YANIT
Wowww! Jack Nicholson'a mı benziyorum?! Ciddi misin? Ahhh… Nerede o günler? :) Biri kolumdan yakalasın… Uçuyorum. :D
Güzel gönüllü öğrencim benim. :) (Beni okuyan kişilere dipnot: Bu öğrencim erkektir.) Hollywood gibi yakışıklı erkekler ülkesindeki en çarpıcı aktörlerden birine beni benzetiyorsan çok güzel bir bakışın var demektir. Sağ ol, var ol.
Görsel olarak Jack Nicholson'ın ancak yandan yemişine benzesem de, doğrudur, filmin şeytanı Daryl Van Horn karakterini andıran yanlarım var. Zaten son yirmi yılda BİLE beni şeytana benzeten çok oldu.
[Örneğin TVde yayınlanan bir şeytan dizisindeki karaktere benzediğimi birkaç kişiden (biri hanım arkadaşımdır) duydum.
Adı geçen filmde şeytan Lucifer Morningstar adı ile Los Angeles'a gelip bar açar ve olaylar gelişir. Bu benzetmeleri duyduktan sonra dizini iki-üç bölümünü izledim. Dizideki inanılmaz yakışıklıktaki aktöre, hiç-mi-hiç benzemediğimi gördüm; ama kişilik olarak onu da bir ölçüde anımsattığımı düşünmeden edemiyorum.
Ben de o film karakteri gibi –özelimde- güler yüzlü, şakacı, yerinde durmayan, biraz çocuksu (Asc. İkizler) ve şık (tradisyonel) giyinen biriyim. Ama benzetilmemin gerisinde bundan fazlası vardır bence; çünkü tıpkı onun gibi, ben de alışılmadık, kimi zaman (ya da kimilerine) rahatsız edici gelebilecek önerilerde bulunan, görüşler ortaya atan bir kimseyim.
Tıpkı Witches of Eastwick adlı filmdeki Daryl Van Horn gibi.
]
Peki ben şeytana benzetiliyorsam, yanıtlarımdan anlaşılacağı gibi neden bu kadar anti-satanist bir görüşe sahibim? Bu bir "takiyye" midir?
Tabi ki değildir.
Söz konusu durumun gerisinde ortada iki ayrı şeytanın olması vardır!
Bunlardan biri insanoğluna zarar verecek, onu mutsuz edecek her şeyi yapan bir enerjidir. Hemen örnekleyelim: Fakirlik, hastalık, çirkinlik, pislik, açlık gibi acı verici nitelikler kadar, aşağılık duygusu, ruh hastalığı, yok efendim kompleks filan-falan diye adlandırılan negatif beyin süredurumları ve benzerleri.
İkincisi ise Hıristiyanlık ve Yahudiliğin lanetlediği, ama bilimsel açıdan insan sağlığı için gerekli olduğu ortaya çıkan şeyleri savunan bir model olan Şeytan'dır. (Bu dinlerde –Müslümanlığın tersine- seks o kadar yasaktır ki, Katolik papazların hayatları boyunca ereksiyon olması bile engellenir. Böylesine fecaat bir suç işleyen gariplerin kendilerini cezalandırmaları için adamlara bir de kırbaç verilir. Kimsenin de aklına Yahveh hazretlerine, "Tamam babacım da, o zaman adama neden androjen hormon yığdın?" demek gelmez. :D)
Yani gariptir; Hıristiyanlık ve Yahudiliğin şeytanı aslında insanlara zarar verici şeyleri yapmalarını söylemez. Ama Tevrat ve İncil'de kutsal melekler sürekli insanlara çok zarar verici şeyler yapıp dururlar. Örneğin Vahiy bölümünde insanlara sadece şeytana uydukları için (ki, uyup ne yaptıkları belli değildir) berbat işkenceler çektirirler.
