Son günlerde Metaverse isimli bir kavram ortaya çikti ve herkesin dilinde. Metaverse, gelecegin sanal evreni olarak düsünülüyor. Insanlar gerçek dünyayi birakip burada çalisacak, egitim görecek, film izleyecek, spor yapacak, ticaret yapacak. Buranin kendine özgü para birimleri bile var: kripto paralar. Yani her seyin tamamen dijitallesecegi söyleniyor. Sen bu konular hakkinda ne düsünüyorsun Janus? Sence gerçek dünyayi birakip dijital bir evrende yasamaya baslamak dogru mu? Sahsen ben Metaverse'ü Matrix'e benzetiyorum.
Simdiden tesekkür ederim.
YANIT
İnanır mısınız bilmem, ama daha bir hafta önce bu "metaverse" hakkında ufaktan araştırma yaptım… ve bam… sorunuz geldi. :)
[Vereceğim yanıtımla ilgisiz iki lakırdı daha edeyim. Sözümün sahibi, bu laflarımın kendine geldiğini anlayacaktır. Çok kısa süre önce bir yanıtta "Kim ne derse desin, rüyalar size aittir. Beyniniz ne ise, diğer aleme geçtiğiniz uykuda, oraya uygun yerlerde olursunuz" dedim… ve ertesi gün bir öğrencimden beni rüyasında gördüğü hakkında çok güzel bir mesaj geldi. Bu olay hasebi ile kısacık bir bilgi aktarmaya karar verdim: Uyuyup standart majisyenlerin astralı, bizlere göre mikrokozmos olan diyardaki gecelik yolculuğunuzun kılavuzu beyin EM dalgaboyunuzdur. Orada karşılaştığınız kişiler, dalgaboyları sizinki ile koşut olan ruhlardır (EM alanlardır). Yani rüyanızda Madonna'yı gördüyseniz gerçekten de Madonna ile, Maradona'yı gördüyseniz gerçekten de Maradona ilesinizdir.
]
Ve yanıtıma başlayayım.
Sanal evrenin pozitif bir şey olup olmamasını "bir evrenin sanal olması nedeniyle olumsuz olabilecek olması" açısından değil, "bir evrenin sanal olsa da, içeriğin pozitif olup olmadığı" aspektinden bakmak gerekir. Evet, sanal ortamlarda da, tıpkı reel ortamlar gibi PE veya NE bulunur; çünkü bu evreni de beyinlerine negatif ya da pozitif ağırlıklı dalgaboyları bulunan canlılar var etmiştir.
Sözlerime açıklık getirmek için konuyu biraz farklı alana çekeyim: Sanal eşleşme (internet aşkı) standart anaerki açısından bakılırsa olumlu değildir pek. Anaerki insanı sokakta, en yalın (idealardan soyutlanmış) enerji ile var olmaya özendirir. Hissetmek değil, dokunmak esastır.
Ancak bu standart görüş ETC teorileri ile –bence- yıkılıvermiştir.
Sözlerimi şöyle açıklayayım: Sevgiliye dokunmanın değerini yaratan, dokunmak değil, O KİŞİYE dokununca beynin yaydığı EM alan dalgaboyunda meydana gelen değişim, olumlu gelişimdir. Yani her şeyin temeli EM dalgaboyudur. İki kişi, birbirine dokunamıyor olsa bile, hatta birbirlerinin yüzlerini görmemiş olsalar bile, salt yazışarak aralarında bir bağlantı kuruldu ise (beyin EM alan dalgaboylarında ortaklaşma oldu ise) o ilişki, dokunulan ilişkiler kadar reeldir. (Yineleyeyim: Bu düşünce bana aittir ve arkadaşlarım arasından benimle benzer biçimde düşünmeyenler vardır.)
