YANIT
Bizim teoriyi güzel dile getirmişsiniz… sizi asistan almalı. :) Ancak yanılgılarınız da bulunmakta ve bunların nedeni -sıklıkla yinelediğim gibi- bilgiyi bir makale ya da kitap şeklinde değil, sorulara yanıt biçiminde, biraz da acele ile kopuk-kopuk veriyor olmam. Sorunuzu ana teoriyi kısaca özetleyerek yanıtlarsam, beyninizdeki bilgiye biraz daha netlik kazandırabileceğime ve benzer soruları olanlara daha vazıh bir görüş sunabileceğime inanıyorum.
Yalnız olduğunuz hem doğru, hem yanlıştır. Tabidir ki yapayalnız, yani bir başınıza değilsiniz. Ancak evreni tek başınıza (kendi iradeniz ve bilincinizle) yarattığınız doğrudur.
İşi başından alalım. Elimden geldiğince basit anlatmaya çalışacağım:
Her şey ruhtur. Ruh, “dalga fonksiyonu” diyebileceğimiz bir yapıdır. Zamansızlık ortamında, her yerdedir. Aynı zamanda parçacıktır (maddedir); parçacık hali ise bedenimizdir. Parçacık bedenimiz, diğer her parçacık gibi, hem dalga hem parçacıktır. Bu yüzden “hem ruh, hem bedeniz” demek hatalı değildir.
Bu bilgiyi bir yana koyalım. Farklı bir alana atlayalım:
Bilinç, ETC’a göre bir EM alandır. (Kısaltmaların açılımı için Sorular ana sayfadaki "YANITLARDA YER ALAN KISALTMALARIN AÇILIMLARI" linkine göz atın.) Yani bir fizik alandır. Bu sözlerin anlamı şudur: Uzayda bir yeri vardır.
Ancak aynı teroilere göre makrodaki alıştığımız gibi bir EM alan değildir. Elektromanyetizma ve gravitasyon benzeri fizik alanlardan farklıdır. Libet’in sözleri ile “Bilinen fiziksel alanlar aracılığı ile gözlenemez”. Bu yüzden deneysel ortamda ölçülememektedir. Bu -ETC’den türemiş- teorilere de Field Theroies of Consciousness adı verilmektedir. Yani hala da uzayda yeri vardır; ama non-physical (fiziksel olmayan) bir alandır. Ruhun gizlerinin çözülememe nedeni, yukarıdaki yapının (hem fizik, hem fizik olmama gibi ifade edilen garip yapının) haklı olarak kavranamamasıdır. Bilimi anlayamamış filozoflar ve bilim adamlarının (çok ayıp edeceğim ama söylemeden duramayacağım, çoğu da IŞID militanları gibi uzun sakallıdır ;-) ) 1700lerden beri “materyalizm” adı altında dimağları kirletmeleri yüzündendir bu durumdir. (Bu sözler bana ait değil, Stapp’a aittir. (Mind, Matter, and Quantum Mechanics, s. 271-272. 272 rakamı size bir şey anımsatıyor mu? ;-) ) İyi haber odur ki, gerçekler bilim insanları (BİLİMCİLER) tarafından anlaşılmakta ve ortaya dökülmektedir.
Makro ve mikrokozmosta ise sadece sizin alanınız (ruhunuz/bilinciniz) yoktur. Milyarlarca dalga (ruhlar ve diğerleri), dalga fonksiyonu olarak aktiftir.
Yani yalnız değilsiniz. :) Kendi evreninizi bu enerjilerden seçerek yaratmaktasınız. Diğer alanlar olmasa gözlenecek alan olmayacağı için evren yaratmaktan (dalga fonksiyonunu çöktürmekten) da söz edilemez.
Ruhunuz bir EM alan olduğu için bir frekansı vardır. Bu belli frekanstaki EM alanınız, yani dalga boyunuz, ya da ruhunuz, bir fizik alan olduğu için frekansına koşut olarak diğer pek çok şey ile etkileşime girer ve QM teorilerine göre beyinde, Orch OR teoirlerine göre nöron mikrotübüllerinde, etkileşime girdiği alanlarla evrenini var eder.
