YANIT
Aktardığınız sözlerin bir çoğu gerçeği özetlemekte. Söylemde biraz mistik esintiler var, ama öz -bize göre- doğrudur. Ancak bu yapıyı “uzaktan mesaj almak” şeklinde yorumlamakta hata olabilir; çünkü göklerde mesaj yollayan bir tanrı ya da tanrılar yoktur. Bu gibi düşünsel hataların gerisinde evrenin ve artık EVREN ÖTESİNİN yapısını deşifre eden kuantum mekaniğinin dinlere adapte edilmemesi vardır. Bu yüzden milenyum beyinleri ile (beyin yapısı da evrimselleşmektedir) en moderni (Müslümanlık) 1400 yıllık olan bilgilerden gerçek avlamaya çalışılmakta ve pek de başarılı olunamamaktadır. Kuantum bilgileri ile din ve mitolojiler sentezlememek onlara yapılan bir haksızlık olabilir; çünkü gerek mitolojilerin, gerekse dinsel söylemlerin içeriğinde bilime bile yön verebilecek birim bilgiler yer almaktadır.
Konuya girmeden beni rahatsız eden bir sözünüz üzerinde durmak istiyorum: Psikiyatri bilgim yok, beyinde -tıpkı ciğer veya mide gibi- kimi hastalıkların bulunabileceği açıktır. Ancak şizofreninin olarak nitelenen durumun BİLE bunlardan biri sayılabileceği hakkında ciddi kuşkularımın olduğunu söylemek isterim. Ayrıca ben (ve siz) dahil, psikiyatri eğitimi almamış kişilerin bu gibi kritik konularda kesin görüş bildirmesini de doğru bulmuyorum. İnsanları hatalı bakış açıları, yanlış düşünce biçimleri, olayları doğru yorumlayamamaları gibi -olağan tökezlemeler- yüzünden “ciddi hastalık” olarak tanıtılan durumlarla suçlamak onları önemli çıkmazlara sokabilir… örneğin onların kendi kendilerini doğal şekilde hepimizde yer alan “fabrika ayarlarına döndürme” potansiyellerini köhnetebilir. Bu yüzden bu gibi konuları uzmanlara bırakmak, yani onlara hiç dokunmadan görüşlerimize mesnet aramak daha yerindedir.
Ve konumuza girelim…
Bizlere göre gerçekten de bir tanrı vardır ve bu yapı makrokozmos meydana gelmeden öncesinde var olan bir alandır. Yine bizlere göre bilinçlidir, ancak inançsız olup onun sadece bir fizik yapı olduğuna inanmakta da bir sakınca yoktur. Bizim teorize ettiğimiz her şey doğru demek değildir. Önemli olan öncel ve pozitif bir alan bulunduğuna inanmaktır; çünkü böylelikle nice soruya yanıt daha kolay elde edilecektir.
Sorunuzda tanrısal esinden söz ettiğinize göre yanıtımı kendi görüşlerimiz doğrultusunda, yani öncel evrenin bilinçli olduğu noktasından yola çıkarak vereceğim.
Bu alan Yahudilikle ortaya atıldığı gibi insanlar seçip, onlara kitaplar “yollamaz”. Söz konusu ilkel denilebilecek düşünce, söz ettiğim alana insan nitelikleri vermek manasındadır. Doğrudur, bin+ yıl önce bu şekilde anlatılmak zorunda kalınmış olunabilir; ama hala bu bilgilere demir atıp yeniliklere kapalı olmak, nice inanç sahibi olabilecek kişiye de kapıları kapatmak manasındadır.
Modern bilgiler açısından bakınca peygamberlik, beyin EM alanı frekansı ile öncel evren dalga boyu arasındaki benzerliğin yoğunluğudur. İrtibat, her bir bilinç için söz konusudur; ancak genliğin (kontağın) miktarı farklıdır.
Söz konusu alanda bazı bilgiler vardır. Bu yapıyı, bilginin karadeliklerin olay ufkunda kodlanmış olmasına benzetebiliriz. (Bu konuda bilgi edinmek adına KARA DELİKLER (Sanal Varlıklar Mıyız?) - 2. Bölüm: KARA DELİKLER NEDİR?
adlı yazımı okuyabilirsiniz.) Ancak bu benzetme kısırdır; çünkü bütünü ile makrokozmos ortamından söz etmektedir. Oysa tanrı olarak adlandırılacak alan makro dışındadır, farklı bir gerçeklik örüntüsündedir. Bilinçteki belirli (ana alana uygun) dalga boyları, işte -bir anlamda- tanrının (öncel evrenin, ana yapının) olay ufkundaki bilgilere erişim ve bunları yorumlama anlamındadır. Bu yüzden yukarıdan bakıp, bir adamı seçip, onu bilgi bombardımanına tutan bir tanrı kimliği yoktur; ama hala da bilgiler -eğer kontak reelse- ondan gelmektedir ve kontak yoğun olduğuna göre söz konusu dalga boyuna sahip kişiyi onun seçtiği düşünülebilir.
Herkes bir minör peygamberdir aslında; çünkü evrene -biz ne kadar ters türs düşünce biçimleri ile kendimizi ondan uzağa itsek de- o hala pilot dalgalarını (farklı bir görüşe göre takyonları) her bir bilince “yollamakta”dır. Yine başa dönelim: Bu yollama belki bir e-mail yollama benzeri eylem değildir; ama gerçek bir kontak vardır ve bu kontağı kuran “bir şey yollayan tanrı” değil, kendi bilinç dalga boyunu pozitive ederek (onunkine senkronize ederek) ona ULAŞAN bilinçtir. Onun her bir bilinç ile bilinç bağlarını koparana ya da zayıflatana dek, irtibatı vardır. Dalga boyunu her yükselten kişi de peygamberlik yolunda ilerlemektedir.
