum. Ama yanlış anlama, bunun nedeni güçlü bir altyapı (kendi bilgilerim, kendim, geçmişim) temelinde bilgi verebilmek… yani kendimi anlatırken, sanki daha kesin, gerçekliğine daha bir emin olduğum bilgiler verebilmek…

20+ yıldır varoşta, dar gelirli olarak yaşasam da, çok zengin bir ailenin çocuğu olarak doğdum. Özlü sözdeki gibi ağzımda altın kaşık ile dünyaya geldiğim söylenebilir. Yazları Boğaziçi'nde bir yalıda büyüdüm. Anlayacağın Boğaz çocuğuyum. Yüzücüler gibi yüzer (kelebeğim zayıf), dalar, ama bir metreden denize atlayamam. :D Boğazda büyümem nedeni ile "kıçtan takma" Seagull motorlu sandalımla defalarca Karadeniz'e açılma çılgınlığım da vardır.


Sevgili sandalım. Balkonun önünde beni beklerken uyukluyor.

Sandal sahibi olmam 1.5 metrelik fiberglass ("banyo küveti" adı takılan) sandalcıkla başladı. Günlerden bir gün, birlikte büyüdüğümüz Ergin ile evden kaçarak (çünkü çılgın projemiz için ailelerimizden izin koparamamıştık) Karadeniz'i bu sandalla geçmeye karar verdik. Böylece kısa yoldan şan ve şerefe ulaşacaktık. Çikolatalar, gofretler ve şekerlemeler ile "kumanya" düzüp, açlığa karşı kendimizi güvenceye alarak(!) Karadeniz'e doğru yola çıktık. Sarıyer açıklarında karnımız acıkınca biraz kumanyaya el atmaya karar verdik… hepsini kısa sürede bitirdiğimiz için Rumeli Feneri'nden denize ilginç içsel çıkarımlarda bulunarak zar zor eve döndük.

Ahşap sandala geçtiğimde ise asıl başarının Karadeniz'i aşmak değil, Karadeniz'e ulaşabilmek olduğunu anlayacak olgunluktaydım artık. :) Ve de daha ilerdeki yıllarda Boğaz Karadeniz'e açılırken Avrupa yakasındaki (Büyük Liman'dan sonraki) gizli koya varmak, orada güzel bir gün geçirip, salimen eve dönebilmek olduğunu…

İşte benim yüzdüğüm en güzel deniz o gizli koydur.

Hayır efendim; orada kaç kere -o zamanlar çok popüler bir film olan- The Deep filmindeki Jacqueline Bisset'ye benzeyen kız arkadaşımın denize tamamen çıplak dalarken kendisini deniz gözlüğü ile izlememe izin verdiği için değil… ;-) Orası bana Fransız'ın Koy'unu hatırlattığı için!..

Fransız'ın Koyu, çocukluğum boyunca babam tarafından "sitayişle" anlatılan Daphne du Maurier'ye ait bir aşk romanıydı. Romanı kitantik'den (sahaftan) satın alabilir; İngilizce özgün kitabı bookfortoday'den zip şekilnde indirebilirsiniz. (Sakın ola romanın filmini internette aratıp izlemeyin, kalbimi kırarsınız; pek çok Hollywood "based on a book named"i gibi film rezalet ve romanla ilgisi yok. O gam kasavet dolu filmin, kitabın romantik, şen ve duygu dolu ruhunu paçoz ettiğini rahatça söyleyebilirim. Bu da bir NE envokasyonu yoludur sayın yapımcılar!)

[Film yapımcılarını ve senarsitleri gençlik dönemimin eğlence dolu James Bond filmlerini karanlık ve adamı gerici hale sokmaları; hatta ve hatta Batman'i drama çevirmeleri için kafaya alan Kova Burcu Çağına kırgınım. :D
]

Ergenliğimde romanın İngilizcesini okuma fırsatım oldu ve babamın onu neden bu kadar sevdiğini anladım. Hala da 4-5 yılda bir yeniden okumayı adet haline getirmişimdir. (Evet efendim; romanlar eğlenceli ise ben de kitap okurum. :DD )

[Küçümseme ve alay "bot is on"; buyrun, alayınızı edin, vız gelir, söyleyeceğim: Kafam bir şeylere çok kızmışsa, ya da elektrikler kesikse, Barbara Cartland romanlarını okurum. Annemden verasten intikal bir sürü paperback Cartland romanım var.

Yeri geldi, erkek arkadaşlara bazı şeyler fısıldayayım: Hanımlardan gelen "Nasıl daha seksi oluruz?" mealindeki sorulara (Anton La Vey'in sözleri ile yanıt verir ve "Kız arkadaş önerilerini kös dinler gibi dinleyin; erkek dergilerindeki kadınlar gibi olun" derim. Şimdi de hemcinslerime diyorum ki Cartland romanlarındaki erkeklere benzeyin. ;-) O kimlikler –tabidir ki kural değil ama- pek çok kadının çekici bulduğu bir modeli içerir. O romanlardaki erkekler benim gibi cavalacoz değil; soğuk, mesafeli, kimi zaman hafiften sorunları olan, güçlü, iktidar sahibi… ama iyi seven, kadını iyi taşıyan, gerçekte çok da ateşli adamlardır. Bence bu karışım pek çok kadına çekici gelir.