Bana "Tevrat'ta fahişelik şeytani sayılır… al sana bir neden" diyecekler olabilir ama, sormam gerek: Dinsel açıdan yasak olan bir şey, neden yasaktır? İnsana zararlı olduğu için değil mi? Peki de, fahişelik mi insana zararlıdır, yoksa meleklerin ilginç (insanların acıdan taşları ısırmaları gibi) işkenceleri mi? Bu sorunun yanıtı korkarım ki hiç de meleklerden yana çıkmayacaktır. :D
Müslümanlıkta bu mantık hataları temizlenmiştir. Dünyasal şeyler yasak değildir; ama onları "edep-adap-erdem" süzgecinden geçirilmesi istendir. (E, zaten biz şeytanlar da TAM bunu diyoruz.) Yani Müslümanlığın asıl söylemi şudur: "Beyinde ödül devrelerini tetikleyen her şeyi yapabilirsiniz, ama bunları aşırılık dahil, hatalı şekilde kullanırsanız şeytana uymuş olursunuz."
Ben bu makro yapısına 1/1 uyan söylemi Budizm hatta bizim Baba Tanrının dini Hinduizmde bile görmedim. İnanç sistemlerinde ya herşey yasaktır, ya her şey serbesttir. "Erdem çerçevesinde her şey serbest" söylemi SADECE Müslümanlığa aittir… paganizmde bile yoktur.
Benim söylediklerim de ağırlıklı olarak Hıristiyanlık ve Yahudiliğin laflarına uygun olmadığı için ve de olağan insanlar Müslümanlık içrek bilgileri yerine, Yahudilik propagandası ile yerleşik hale gelmiş lafı-ı gezafa inandıkları, bunları doğru saydıkları için, bendeniz de sıklıkla şeytan ilan edilirim.
Kızmıyorum. Sevgili Bülent bile kitabında bizim düşünce sistemimizi "Satanizmin 2. Ekolü" olarak sunmuştur. Canı sağ olsun. :) Onun kitabında yer almak her nasıl olursa olsun, bir şereftir.
Şimdi adı geçen film hakkında laflayalım.
Doğrudur; Daryl Van Horn'un Alexandra Medford (Cher) ile ilk yemeklerinde ve Sukie ile havuzda yaptığı konuşma benim laflara benzer; ama bence benzerlik bu kadarla sınırlıdır.
Anlayacağınız filimde –bizim bakış açımızdan- yerinde olmayan (bizim felsefemiz kadar, öğrendiğimiz anaerkiye uymayan) pek çok şey vardır. Bunları şıklar halinde yazarsam daha açıklayıcı olacağımı sanıyorum.
-
Öncelikle filmde –sonuçta cezalansa da- şeytandan yana bir tutum var bence. Tradisyonel ve bir anlamda tutucu, ama iyi niyetli, zarif ve kibar bir kadın olan Felicia Alden'ın (Veronica Cartwright) bu kadar küçümsenmesi ve sonuçta başına –bence- hiç de hak etmediği şeyler gelmesi ataerkil (hatta Şeytani) bir yaklaşımdır. :)
İnsanların kurallara uygun, geleneksel, kimileri için sıkıcı bir yaşam sürmeleri ayıp ya da yanlış bir şey değildir; tıpkı filmin ana karakteri üç kızın grup seks yapması gibi. Bir kadının –düşünsel olarak- cadılara karşı bir tutum izlemesi, flamingolarla, albatroslar için kaygı duymasında, tutucu kılıklar giymesinde, geleneksel bir yaşam sürmesinde yanlış olan ne vardır? Anaerkil gözden bakınca Felicia Alden, çocuğu ile ilgilenmeyen, pasaklı, kaba anne Cher'den çok daha pozitif bir kimliktir. Film senaristi –pek çok Amerikalı gibi- özgürlüğü (katta kadın özgülüğü) hiç anlayamamıştır bence. Bilakis, filmde gizliden gizliye kadınlara -hiç de pozitif olmayan bir kimliği özgürlük olarak lanse ederek- dolaylı yönlendirme yaptığı bile söylenebilir. ANAerkide annelik kutsaldır. Çocuğunu "uzmana" bırakıp kariyer yapan kadınlar pek tutulmaz; temizliğe, düzenliliğe ve güzelliğe çok bağlı olmayanlar (tabidir ki seçimlerine saygı duyularak) pek de alkışlanmaz.