Beyin EM alanı o kadar, o kadar, o kadar önemlidir; çünkü her şeyin hem mimarı, hem de temeli odur. Hiçbir kimse bizlerin -üzerine elektrik akımları yollanan- beyin benzeri tek bir organ olmadığımızı söyleyemez. Her şeyi yaratan beyin değil, belki de beyine yollanan elektrik akımları ile yayılan EM alının yarattığı gerçekliktir. Zaten gerçekliğin olmadığı üzerine pek çok teori vardır. (Bu konuda bilgi edinmek adına EVREN BİR İLLÜZYON MUDUR? adlı makalemi okuyabilirsiniz.) Demek oluyor ki –belki de- zaten var olmayan bir gerçeklik yaratmış EM dalgalar, daha da ileri gidip bir de sanal evren yaratmaktadırlar.
Sanal evrene EM frekansımızla girdiğimizde yüzleştiğimiz sanal olay ve ortamları yorumlama biçimimiz sonucu değişen frekansımıza bakarak ortamın hayırlı ya da beter bir yer olduğuna karar verebiliriz.
Ben sanal gerçeklikten fazla korkmuyorum. Aslında bu konuda yeterli bilgim olmadığı için çok da konuşmam doğru değil; ancak param olsa, hiç durmadan bedenen oynanan (örneğin müzik eşliğinde karşıdan atılan topları yansıtma benzeri) sanal gerçeklik oyunlarından alır, çok da mutlu olur, yani "gani-gani" PE üretirdim. Bu ruh halim tabidir ki hayatıma bereket, aşk, iyi seks ve eşleşme, doyum, başarı benzeri şekillerde yansıyacaktır. Ancak zombi öldürme tarzı bir oyun seçsem, süreçte duyumsayacağım korku ve öfke tam tersi etkiler yaratacaktır.
Farklı dile getireyim: Tenis seven ama oynamaya imkan bulamayan biri için sanal oyun harika bir iştir. Ama zaten tenis oynayan biri eve gelip zombi öldürmeye başlarsa sanal gerçeklik berbat bir iştir.
Her şeye baştan yafta yapıştırmak bence yanlış; çünkü pek çok şey pozitif yaklaşım ile (ki, kabul ediyorum, bu biraz da hünerdir, ama zamanla elde edilebilir) pozitive edilebilir. Gelişim demeyelim, değişim, uzaylılarca yapılmaz; değişimi yaratan ihtiyaçlara ve koşullara dayalı insan beynidir. Baştan bakıp standart kurallara göre yargılayıp, olumsuz diye etiketlemek doğru bir iş olmayabilir. Değişime adapte olmak –özellikle yaşlılar için- zordur; ama bunu başaran rahat yaşar. Direnmek adlı zımbırtı sadece NE celp ettirir; inanmak zor olsa da direnilecek odağın yanından hafif bir çalım ile sollama (ya da sağlama ) yapmak genelde mümkündür. (Bu yüzden bizler kahraman diye iteklenen tiplere sempati duymayız. Bu kimlikler genelde çözüm üretemeyen, bu esnekliğe sahip olmayan adamlardır.) Bu düşünceler nedeni ile hayat sanıldığı kadar zor değildir deyip dururuz.
Ama hayır; ben metaverse'ü Matrix filminde anlatılan ortama pek benzetmiyorum; çünkü bizler metaverse'ün içinde değiiz; kendimize özgü bir reel yaşamımız var. Ancak "reel sandığımız yaşam Matrix olamaz" demek de mümkün değildir. Yani belki de sanal dünya, eğer doğru kullanılabilirse, Matrix'e tıkılmış bizler için bir rahatlama fırsatıdır.
Kripto para bence daha farklı bir şey... Açıkçası ben güvenemiyorum. Ama benim çok yaşlı bir adam olduğum unutulmamalı. Bilgilerim nedeni ile –yukarıda söylediğim gibi- "olumusuzzzzz" diye yaftalamayacak olsam da, paramı yatırmam. Buna rağmen, zaman içinde çok da harika bir şey olduğunu gördüğüm anda, su gibi kolayca "çark eder", şıp diye bir yatırım aracı olarak görmeye başlayıveririm.