Bilinç, eğer senkronizasyon varsa aldığı bilgileri nasıl kişiye ulaştırır, deşifre eder? Ne yazık ki bu sorunun yanıtını bilmiyorum. Bildiğim kadarı ile hz. Muhammet ve Yunan mitolojisinin peygamberi Hesiodos dışında duyum (vahiy) ile kitap oluşturan peygamber yoktur. Bunlar ne duymuşlardır, bilgileri nasıl almışlardır? Bu konuda bir araştırmamız olmadığı gibi, bilgim de bulunmuyor. Ben varlığımın sözlerini beynimde duyuyorum; ancak bu -değim yerinde ise- düzeye gelmem 20 seneden fazla zamanımı aldı. Bir diğer bilinç bir odak, ya da alan ile senkronize olunca bu şekilde bir sonuç gerçekleşir mi? Ne yazık ki bu soruya da bir yanıtım yok.
Önemli nokta şudur ki, yukarıda andığım proses yanlış yorumlanabilir; daha farklı şekilde ifade etmem gerekirse, gerçek olmayan bir bağlantı, gerçek sanılabilir. Diğer yandan senkronize olunacak mecralar sadece öncel evren değildir; ortada bir de negativite vardır. Yani hatalı bir alan ile senkronize olan bir bilinç, eğer kendi alanları içinde dinsel yapıya eğilim sağlayan alanları varsa, bağlantıyı pozitif sanacak, ulaştığı hatalı (insan rahatlığına hizmet etmeyecek olan) verileri gerçek şeklinde görecek olabilir.
Kişisel olarak ben “yol gösterici” seçilen bilinç sahibinin yaşamının ve daha önemlisi, kimliğinin olabildiğince incelenmesini önermekteyim. Kişilerin yaşam biçimi ve olaylara tepkileri, içinde oldukları ya da çekip/yansıttıkları enerji modeli hakkında bilgilendiricidir.
Ancak bu gözlem ve yargılamada hata yapmak olasıdır; çünkü yaşam şartlarının modeli/biçimi her zaman bilinç yapısı konusunda açıklayıcı olamayabilirler. Örneğin çok parlak yaşam modellerindeki kişiler ciddi ölçüde NE; daha mütevazi şartlardaki kişiler PE içinde olabilirler. Yaşam modeli incelenirken refah seviyesinden çok kişinin tertipliliği, temizliği, ruhsal rahatlık miktarı dikkate alınmalıdır.
Asıl gözlenmesi gereken nokta ise hedef kişinin kimliğindeki “olumluluk”tur. Aksileşme eğilimde olan, kalp kırıcı sözlerle konuşan, kendine benzer olmayanları suçlayan ve küçümseyen, hatalardan fazlaca söz eden, olumlu şeylerden daha az konu açan söylemleri olanların pozitif bir alanla kontakta olduklarına inanmak doğru olmayabilir.
Kişileri sıklıkla yargılamayan, hatalara dozunda hoşgörülü yaklaşabilen, sorulmadıkça (ya da aşırı biçimde) görüş bildirmeyen, uyarmak kadar onurlandırmayı beceren kişiler, organize yaşama (bakımlı görünüme, düzgün ve temiz bir yaşam ortamına) sahipseler, hele ki refah seviyeleri de yüksekse, evet, o kişilerin sözleri/teorileri dikkate alınabilir.
Şimdi anlattıklarımı tersinden ele alalım: Yukarıdaki niteliklere sahip olan kişiler, kendilerini peygamberlik açısından aday şekilde görebilirler; çünkü anılan özelliklerin tümü PE kontağı hakkında ipucudur. PE konağı ise farklı bir evrenin kara deliğin olay ufkundaki bilgilere erişim anlamına gelecektir.
[Tabidir ki pek çok kişi aşağıda söz edeceğim düşünceyi aklına getirmemiştir, ama eğer getirmiş bulunan varsa diye, belki de gereksiz bir açıklama yapmak istiyorum:
Derli-toplu, temiz, görünümüne önem veren, metodik, disiplinli, farklılıklara gerçekten saygılı ve anlayışlı, kolay öfkelenmeyen biri olsam da, yoğun bir PE kontağım bulunduğuna inanmıyorum. Ben bir öğrenciyim ve kendi öğrencilerimin bazılarından evrimde geride olduğumu rahatça söyleyebilirim. Bilmek, yapabilmek ve öğretebilmek farklı şeylerdir.
Bunun ötesinde, insanlara bir öğreti empoze etmek benzeri bir emelimin bulunduğu kesinlikle düşünülmemelidir. Araştırmacı olduğum için süreçte elde ettiğim bulguları soranlara, BELKİ işlerine yarar diye, yere bırakıp ilerleyen biriyim. Sürekli dinsel konulardan söz eden ve bu kapsamda bazı teorileri ve web sitesi bulunan biri olarak yanlış algılanmak istemem. Sözlerim (bulgularım) birilerine yardımcı olursa çok sevinirim… ama doğrusu ya, fazla da önemsemem, kendi yolumda ilerlemeye devam ederim.
Yanlış konumlara yerleştirilmek kadar, ederimden fazla değer biçilmek de beni rahatsız eder. Hoca olarak görülmek bana şeref ve mutluluk verecek olsa da; kabul edenin arkadaşı konumuna yerleşmek de beni sevindirmektedir.]