Ellerinize ruh diyelim: Bu eller ile istediğiniz unu, tuzu, şekeri, mayayı ve gerekli edevatı alır, hamur yapar, börek ya da pizza veya başka şey pişirirsiniz. Mutfakta tek başınız yaptığınız için “yalnızsınız” denilebilir. Ancak kullandığınız yardımcılar olduğu için (ki, onlar diğer ruhlar, parçacıklar, alanlar, radyasyonlar vb.dir), bir diğer deyişle “etkileşime girdiğinizi unsurlar bulunduğu için” yalnız da değilsiniz. Markete gidip şeker, un, tuzun kalitesi de SİZİN seçiminizdir.
Sözleri mutfaktan çıkartıp güncel alana aktaralım: İkimizin (sizin ve benim) karşı karşıya geldiğimizi varsayın. Benim beynimin alanı ile sizinki etkileşime girer, benim alanım ile siz bir şey yaratırsınız, ben sizinki ile başka bir şey. Yani aynı ortamda farklı şeyler (evrenler) yaratabildiğimiz için yalnız; birbirimizden etkilendiğimiz için yalnız değilizdir. Eğer senkronize olursak, benzer şeyler yaratır, birlikte de oluruz, hatta dolanabiliriz (quantum entangelment). Buna da bir engel yoktur.
Ancak hala da benim elektriğimle (ya da çevrede her ne varsa hepsinin alanı ile) senkronize olduğunuz ölçüde evreninizi SİZ biçimlendirmektesiniz. Bu süreçte kendi alanınızdaki negatif ya da pozitif enerjiye bağlı biçimde ya pozitif alanlarla rezonansa girip güzel şeyler var edersiniz, ya da kötü şeyler; ya felaketler… ya mucizeler. Benim ve çevrenizdeki her şeyin alanı olmasa bunları yapamazsınız.
İyi haberleri fazlalaştıralım: Alanlar sadece çevrenizdeki tanışlara, hatta gün içinde karşılaştığınız belki de saçma sapan bazı kişilere, hatta haber kanallarından dinlediğinizi herzelere ;-) ait değildir. İster tanrı deyin, ister Allah, ister Ana Tanrıça, ya da Buda; hatta ister “derin fizik kuantum katmanı”; bir şeyin parçacıkları (buna da ister melekler deyin, ister esmalar, ister “majikal tanrılar”, ister pilot waves, ya da takyonlar (dileyen bizim gibi “keşfedilmemiş bozonlar” adını da verebilir) evrene SIZIP İŞLERİ DÜZENLEMEKTEDİRLER. (Sızma sözcüğünü bilinçle kullandım; bu sözcük makroya onlar tarafından bile girmenin/ulaşmanın güçlüğüne dikkat çekmektedir.)
Ataerkil doğruların (örneğin pozitivizmin) yerleştirilmesi ile kesilip biçilen beyin bu ana gerçeği çok zor kabul edecektir. Zaman verin… Sadece şunu düşünün: Siz biçim verene (evreni yaratana, kaderi yazana) dek her bir şey (sizin alan, benim alan, şu siyasi partinin liderinin alanı, bu pop şarkıcısının alanı, başıbozuk radyasyonlar, bozonlar, gluonlar, şunlar bunlar) birbirine bulaşık şekildedir. Sınır, kural, bölüm, parça yoktur. Sadece ve sadece beyninizdeki altyapı (biz buna beyin elektriği diyoruz; çünkü nöron çakışlarının kuantum özellikleri taşıdığı hakkında baba teoriler vardır) onları alır, biçimlendirir, sınırlar çizer, kurallar koyar, bölümler oluşturur, parçalar yapar… ve kaderi (kişisel kaderi) var eder.
Bir Matrix’in varlığına inanırsanız vardır; inanmadığınız anda hiçbir güç beyninize girip sizde inanç yaratamaz. İnanç, kimsenin dokunamayacağı, o yüzden uzaktan manipüle etmeye çalışılarak (kültür yaratarak) yönlendirilmek istenen bir şeydir. Yani, diyelim ki bizleri idare eden üst bilinçler var; onlara inanmadığınız anda, ama Planck ölçüsünde bile kuşkunuz olmadan inanmadığınızda, bir anda yok olurlar… çünkü evreni onlarsız yaratmışınızdır.
“Ama yinede kendi yarattigim birine asik olmak ve bunun gerçekte olmamasi motivemi düsürüyor.”