Lafa yekun çekmeden bir de çıkarım yapayım: Bence kadınlar tabi ki piçleri sevmezler, "aşk romanı kahramanı" şeklinde adlandırılabilecek erkeğin vereceği tatmini içgüdüsel şekilde aradıkları, ama böyle bir adem bulamadıkları için fark etmeden hatalı seçimler yaparlar. Yani kadınların arada yanlış ata oynama nedeni, romanlardaki erkek tipinin çevrede "koydunsa bul" adedine olmasıdır.
]

Romanda korsanlık yapmayı seçen asil bir Fransız ile onun soyup soğana çevirdiği İngiliz kıyılarındaki şatolardan birinin sahibesi olan, evli ve iki çocuk annesi olsa da maceracı bir ruh taşıyan (bana hanım öğrencilerimin pek çoğunu andıran) bir lady'nin yasak aşkı anlatılır. Korsanın ele geçememesinin nedeni, söz konusu sahillerde kimsenin bilmediği bir koyu keşfetmiş olması ve oraya saklanarak paçayı kurtarmasıdır.

Boğazdaki gizli koyu keşfetmem ise günlerden bir gün benim kayık değil, babamın Rondo adlı sürat teknesi ile olmuştur. (Ergenliğimde beni Teşvikiye caddesi ortasında TV anteni ile döven babamla karşılıklı özveri ile yıllar içinde acayip iyi iki arkadaşa dönüştüğümüzü eklemeden duramayacağım. Ebeveynlere/evlatlara "ilerdeki" yıllarda ikinci bir şans verin; çok güzel dostluklar bulacak olabilirsiniz.) Kendisi koya girer girmez transa geçmiş gibi "Burası Fransızın Koyu" deyiverdi. Biz de o koya "Fransız'ın Koyu" adını veriverdik.

O minik koy bütünü ile gizli idi; denizden tekne ile geçerken orada bir koy olduğunu anlamak zordu. Zaten bu yüzden Büyük Liman'ın kalabalığına karşın, orası bomboş olurdu. Yedi metrelik tekneyi kolayca kıyıya yaklaştırmak mümkündü ve karadan oraya gelmenin yolu yoktu; çünkü kısa kumsalın gerisi sarp kayalardı.

Bilmem hala duruyor mudur; yoksa "anayola bağlama" yaklaşımı ile ortam değişmiş midir? Söz ettiğim anıların, bundan kırk sene öncesine ait olduğu unutulmamalı.

Denizlerin hepsi güzeldir tabi ki; ama bana sorarsanız Boğaz bir başka güzeldir. Nice şarkının temasının Boğaziçi olması buna kanıt değil midir? Ben belki de çocukluk alışkanlığı ile sahil kentlerini hiç sevemedim. Kumsal, kum, sakin deniz ("kahrolsun çırpıntılar" öyle değil mi sevgili Füsun?:-) ), tepede parlayan güneş şahane şeylerdir; ama bizler Ekim sonuna dek deniz üzerinde kalmaya, Karadeniz dalgaları ile boğuşmaya, sürekli ıslanmaya, teknenin her dalgaya baş verdiğinde havalanmasına, ardından "küüüt" diye düşmeye alışmışız. Yalı balkonundan atladığımızda ayaklarımızın atında yosunlu taşların olmasına… Balkondan denize her baktığımda o yosunların arasında şirin yengeççikleri, zarif zarganaları ve arada salınarak geçen denizanalarını görmeye de…

Sakın bu satırları okuyunca "ıyhh, iyreennçç" yapmayın: Küçük yengeçlerin insanı ısıracak kadar ne güçleri, ne istekleri vardır. Tehlike, sizin onların üzerine basmanız ve canlarını yakmanızdır. Ancak bu da olasılık da düşüktür; çünkü onlar kaçmaya programlıdırlar. Zarganalar zaten ısıramazlar; onlarla başınıza gelecek en korkutucu olay size dokunmalarıdır (ki, bu da çok çok küçük bir olasılıktır). Böyle biri durum ile karşılaşıldığını varsayın, elinize hiç ayıklamak için ölü balık almadınız mı? Ölü balık cesettir, bu zarganacık canlıdır hala… Denizanalarından ise korkulacak hiçbir şey yoktur; bilim, onların sanılandan çok daha yoğun bilinç ve görüşlerinin olduğunu ortaya koymaktadır. Denizanaları, bizim inancın en kutsal kavramlarından olan deniz ve anne adlarının kendilerine verileceği kadar kutsaldırlar. Orijinal adları olan medusa ise Yunan mitolojisine göre ataerkil kahramanlarca sonu getirilmiş anaerkil bir soydur. En ünlüleri yılan saçlı olarak tanıtılan Gorgon'dur. Buradaki kötüleme çabası, anaerkinin en önemli iki kavramı olan saç ve yılanı hedef almasından belli değil midir? Denizanalarının arasında yüzmek bir ayrıcalıktır ve olsa-olsa hayr verir.