Kızı ile değil, kendi ile ilgili olan, küfürbaz ve saygısız Cher ise ataerkil bir figürdür. Kadınları binyıllardır baskı altına alma ile enerjilerini yok edemeyen Şeytan'ın Milenyumum tuzağı, popülarize ettiği "özgür kadın" modelidir. Bu kimliğin taşıdığı erkeksilik gözden kaçacak gibi değildir.
Bir insanın, ya da kadının, özgürleşmesi için (Şeytani baskılardan kurtulması için) karşı cinse benzemesi gerekmez. Bir amaca erişmek adına kendi olmayanı taklit etmek, kendi olmayanın gücünü ve üstünlüğünü (kadının ikinci sınıf olduğunu) kabul etmek anlamındadır. Öte yandan her iki cinsin de erkeksi kafa yapısına sahip olmasının sonucunda ERKEKegemen yapının (kültürün) güçleneceği görülmelidir.
-
Hıristiyan şeytanı (gerçek kötülük odağı olmayan şeytan) olarak sunulan Daryl Van Horn bana göre yarı kaçık, rüküş ve saygısız bir adamdır. İyiliğin yanlış tanıtılması yüzünden (bunun gerisinde Yahudilik vardır) satanizme yönlenen nice kişinin bu rol modelinde olacağını düşünmek hem yanlış, hem tehlikelidir. İnsanlar -tıpkı Bülent Kısa gibi- farklı inanışlarda (hatta bize göre çok da doğru olmayan, örneğin benliği fazlaca ön plana çıkartan inanışlarda) olsalar da, PE celp edebilirler.
-
Filmdeki tek gerçek kötü olan bence okul müdürüdür. :)
-
Bize en yakın kimlik, karakterinde seksilik ve kültürlülüğü çok güzel karabilmiş olan Sukie'dir (Michelle Pfeiffer). Bir kere iyi bir annedir; altı çocuğuna bakmaktadır. Aynı zamanda gazetecidir (meslek sahibidir). Zaten Van Horn onu baştan çıkartmayı en sona bırakmış ve süreçte onu nasıl baştan çıkartacağını bilemediğini Sukie'ye itiraf etmiştir. Filmin olumlu mesajlarından biri bu, yani "kötülüğün dengeye dokunamadığı"dır. Bizim sistemin temeli bu görüşe dayalıdır.
-
İnsanların Rammstein konserinde dağıtmaları kadar, localarda oturup klasik müzik dinlemeleri de çok güzel bir şeydir; bunda horuldayarak uyuyacak bir durum yoktur.
-
Hava bozma çalışması gerçektir. Birden fazla kez uygulamışlığım ve başarmışlığım vardır.
-
İngiltere'de cadı diye çoluk çocuğun gözü önünde çırılçıplak soyularak yakılan kadınların pek çoğu aslında ebeler ve herbalist kadınlardır.
[Osmanlıyı kötülemek için bazı çağdaş aydınlarca "vurun boynunu" benzeri kavramlar güncel tutulmaya çalışılsa da, Osmanlıda bu tarz cezalandırmalar (örneğin yine panayır havasında giyotinle kafa kesmek) duyulmamıştır. Osmanlı hakkında belki de fazla bilmediğiniz konular için Osmanlı ve Atatürk adlı yazımı okuyabilirsiniz.
]
-
Kızlarla şeytanın eğlence süreçlerini anlatan sahnede çalan parça Nessun Dorma (Uyku Yok) Puccini'nin Turandot operasının ünlü aryasıdır. (En sevdiğim aryalardandır.)
