YANIT
Merhaba sevgili öğrencim/arkadaşım. :)
Hayır, ikisi aynı şey değil.
Önce eğitimde yer alan "tanrı yaratmak" sözcüğün tanımlayalım.
Majikal literatürde "tanrı", bildiğimiz evrenin yaratıcısına verilen genel ad değildir.
Maji yapmanın klasik mantığı şudur: Önce arzunuzu imajine edersiniz. Ama bize göre bunun fazla önemi yoktur; çünkü imajinasyonu herkes yapmaktadır. Öğrencilerimin "imajine edemiyoruz" şeklindeki sözlerine şu yanıtı veririm: "Dostum, iyi dedin de, mastürbasyon yaparken düşlediklerini kim yaptı?" :D (Eğitimde bu konuda sohbet anlamında bir ders de vardır.) Eğer imajinasyon elde etmeye yetseydi "imajinatör", mastürbasyonda düşledüğü her kıtır, çıkıt ya mature'a sahip olurdu.
İmajinasyon yetersiz eleman olduğu için majide teknikler (ki, bunların içinde majikal tanrılar da vardır) kullanılır. Duada söz konusu teknikler yer almadığı için maji yanında zayıftır.
Majikal tanrılar nedir?
Okült dünyada kimse bunu tam olarak bilmez; çünkü okiltüstler genelde araştırmacı kimseler değillerdir. Onlar sonuca odaklı (elde etmeyi hedefleyen) karakterlerdir. Bunda da bir yanlış yoktur aslında, ama "araştırmacılıkla nedensellik bulma" eksiği yüzünden pek çok okült düşünce ve pratik, bu konulara sempatisi bulunmayan kişilerin alay konusu olarak kalmayı sürdürür.
Bizlere göre majikal tanrılar denilen dostlar henüz keşfedilmemiş elementer parçacıklardır.
Biliyorsunuz, kuantum mekaniği 1920de (Solvay Konferansı ile) anlı şanlı ortaya çıktığında, "bilim" kapsamındaki pek çok şeyin yanlışları da anlaşılmıştır.
[Konuyu biraz dağıtmama izin var mı?
Editörün notu:
Soru konusuna devam etmek isteyenler
buraya tıklayabilirler.
Bilim adına işkembe-i kübradan (bu kalın barsak demektir) atan belki de en ünlü kişi tıp mezunlarının doktor olmak adına yemin ettikleri, Hipokrat'tır!
Hazret Hipokrat, "Kadınların rahmi içlerinde gezer ve sperm arar" demiştir ve teorinin adı Wandering Womb'dır. İsteri'yi icat eden, pardon, bu hastalığı keşfeden de kendisidir. İsteri nedenini bu gezgin :) rahme bağlamıştır. Zaten hastalığın(!) adı olan Hysteron rahim demektir. Yani bu gün bile isterinin adı rahimle ilgilidir.
Özellikle Kraliçe Viktorya devrinde "kadınlar zayıftır" inancına bağlanarak kadınlara "yüklenen" bu durumun kadınlara özgü olmadığı, erkeklerde de görüldüğü yıllar sonra ortaya çıkacaktır.1
Dahası; Hipokrat, astrologdur. "Astroloji bilgisi olmayan bir hekimin kendisine hekim demeye hakkı yoktur" (a physician without knowledge of astrology has no right to call himself a physician) sözünü etmiştir. Kimileri ise sözün aslının "He who does not understand astrology is not a doctor, but a fool" olduğunu öne sürmektedir.
Doktorlar tıp yeminlerini bir astrolog adına etmektedirler. :D
"Allah, allah; insanlar eski devirlerde nelere inanmış" demeden bence bir soluk durun.
Bir diğer büyük adam Freud'un "bilinç altı" yumurtasının ve bilinci (süperogo, ego, id diye) üçe bölen toteminin kanıtı yoktur. Adı bilimsel olan bu yüce inançlar ampirik bir bilgi olmadıkları için aslında bilimsel değildirler. Ha, eğer onlar bilimselse, bir gün bir okültist, bir spiritüalist, hatta bir din uleması çıkar "O zaman neden bizim teorilere, inançlara paçoz muamelesi yapıyorsunuz? Bizimkiler de bilimsel" deyiverir. Bir teoriyi bilimsel yapan onun deneysel ortamda (laboratuvarda) denenerek kanıtlanabilmesidir.
Daha devam edelim mi?
Batının "büyük bilim adamı" diye neredeyse tapındığı, yıllar yılı fizik bilimini onun sözleri üzerine kurduğu ve sonunda yanıldığı ortaya çıkan Newton bilim adamı değil, okültisttir. Gül Haç (Rozkrua, Rosicrucian) örgütüne üyedir ve bilim onun hobisidir. Asıl yazıları İncil yorumları ve okült konular hakkındadır.
Dostlar, bu sözlerimle vurgulamak istediğim, çağdaş ve aydınların (belki biraz da elit olmak için; çünkü günümüzde bilim diye servis edilen her şeyin peşinden gitmek seçkinleşmenin yoludur) ezbere yapıştığı nice-nice insanın senin/benim gibi hatalarla dolu canlılar olduğunu vurgulamaktır.