Bu cümle ile bir adım ilerleyelim…
Arkadaşlarımın aksine, ben bir Yahveh, Şeytan, Buda1
şu-bu olduğuna inanmıyorum. İnsan doğasına ters yönlü emirleri veren her odak aslında gerçeğinden uzak kalmış bilinç ile var edilmiştir. Ancak yine de bizim haylaz bilinçlere yardımcı olmaya çabalayan başka tek bir şey daha vardır… O da inanç sahibi kişilere göre "İyicil Yaratıcı", inançsız olanlara göre "derinlerdeki ana pozitif kuantum alanı" diyebileceğimiz bir şeydir.
Yeniden yukarıda kısa geçtiğim sözlere gelelim: Bazı bilim adamları bizin "Ana Alan" dediğimzi bu alandan akımların/etkilerin makroya sızdığını öne sürerler. Basit bir anlatımla benim kaz kafamla (kuşkularımla, korkularımla vb.) yaratarak, yani özgün yerimden koparak var ettiğim evreni düzeltmek için YİNE DE (bana rağmen) çabalayan bir şey vardır. Bilimde ona “pilot dalga” denir (Bohm). Kimi zaman hipotetik "Takyon adlı parçacıklar" adını alır. Işık hızı tutsağı olmayan takyonlar, ışık hızı tutsağı makroya sızmakta ve işleri düzeltmektedirler.
Müslümanlıkta bu gerçek Kuran’da dile getirilir.
Kuran - Şura
30. Basiniza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle isledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çogunu affeder.
Yani Müslümanlık dininin yaratıcı tanrısı Allah -bence- “Her şeyi siz bozum ediyorsunuz, yine de düzeltmeye uğraşıyorum” demektedir.
Ne yazık ki paganizmin bir kitabı olmadığı için pagan bir örnek veremiyorum. Ancak belki de Yunan mitlerinden yardım alıp, Achilleus’dan örnek verebilirim: Achilleus’un annesi Thetis adlı deniz tanrıçasıdır. Thetis, yaratıcı Ana Tanrıçanın Yunan mitolojisinde basit bir deniz tanrıçasına çevrilmiş haldir. Thetis, saçlarını kesip, ataerkil saldırgan güçlerle Truva'ya karşı savaşa katılan Akhilleus’a karşı çıkar, yapmaması için neredeyse yalvarır… ama dinletemez. Akhilleus savaşta ölür. Thetis onu kollarına alır ve Beyaz Ada adlı ona özel bir cennete götürür.
Yani olaylarda ana alanın, ya da bilinçli iyicil yaratıcının, daima -bilincimizle izin verdiğimiz ölçüde- dahli “koruyuculuğu” vardır. Bu koruyuculuk kapsamında -bence- aşk yollamak da bulunur. Yani aşk, bilinçle yaratmaktan çok, cennetten yollanan, ya da güzel bir senkronizasyonla buluştuğumuz bir ortamdır. (“Aşk cennetten yollanır” varlığım sözüdür.:) )
Peki bizi kimden korumaktadır dersiniz?
Şeytan’dan mı?
Yahveh’ten mi?
Bence kendi bilincimizden… :)
Bu yüzden “Her şey ana alan içinde, yaptığımız saçmalıklarla çıkarttığımız, bir kaşık sudaki fırtınadan öte değildir” sözü gerçeği yansıtmaktadır. Bir Şeytan’ın bizzat kendimiz olmamızdan başka, ana alan, yani İyicil Yaratıcı, göklerdeki bir tanrı değil, kalbimizin en derininde (bilincimizde) var olan bir frekanstır. Yani Şeytan da biziz, tanrıdan parça olan da biz.
Peki yaratıcıdan parça taşıyorsak neden her şey mükemmel değildir? Nedendir bu "yaşam" adlı, çoğumuzun zorluklarla dolu şekilde yarattığı süreç?
İşte bu noktada Bölünen Evren teorisi devreye girer. Evren (makrokozmos, madde evreni, parçacık halimiz), sadece iyicil yaratıcının (ya da pozitif alanın) değil, ona tam tersi yönlü bir frekansındır da…
Ve asıl soru: Peki -belki de bizi aldatarak, ana alandan kopmamıza neden olan- o bölücü frekans nasıl ortaya çıkmıştır?