(Aryayı Murat Karahan'ın Letonya Ulusal Operasındaki performansından dinlemek için tıklayın! İlgilenenler için kendisinin Twitter hesabı buradadır.)
-
Van Horn'un viyolonist Jane'i baştan çıkartmak için kullandığı parça Caprice no. 16 satanist olduğu, bestelerini yapmakta ve konserlerinde Şeytan'dan destek aldığı ve kemanının mi telini sevgilisinin bağırsağından yaptığı söylenen Paganini'ye aittir.
Stacatto olan parça, çalınması –hem sağ el hem sol elde büyük ustalık gerektirdiği için- çok zor bir parçadır. Zaten filmde Van Horn, Jane'in iki eli arasındaki güç yetersizliğini eleştirdikten sonra bu parçayı çalar.
-
Bu eğlenceli film boyunca gerçekten gülümsemeden duramadığın iki sahne şunlardır:
1 - Van Horn'un kadınların "yaşamak" denilebilecek şeylerden (bu işin içinde bolca da özgür seks vardır) uzak durmak için yaptıklarını "psikanalize gider, biraz içer, hap alır, makreme kursuna yazılırlar" şeklinde özetlemesi;
2 - Bacağı kırılıp hastanede yatarken kötülüğü gelmekte olduğunu sezen Felicia'nın bu halinin doktorlarca kemik iliği sorununa bağlanması ve son derece bilimsel açıklanmasıdır. :DDD
SONUÇ OLARAK
Kendine "Little Devil" diyen Van Horn'un gerçek şeytan (insanlara acı, keder, hastalık ve korku veren Şeytan) olamayacağı şu basit gerçekten bellidir: Gerçek şeytan aseksüeldir. :)
Şeytan'ı seks ile Yahudilik, Hıristiyanlık, Brahmanizm gibi dinler eş tutar.
Eğer şeytan –batılıların dinleri yüzünden sandıkları gibi- seksi savunuyor olsa, Müslümanlık şeytani bir din demektir; çünkü Müslümanlıkta seks yasak değildir; hazreti Muhammet, cinsel gücünü dile getiren, daha iyi cinsel yaşam adına bir dolu hadisi olan bir peygamberdir.
Gerçek –tam de Müslümanlığın savunduğu gibi- seks ve tüm sağlık verici şeylerin insanlar için olduğu ama BUNLARA BİLE şeytanın karışabileceği, bu yüzden tüm güzellikleri "erdem" olarak adlandırılabilecek başlıktaki kavramlarla yaşamanın gerekliliği şeklinde özetlenebilir.
Namaz, oruç, hac, kurban, örtünme kavramlarına –bize göre bilinçli olarak- sıkıştırılan Müslümanlığın –dinlerdeki Yahudilik baskısı yüzünden- daima geri planda kalan en önemli söylemi budur. Bu söylem paganizm dahil (paganizmde erdemler değil, doğa ön plandadır), başka hiçbir inanç modelinde yer almamaktadır.
[Arkadaşlar, şimdi ilgisiz bir konuya geçeyim ve bir yanlış anlamayı düzelteyim.
Bir sözüm bazı arkadaşlarca hatalı algılanmış. Söz konusu hatayı rastlantı eseri öğrendim. Kendimi "azgın" olarak nitelememin çıkış noktası aşırı cinsel arzu DEĞİLDİR. Yaşıma göre olağandan biraz daha istekli olabilirim belki, ama bunun gerisinde SADECE kendimi ve hayatımı ataerkil kısıtlamalardan (tabidir ki diğerlerinin alanına girmeden) soyutlayabilmem vardır. Söz konusu arzulu kimlik, andığım rahatlığa ulaşmış kimselerde kendi kendine (kişinin yapısına uygun miktarda) oluşmaktadır. İstekliliğin kaynağında -moda kafa yapısının iddia ettiği gibi- şu vitaminmiş, bu beslenmeymiş, şöyle spormuş, böyle tatilmiş filanmış falanmış yoktur. Fakir semtlerde ohoooo, neler olur neler. :DDD (Bu görüş kafama yıllar önce, yaşadığım apartmanın apartman görevlisi tarafından detaylı olarak, çarpıcı argümanlarla sokulmuştur.)