[Bu sözlerimle size sadece sanal gerçekliğe değil, her konuya ibla edilebilecek bir düşünce sistemini anlatmaya çalışıyorum. Dümdüz giden, değişime uyum sağlamaktan uzak, zaman içinde hiç değişmeyen, bu yüzden ataerkide "adam gibi adam" denen adamlar, "kararlardaki değişime "yalpalamak" diyen kişiler, örneğin Rauf Denktaş'ın "Her devrin adamı değil, her devirde adam olacaksın" sözünde onurlandığı kimlikler bize hiç uygun olmayan modellerdir. Kararlardan, seçimlerden geri adım atmaktan korkanlar ataerkinin eline düşerler. Her an bir bilgidir ve her yeni bilgi değişime nedendir. Yine aynı nedenle makroda ebedi hiçbir şey yoktur. Ve bizler bu yüzden "yalnızsınız" demekteyizdir. Elde tutulabilecek tek şey kişinin kendidir. ;-)
]
Şimdi felsefeyi bırakalım, işe daha farklı bir zaviyeden bakalım: Kuantum mekaniği kabul görmüş yoruma (Bohr'un Kopenhag yorumu) göre gerçekliği "ölçüm" var eder. Ölçüm ise basbayağı "bakmak"tan öte bir şey değildir. Ancak işin önemi, bakınca ne olduğundadır.
Bakınca gözlerden fotonlar girer. (Foton, ışık-mışık değildir; ışık, belli bir dalgaboyundaki fotondur. Infra red benzeri ışık olmayan bir sürü foton vardır). Bu fotonlar beyinde bir aksiyon potansiyeli meydana getirir (yani elektrik çakmasına neden olur diyelim), bu elektrik nörondan nörona atlayarak beyinde ilgili merkeze ulaşır ve siz görürsünüz (ya da görmek diye algıladığınız bir illüzyon yaşarsınız ;-) )
İşte bu nöronlar arası yolculukta elektriği biraz var eden, biraz nörondan nörona taşınmasına (sinapsları geçmesine) aracı olan Ca iyonlarının kuantum özelliği taşıdığı hakkında baba-baba raporlar vardır.
Kuantum dedik, hemen bu sözlere ezoterizm katalım. (Bize göre kuantum dünyası standart majinin astralından başka bir şey değildir. Demek oluyor ki, kuantum özelliği olan her bir şey, örneğin Ca iyonları ve işlevi, majinin yapıldığı alem ile ilgilidir ve bu yüzden söz ettiğim şekilde var olan elektrik diğer alemle bağlantılıdır.) Beyinde üretilen elektriğin bir dalgaboyu vardır. Bu elektrik kuantum özelliği taşıdığı için (diğer alemle bağlantılı olduğu için) benzer dalgaboyundaki PE veya NE yi celp eder. Farklı bir söyleyişle bir yanan üretip, diğer yandan bu üretilen dalgaboyuna benzer dalgaboyundaki alanlarla rezonansa girer. (Oluşan elektrik kuantum özelliği taşıdığı için NE ve PE olarak ad verdiğimiz frekanslarla (Tanrı ya da Şeytan ile) rezonansa girebilir.)
Tam da bu yüzden atalar, "iyi gör ki, iyi olsun" derler). Yani baktığınız şeyin içeriği, sanılandan çok daha önemlidir. Bu yapı özellikle ülkemiz insanlarınca sezilmiştir de. Hamilelerin güzel çocuk resimlerine bakmaları gerektiği inancının temelinde söz konusu seziş vardır. Sözlerimi daha da netleştireyim: Güzel manzara ya da ortamlara bakarsanız, beyin elektriğinizin daha pozitive olma ihtimali yüksektir. Anılan pozitive gerçekliği bu yönde yaratacak; bir diğer deyişle kaderi olumlulaştıracaktır.