Özetle; herkesi denizin canlı olduğu yerlerde yüzmeye davet ediyorum. Böylece yaşamın doğduğu yer (yaşamın annesi) olan denizin ruhu ile çok daha yakın olacaksınız. Majisyenseniz hemen bir küçük ritüel yapıverin, ya da Müslümansanız, bir dua okuyun; en azından tanrıya size bu şansı verdiği için şükranlarınızı sunun. (O hep şans verir, aslında bu cümlenin doğrusu "Bu şansı engellemeye çalışan NEden sizi koruduğu için sükranlarınızı sunun" olmalıdır.) İnançsızsanız evrene ya da deniz canlılarına bir beyin radyasyonu (foton) yollayarak selam edin.

Eğer tekneniz varsa –hala duruyorsa- Fransız'ın koyuna bir uğrayın. Böyle bir durum gerçekleşirse bana ve babama, ya da eski günlerde burada yaşananlara –tıpkı Halikarnas Balıkçısının ünlü "Merhabaaa"sı gibi- bir "Merhaba" çakın. Söz ettiğim romanın başında roman kahramanı Dona'nın şatosu harap halde olsa da, onun ve korsan sevgilisinin aşklarından izlerin kaldığı ve burayı bulan denizcilerin bu eski yaşanmışları arada "görüm" şeklinde algıladığı yazılıdır. Kim bilir, bakarsınız siz de benim geçmişimden esintileri, izleri arada parlayan bir yakamoz gibi görürsünüz. (Böyle bir mucize olursa ve ailenizleyseniz, çocukların gözlerini kapamayı unutmayın, ne de olsa o yaz The Sea, Sex & Sun şarkısı hitti ve pilli "teypte" sürekli çalardı. :D) Parçanın hoş görünümlerle ;-) dolu modern versiyonu da burada.)

Bu kadar batılı takılmaktan hoşlanmayan arkadaşlar için ise şöyle diyeyim: Bakarsınız orada hala "Geçmiş gecelerden biri durmaktadır derinde".

"Bir su asigi olarak"
Denizi ve suyu sevmen çok güzel bir şey… :)

Ezoterik açıdan bakarsak anaerkideki TÜM Ana Tanrıçaların deniz tanrıçası olarak ifade edilmeleri çok şey anlatır. Deniz, yaşamın doğduğu mekandır. Ana tanrıça da İlk Çağ paganizminde yaratıcı güçtür. Eşi (Baba Tanrı) devreye ikincil olarak girer.

Kuantum mekaniği açısından beyindeki su ile dalga fonksiyonun olumlu çöküşü arasında bağ vardır (bu su, solitonları düzenlemektedir).

Ayrıca deniz suyunda şifalı özellikler olduğu hakkında pek çok da araştırma var. Denizden çıkınca hemen duş almak doğru bir iş değil. Geçmişte bir kıyı kentine tatile giderken bir küçük kaza geçirdim ve dizlerim yaralandı. Çevremdeki bazı kişilerin dehşet dolu bakışlarına rağmen bir kliniğe gidip dizlerimi sardıracağıma, yaralarımı düzenli olarak denizde yüzerek iyileştirmiştim. (Bu sözlerin bir tavsiye değil, bir anıdır.)

Suyu, Dolunay olduğu bir gece ay ışığına bırakarak bu su ile vefk yazılabilir, Vedud vefkine serpebilir, ya da bu suyu içten gelen küçük bir ritüelle yüze sürebilirsiniz. Deniz kadar her türlü su da Ay ile ilintilidir. (Gel-git olayları ve kadınların regl dönemlerinı hatırlayalım.) Anılan bağ en güzel şekilde Osmanlı kültüründe ve Cumhuriyet sonrası Türk Sanat müziği şarkı ve şiirlerinde işlenir. Batılılar bunu yeni fark ediyor, Moon&Sea Wallpaperslara acayip ağırlık veriyorlar. Bize efendice Good Morning after supper guys demek düşer. ;-)

her gün siteyi ziyaret etmek en büyük keyiflerimden biriydi. Kaybettigim bir parçami bulmus gibi hissediyorum :)
Tatlı öğrencim; güzel sözlerinle kalbimi ısıttın. Bizim inancı (Bölünmüş Evren teorimizi) bilirsiniz. Bizler Ultimate Aim'in "birleştirmek" olduğunu savunuruz. "Kaybettigim bir parçami bulmus gibi hissediyorum" şeklindeki cümlen bu yüzden bizi mest etti. Ben ve arkadaşlarımdan (gerçekten, bana ait bir teşekkür değil, reel anlamda hepimizden) özel teşekkürler…

Benden belki birazcık daha fazla… ;-)


ANA SAYFA    |    Sorular    |    Astroloji    |    Kuantum    |    Ezoterizm    |    Filmlerimiz    |    İletişim

Dizayn: JANUS722.com    |    © 2015 -