Kendime azgın yakıştırmasını yapmamın sebebi, ilk başta şakalaşmak arzusu ve aslında olağan kişilerin yaşadığı yaşamı sürmediğimi vurgulamaktır. Herkes ne yaşar kesin şekilde bilmeme olanak yok. Ama reelde iletişim içinde olduğum HERKESTEN farklı bir hayat sürdüğümü; benim gibi yaşayan (en azından benim yaşımda benim gibi yaşayan) birini daha görmediğimi kolaylıkla söyleyebilirim. Bana yakın kişiler ve öğrencilerim ne dediğim anladılar. :) Yani azgınlık dediğim aslında farklılıktan öte bir şey değildir.
Bana "Neden farklısın? Başına halo mu kondu? Sen de dokuz ayda doğmadın mı?" denirse yanıtım basit: Yaşamakta olduğum hayat için ciddi özverilerde bulunup, önemli bedeller ödüyorum. Sizden farkım, sizlerin, pek çoğunuzun bunları yapamaması.
Örnek gelsin: Ailem yok. Hayatıma kalıcı ve ciddi ilişki almıyorum. Çok düşük (inanılmaz derecede düşük) gelire "eyvallah" ediyorum. Ne aracım, ne dairem, ne arsam, ne tarlam var. Acayip adları olan hesaplara konacak kuruşum yok. Yıllardır tatile çıkmadım. Pazar günü dahil, çok uzun saatler çalışıyorum. (Yani bu çabaya dar gelirli olmayı kabul ediyorum; çünkü sevdiğim ve kendime uygun bulduğum işleri yapıyorum.) Dar gelirli olduğum için istediğimi yiyemiyorum.1 Ama çok eğleniyorum; çünkü yaşamım -tüm eksiklerine rağmen- kimliğime uygun. Eksikler; kolay tolere edeceğim, yani yine kimliğime uygun şeyler.
Bunları yapabilecekseniz, buyurun başlayın. Sizi kim tutuyor?
Siz… Kendiniz.
İnsanların kendilerine uygun, ama belki de sıradışı, çizgidışı yaşamları sürememe nedenleri;
- Risk almayı göze alamamak,
- tembellik, isteksizlik, miskinlik,
- ve en önemlisi, ona "böyle olmalı" diye dayatılan yaşam modellerine göre yaşamaktır.
Eğitim al, "popüler meslekler" olarak nitelenen (çokluk aile ve/veya genel tarafından belirlenen, karaktere uygunluğu hakkında hiç bir düşünce geliştirilmesine imkan olmayan) bir işe gir, ailelerin ve yasaların denetiminde resmi bir eşleşme yap, evlat sahibi ol, bu sorumlulukları taşı, emekli ol, ve ölümü bekle şeklindeki bu model illaki yanlıştır diyen yok. Nice kişinin kimliğine uygundur da… ama bağlayıcıdır... çünkü güvenlik üzerine kuruludur. Güvence veren her bir şey durdurur. İlerlemek hep bilinmedik diyarlara yolculuk olduğu için risklidir, zorludur. İnsanlar bundan uzak durmak adına söz konusu modellere sığınmışlardır.
Kimi ilerlemek istemez. Kendini konulduğu yerde bulacak olabilir.