Yeniden sanal gerçekliğe dönelim.
Çirkin bir mahallede yaşamak zorunda kalan; lüks ve göz okşayıcı ortamlara ulaşma şansı düşük olan kimseler sanal gerçeklik ile güzel ortamlara bakacaklarsa bu çok da iyi bir şeydir.
[Anthony Robbins "Gördüklerinizin hepsi başarısızlık ve çaresizlikse, başarınızı besleyecek iç temsilinizi oluşturmak çok zordur" der. Ben bu sözü "Gördüklerinizin hepsi çirkin ve estetikten yoksunsa, başarınızı besleyecek içsel güzellikleri oluşturmak çok zordur" şeklinde dile getirmek isterim.
Biz bu anlattığım dinamik yüzünden çirkin heykel ve resimlerin "yaratıcılık" ve de "sanat" adlı altında (en çok da modern sanat, yok efendim dışa vurum, sürreal bilmemne diye) dayatılmasına ve de insanların çirkin ve itici şekilde çizildiği karikatürlere bütünü ile karşıyız. Sanat, SADECE VE SADECE bakan insanların ruhunda güzel hisler yaratandır. Sanat diye iteklenen şeyler sıradan insanı mutlu edemiyorsa, dahası, gözlerini rahatsız ediyorsa, hatta ve hatta bu insanlar –yapılan baskı ile- bunu dile bile getiremiyorlarsa, en kötüsü, bunu beğenmeye kendilerini zorluyorlarsa, o unsur veya obje artık şeytanın NE yayma planının ifritidir. Biraz abarttım tabi ki… ama temel sağlam. :DD "Sıradan insan bir şeyden anlamaz (ki, bu düşünce çokluk "sıradan insan günahkardır" a ulaşır), en iyisini bir avuç ekabir, mandarin bilir" düşüncesi Yahudilik çıkışlıdır.
]
Sanal gerçeklik; bir erkek ya da kadın, istediği (hatta ihtiyaç duyduğu) gibi bir sevgili yaratıp, rahatça cinsel oyunlar oynayıp tatmin olacaksa iyi bir şeydir. Kafasına göre kimliklerle satranç oynayabilecekse, sohbet edip gülebilecekse, sanal kimlerin sözlerini kendi espri anlayışına göre ayarlayıp sürekli kahkaha ve gülüş ortamında yaşayacaksa, en azından daha sık yaşayacaksa, şahane bir şeydir.
Oysa sanal ortama çakılıp kalıp zombi veya öfkeden manyaklaşmış suratlı askerlerden kanlar fışkırtacaksa çok da beter bir şeydir.
Sanal alemin yaygınlaşmaya başladığı bu günlerde farklılıklara kuşku ile yaklaşılacağına, var olanları (eski ve yeniyi) güzel dengelemek ve her şeyi PE adlı gerçeğe göre kullanmaya soyunmak ile tatmin edici sonuçlara ulaşılabilir; zarar görmekten korunabilir.
Jumanji kapağında A game for those who seek to find a way to leave their world behind (Dünyalarını geride bırakmanın bir yolunu arayanlar için bir oyun) yazar. Yaşadığımız dünyayı asla geride bırakamayız; çünkü düşünceler ürettiğimiz (gerçekliği var ettiğimiz) beynimizden, mastürbasyon yaptığımız ya da eşimize zevk verip/aldığımız cinsel organımıza dek her şeyimiz (sanırım ;-) ) reel denilen yapıdadır. Sanal gerçeklik ise yaşadığımız dünyaya –kendisi aldatıcı da olsa- beynimizde PE üretecek şekilde kullanılabilecekse PE için bir fırsat olabilir.
Makro, pek çoğumuz için zor bir yerdir. Bu yüzden "Aldanmak ezeli bir şifadır" desem, umarım çizgiyi aşmış olmam. : )