YANIT
Anımsadığım kadarı ile yanıtımda yer alan sözüm paralel evrende nasıl kalınacağı değil, neden paralel evrende kalmanın, paralel evrene atlamaktan zor olduğu hakkında idi. Herneyse... Sorunuza yanıt vermek için işe biraz başından başlamak gerek...
Kuantum teorileri iki çeşittir. Çok kabaca özetlemek gerekirse birinde (Stapp ve benzeri fizikçilerin teorisi) evreni bilincinizle yaratmaktasınız. Bu teoriye göre yarattığınız (süperpozisyondan seçtiğiniz) evrende beyin elektriğinizin yapısı değişene dek kalıcı olmaktasınız. Yine aynı teoriye göre süperpozisyondaki diğer (sizin tarafınızdan seçilmeyen) olasılıklar yok olmaktadır.
İkinci teoriye göre ise (Everett ve benzeri fizikçilerin teorisi) seçtiğiniz evrene sıçramaktasınız… bu teoriye göre süperpozisyondaki diğer olasılıklar yok olmamakta, enerji yapısına göre sıçramayı -bir anlamda- beklemektedirler.
Yani teorik olarak ortalama iki milyon+ seçenek arasında oradan oraya sıçraya-sıçraya yaşamak olasıdır.
Geri dönüş olarak nitelenebilecek durum bu teoride geçerlidir.
Paralel evrene atlamanın bir Hollywood prodüksiyon düşü değil, bilim adamları tarafından kabul gören bir gerçek olduğunu vurgulayayım ve bu cümleme kanıt olarak ünlü ve popüler kozmolog Max Tegmark’ın insanların da aynı anda iki farklı yerde olabilecekleri düşüncesinin savunan sözlerini aktarayım:"Kuant mekaniğine göre elektron sadece iki ayrı yerde olmakla kalmıyor; Heisenberg Uncertainty Principle'a göre iki ayrı yerde olmak zorunda. Bir lazer işaretçiden çıkan ışın, bir saydam yüzeyden geçince iki veya üç ayrı yerde oluyor. Yani fotonlar aynı anda üç yerde oluyorlar. Biz de parçacıklardan yapılıyız. Eğer onlar aynı anda birkaç yerde birden oluyorlarsa biz de olabiliriz. Kaldırımda yürürken birden sağa mı, yoksa sola doğru mu ilerleyeceğim hakkında ani bir karar veririm. Verdiğim karar beynimde bir parçacığa bağlı ise sonuçta ben her ikisini de yapmışım, yani yaşamım iki paralel evrene ayrılmıştır."
Tegmark akıldan geçen her düşüncenin bir paralel evren yarattığını ve bunların arasından seçtiğimiz düşüncede ilerlememizin, seçtiğimiz paralel evrene sıçradığımız anlamına geldiğini anlatmaktadır.
Yanıtıma quantum jump (kuantum sıçraması) gerçeği hakkında biraz bilgi aktararak devam edeyim:
(Aşağıdaki üç paragraf eğitimlerimizden alıntıdır.)
"Her şey cam tüpte ısıtılmış bir gazdan çıkan ışığın bir prizmadan gözlemlenmesi ile başladı. Görülen ışık, gök kuşağının yedi rengindeydi, tıpkı bir prizmadan geçirmişsiniz gibi... Ancak meydana gelen fark, renklerin gök kuşağında olduğu gibi bir çeşit bulanıklık, ya da bir renkten diğerine "dalgalanarak" geçmesi şeklinde olmamasındaydı. Renkler, düz çizgi şeklinde ve kesintisizdi.
Bu oluşumun bilimsel nedeni ancak 20. yüzyılda kuantum mekaniğinin doğması ile anlaşıldı. Danimarkalı, Nobel Fizik Ödülü sahibi fizikçi Bohr, atomların güneş sistemleri gibi oluğunu, elektronların gezegenler gibi çekirdek etrafında döndüğünü düşünüyordu. Elektronların belli kabukları (yörüngeleri) vardı ve bunlar "herhangi bir yörünge" değillerdi. Her yörünge kuantumlar denilen enerjiler taşımaktaydı, elektronlar bu yüzden belli yörüngelerdeydiler.
Atom ısıtıldığında elektronlar uyarılmakta ve bir yörüngeden diğerine sıçramaktaydılar. Her bir sıçrama ışık formunda çok belirgin frekanslarda enerji (foton) yaymaktaydı ve atomların ürettiği renklerin nedeni buydu."
Bilim adamları bu gerçekten yola çıkarak “insanlar elektrondan yapılı olduklarına göre, onlar da kuantum sıçraması yapar” düşüncesini savunmaya başlarlar.
Ancak ortada bir Law of Conservation of Energy (Enerjinin Sakınımı Yasası) vardır.