Ama kiminin rahat edeceği yaşam konulduğu yerde değildir; o ilerlemek zorundadır. Onu durdurmak, yaşayan bir cesede çevirmek anlamındadır. Aileler, arkadaşlar, eşler (hatta sevgililer) -eğer iddia edildiği gibi- değerli kavramlarsa, söz ettiğim ilerleyişe destek olmak zorundadırlar; çünkü insanın kendi olmasından daha büyük bir evrim yoktur.
Anılan arayış ise tüm zorluğuna, hatta tehlikesine rağmen, en çok "istediğini yaparak" (tabidir ki, kimseye gerçek sıkıntılar vermeden) realize edilebilir. Para, şöhret, hatta aşk bunu asla tek başına veremez; hatta köstekleyecek bile olabilir. İstediğini -sağduyu ve dikkatle ama yüreklilikle- yapmak, en büyük evrimselleştirici, tek gerçek eğiticidir. Bu konuda Aleister Crowley idealarına -bir ölçüde de olsa- (yani tamamen değil) yakınız.
Özetle pek çok kişi ile aramdaki fark benim, genelin seçtiğini seçmememdir sadece. Olayda bir üstünlük, bir ek yetenek ya da bir şansın varlığı söz konusu değildir. Pek çok kişinin rahat edememe nedeni ise onlara sunulan (hatta belki de dayatılan) modeli kaçınılmaz görmesi ve/veya güvence arayışıdır.
Güvence aramakta da, geleneksel (birbirine benzer) yaşam sürmekte de hiçbir yanlış yoktur… ama tabidir ki, eğer bu öznel (orijinal, özgün, doğal yapıya uygun) bir seçimse... ;-)
]
DİP NOTLAR
[1]
Yine de ekleyeyim: Varoşta yaşasam da, kiracı olsam da, pek çoğunuzu belki de ürkütecek kadar köhne olsa da, zevkli ve sevdiğim bir yuvam var. 17:30dan sonra ise dişlerim uzamaya başlıyor. Bu değim çok sevdiğim bir arkadaşımın benim için yaptığı yorumdur. :) Yanlış anlaşılmaması için düzelteyim: Yaşamaya başlıyorum. Özetle ben de çalışıyor, zorlanıyorum... arada korkup, öfkeleniyorum, başarısızlığa uğruyorum. Ama bu NE yüklü duygular ve sonuçlar seçtiğim alanlarda yaşandıkları için kalıcı olmuyorlar. Ayrıca dinlenme(!) saatlerim gerçekten benzersiz. ;-) Yanlış anlaşılmamak için yine ekleme yapayım: Bunlar belki de size göre anlamı olmayan şeylerdir. Ancak şu konuda garanti verebilirim: Hepsi de hayatta en istediğim şeylerdir.
Bazen soruyorsunuz; işte yanıtı... Güzel dediğim hayatım böyle bir modeldir. :)
Ancak anaerkideki "güzel hayat" bu demek değildir. Benim beynimde temelde negatif beyin dalgaboyu olduğu halde, bilgilerimin verdiği dikkat ile yaşamam sonucu elde edebileceğim hayat budur.
Sizler, sahip olduğunuz (bende olmayan) güzel enerjilerinizle bizim inandığımız doğruları uyguladığınızda sizleri misli ile güzel hayatlar beklemektedir. Anaerkide, güzellikte sınır yoktur. Cennet'e (tanrıya) ne kadar benzer, ona ne kadar yakın olursanız, yaşarken de o kadar Cennet'ten çıkma hayata ulaşırsınız. Tanrıya benzemenin en kolay yolu ise erdemleri izlemektir.
Kitaplar devirmeye, bizimki dahil eğitimler almaya, hatta beni okumaya bile gerek yok: Rahat olun. Erdemleri izleyin. Korku ve öfkeden uzak durun. Bu kadar.
Ardından her fırsatın kucağınız dökülü-dökülüverdiğini şaşkınlıkla izleyin. :)
Hayat son derece basit. Aydın ve çağdaşça karmaşıklaştırmayın.
Yolunuzu yitirebilirsiniz.