Ne yazık ki bu soruya bizim kesin bir yanıtımız yok… (Teorimiz var, ama daha ham yapıda.) Ancak az önce yinelediğim gibi, bence bir hatalı tutum ile (bir aldanışla) bölen biziz. İnsanın bir şeylere kanması (hatası) ile cennetten kovulduğu teması bunu anlatmaya çalışmaktadır. (Kuran'da aldatan yılan değildir. Yılan kötülemesi sadece Tevrat çıkışlıdır. Kuran'da yılan aleyhine hiç bir ayet/bilgi yoktur.) Ana alandan ayrılacak işler yapıp, sonra da bunu Şeytan diye bir şeylere yükleyen biziz. Biz değişmedikçe Şeytan ve dertler var olmayı sürdürecektir.
Kuran - Enfâl
53 (…) Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez (…).
En başa dönüp konuyu toparlayayım: Çevremize beynimizdeki pozitivite veya negativiteye paralel şekilde EM alanlar, dalga fonksiyonları celp ediyor, onlarla bir evren yaratıyoruz. Bizim alan ne adar pozitif ise, o kadar pozitif elemanlar çekip, güzel şeyler var ediyoruz… ya da tersi. Kendimizi kurtardıkça diğer kurtaranlarla birlikte oluyor, var ettiğimiz evrenlerde adım adım ana alana doğru ilerliyoruz. Son adımda kendimizi koparttığımız yere dönüp, yuvamıza girecek, yeniden bütün/olağan/özgün/orijinal olacağız. Dinsel görüşe göre Cennet’e girecek, yaradan ile kavuşacağız. Zaten “Cennet” ve “Yaradana kavuşmak” sübjektif bakışla aynı şeydir.
“güzel düsümdeki Bilge Janus .”
Harika bir söz bu. Yine bir nefis-güzel dilek… Çok teşekkürler ederim.
Ancak önemle atını çizmek isterim: Bilge değilim. Sadece sıkı bir araştırmacıyım. Ailemde anne tarafımda anneannem, dedem, teyzem, annem eğitmen (öğretmen) olduğu için bu yanım güçlü… başka da bir halt sayılmam. Gerçeğim (kendini “çapkın ve avantürye adam” olarak tanıtan baba tarafından zıpır, çocuksu, yerinde duramayan, yaramaz, öfkelenince Yahveh’ya benzeyen :D, özelinde otoriter, bencil, benmerkezci biri... Ne guruyum, ne spiritüel lider, ne de başka yaldızlı adla anılacak kimlik. Bu yaşta hala yaramazın önde gideniyim. ;-)
Beni gözünüzde büyütmeyin. :) Rahatsız edici de olsa, gerçeklerle halvet olanlar, doğrulara daha kolay ulaşırlar. Ama birinin "güzel düşünde" olmak… koptum burada... Gönlümden teşekkürler. Sözcükler ne kifayetsiz kimi zaman.
DİP NOTLAR
[1]
Buda adlı hazret -bize göre- baş şeytandır. Batılıların Budizm diye kakaladıkları o güzel öğreti aslında Hinduizmdir, yani Şiva (Baba Tanrı) öğretisidir. Hemen örnek: meditasyon, tantra vb. Şiva’nın yaratısıdır. Buda ise din adamlarına seksi ömür boyu yasaklar; böylece pek muhteşem birşey olacaklarını vızıldar. Tam da Yahveh gibi -insan adlı yaşam formunun beyninde ödül devrelerini tetikleyen- her bir şeye "dünyasal, tuuu, pis kaka" diye lanet eder. Sevgili “büyük adam” batılılar, küçümsedikleri Müslümanların günde beş vakit meditasyon benzeri bir şey yaptıklarını, Müslümanlıkta ÖDÜL DEVRELERİNİ TETİKLEYEN HİÇ BİR ŞEYİN YASAKLANMADIĞINI nedense hiiiiiç fark etmezler, konuya dikkat çeken –nazarlık olsun- iki satır yazmazlar. Bunları söylemek bize -paganistlere- kalır. :D Paganist/Müslüman diye de ayırmayalım. Aslında hepimiz farklı ayakkabılarla olsa da, aynı gönülle, aynı ümitle, YAN YANA, aynı yere/hedefe ilerliyoruz.