Bir enerji düzeyindeki elektron bir diğerine atladığında, (Bohr, Kramers ve Slater’in altını çizdikleri gibi) elektron adı geçen yasayı ihlal (violate) etmekte, edebilmektedir. Ancak yasa gereği elektron yeniden yerine (kabuğuna) dönmektedir.
(Bazı raporlara göre söz konusu yasa üç durumda daha ihlal edilebilmektedir!) 1
Madem ki ETC’a göre beyin elektriğinin yarattığı EM alan bilinçtir; o zaman her EM alan gibi beyin alanının da bir dalga boyu olacaktır. Farklı dalga boyu taşıyan alanların fotonları da farklı enerjidedirler. Yani beyinlerin EM alanlarının enerjileri farklıdır ve aynı beyin, elektrik yapısını ve buna bağlı olarak dalga boyunu değiştirebilirse, farklı enerji seviyelerine geçebilecektir.
Peki beyin EM alanının enerjisi değiştirilebilir mi?
Evet, değiştirilebilir; eğer frekans/dalgaboyu değiştirilebilirse, enerji de değişecektir. Tayf, enerjileri değişik EM dalgalardan oluşur. Bu yüzden soru, “EM alanın pratikte frekansı nasıl değiştirilebilir?” sorusuna evrilmiştir artık.
Buraya kadar bilim alanındaydık, artık bilimsel verileri geride bırakıp, okültizm alanına geçiyoruz. (Aşağıdaki sözler bilim dışı varsayımlardır.)
Okült teorinin zaten temeli EM alan frekansının değişmesine (pozitive edilmesine) dayalıdır. Pozitif bir alan (Orta çağ literatürüne göre bir melek, ya da bizim görüşe göre cennet) ile senkronizasyon sonucu alınan fotonlar, tıpkı ısı enerjisi almış elektronun kabuk atlaması benzeri, bizim elektronlara da farklı seviyelere (evrenlere) kuantum sıçraması yaptıracaktır.
Şimdi asıl sorumuza (sorunuza) gelelim: Neden pozitif düşünce, ya da anlık (self-induced veya bir olaya bağlı) rahatlama sonrası atlanılan evrende kalınamamaktadır?
Yukarıdaki bilgiler gereği artık bu sorunun yanıtını vermek zor değildir: İlgili pozitif alanla kontak ne kadar sürdürülürse, kalıcılık o kadar uzun ömürlü olacaktır.
Sorun ise atlanan paralelde kalmaya enerjinin yetmemesidir. Enerjinin sakınımı yasası gereği elektron eski yerine çekilmektedir. Ancak yukarıda belirttiğim gibi bu yasanın violate edilebildiği (tıpkı ışık hızının geçilebildiği gibi) giderek ortaya çıkmaktadır… yani atlanan evrende eğer enerji fazlalaştırılabilirse kalıcı olmak mümkündür.
Bu yüzden yapılması gereken atladıktan sonra DAHA FAZLA pozitif bakış ile, daha fazla PE envoke etmektir. Oysa alışkanlıklar (beyinlerdeki ataerkil düşünce kalıpları) yüzünden söz konusu eylem pek de kolay değildir. Karşılaşılan bir olumsuzluğa direnememe, hissedilen yorgunluk, ya da inancı yitirmek nedeni ile yüzleşilen isteksizlik gibi durumlar enerjiyi azaltmakta, NE celp etmekte, böylece enerji yapısı farklılaşmakta ve elektron (adam) geldiği kabuğa (evrene) geri dönmektedir.
Bu kadar laftan sonra minik (ve belki de en işe yarar) bir öneri paylaşayım: "Acaba atlayabildim mi?" dediğinizi anda -hoop- gerisin geriye düşüverirsiniz.
Neden?
Çünkü sorgulama daima kuşku içerir! :D
"Kuşku ve sorgulama, insanın ilerlemesine yarayan ve onu hayvanlardan ayıran üstünlüğüdür" sözlerini kasılarak söyleyen, insanı pek üstün, hayvanları ayak pabucu yapan ataerkillerin laflarına kanmayın. Kuşku, endişenin ayak sesi, kral NEye (NE; kral, lider, kahraman olma delisidir) "Efendimiz, bu beyin zat-ı alinize pek uygun, teşrifiniz beklenmektedir" diye göz kırpan teşrifatçı şeytancıktır.
Sorunuzun çıkartılmasını istediğiniz bölümünde yer alan ve söz ettiğiniz soru saçma değil, en fazla hit alan sorulardandı. Kendinizi küçümsemeyin. Pratik yaşam ve ilişkiler hakkında bilgi almayı hedeflemek, enerjinin sakınımı kanununu bilmekten daha işe yarardır. Ayrıca içinizden gelen ve size rahatlık/keyif veren her şey (tabi ki diğerlerine zarar vermiyorsa) daima doğru ve iyidir. Sıcak mesaj için teşekkürler.
DİP NOTLAR
[1]