(Editörün notu:
Janus tarafından "Çağdaş ve Aydın" olarak nitelenen kültüre ait kişilere bakış açımızı öğrenmek adına
ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR sayfası,
Temel İnançlarımız başlığında yer alan
"Çağdaş ve Aydınlar" hakkında
linkine başvurabilirsiniz. )
İnsan/teori yüceleştirmekten daha kötü bir şey yoktur belki de. Bu dünyada kimse "ulu" veya hatasız değildir. Makroda hata yapmamanın zerre imkanı yoktur.
Doktorlar, yanılma payları YÜKSEK olan bir meslektedirler; çünkü onlar tesisatçı ya da araba tamircisi gibi cansız bir objeyi değil; nasıl çalıştığı hala tam anlaşılamamış bir şeyi, insan naturasını, tamir etmeye uğraşmaktadırlar. Onlar kusursuz kurtarıcılar olarak görülürlerse, kafası zaten dert dolu adamlar, onların hatasını görünce (ya da gördüklerine inandıklarında) kafayı sıyırtırlar.
Bu yüzden her bir insanın lafına (her kim olursa olsun) bir ölçüde kuşku ile (yıkıcı değil, yapıcı/bilimsel kuşku ile) yaklaşmak; gerçeğin kişisel arayışta, hatta beyinde rahatlık varsa, "içe doğuşta" olduğunu görebilmek gerekir.
Zarar veren tıp ya da psikoloji değildir. Doktorlar da, psikologlar da, insanlara yardım etmeyi meslek edinecek kadar yardım etmeye, dert/acı gidermeye eğilimli (en azından bu meslekleri ifa edebilecek) kimliklerdir. "Bilimsel" bakış açısı, "bilim" diye ortada atılana, secde edercesine otomatikman inanmak DEĞİL; "BİLİMSEL KUŞKU İLE" (pozitiviteye yönlendiren tarafsız merak ve nedensellik arama arzusu ile) bakabilmekle ilgili olabilir.
]
Einstein dahil, bazı(!) bilim adamlarının cansiperane engel olma çabalarına karşın sonunda parçacık fizikçileri gerçekleri ortaya çıkarırlar.
Evreni;
-
gözle görünmeyen,
-
masallarda anlatıldığı gibi bir görünüp, bir yok olan,
-
göründüğünde aynı anda birden fazla yerde olabilen,
-
kimi zaman parçacık (bilye gibi makrokozmos varlığı) olsalar da, birden dalga fonksiyonuna geçen (dalga gibi olabilen)
-
birbirine açıklanamaz şekilde dolanan
"parçacıklar" var etmektedirler.
Onlara Temel Parçacıklar denir.
Meraklısına söyleyeyim: Kendiniz dahil, dokunabildiğiniz ve görebildiğiniz her şeyi meydana getiren elektron da temel parçacıktır. Yani elektron da canı isteyince dalga fonksiyonuna geçebilen yapıdadır. Bu yüzden bizler (bazı bilimciler de) "İnsanlar da dalga fonksiyonuna geçer" demekteyiz!
Majide her gamaya çıktığınızda, ya da en yoğun şekilde imajinasyon (hatta meditasyon) sırasında, evet, bizce "dağılıyor" ve dalga fonksiyonuna geçiyorsunuz. Üstelik o anda dağılan sadece siz değilsiniz, tüm evrendir; çünkü o evreni siz yaptınız, yani çöktürdünüz.
(Bu konuda bilgi edinmek adına
İNANÇ ve BEYİN - 2. Bölüm: YARATILAN EVRENLER
adlı makalemi okuyabilirsiniz.)
Konuya dönelim: Elektron ilk keşfedilen parçacıklardandır. Zaman içinde bir sürü yenisi keşfedilmiştir. Öyle ki LHC'daki bilim adamları keşfettikleri parçacıkların fazlalığı neden ile "Burası hayvanat bahçesi gibi" demektelerdir.
Beyond the Cosmos - Space Odyssey
Cenevre’deki Cern Avrupa Nükleer araştırma merkezinde, yerin elli metreden daha derinine gömülü büyük Hadron çarpıştırıcısı vardır. Dünyanın en güçlü hızlandırıcısıdır bu. Atom altı parçacıkları ışık hızından %99.9 daha çok hızlandırarak birbirlerine çarpıştırmaktadır. Bilim adamları bu çarpışmaların ürettiği moloz yağmurunda tuhaf ve egzotik parçacıklardan bir hayvanat bahçesi buldular.
Temel parçacıkların bazıları ise elektron gibi maddeyi (evreni) meydana getirmez. Onların görevi kuvvet taşımaktır. Bunlara ise bozon denir. Bozonların en ünlüsü–adını duyduğunuza emin olduğum- fotondur.
Keşfedilmemiş bozonların en ünlüsü graviton'dur. Graviton, gravitenin, yani kütleçekiminin (yer çekiminin) bozonudur.
Şimdi düşünelim.
Yer çekiminin gerçekliği kanıtlanmıştır. (Newton'un laflarının yanlış olduğu kanıtlanmıştır. :) ) Gravitonun varlığı (yani var olabileceği) de bilimsel ortamda görülmüş, bunun için ona bir de ad takılmıştır.
Ama hala da gravtionun varlığı keşfedilememiştir! Graviton -görülen o ki- ele geçmeme konusunda Higgs Bozonunu geride bırakmaya kararlıdır. :)
(Higgs bozonu ve keşif süreci hakkında bilgi edinmek için TANRI PARÇACIĞI HIGGS BOZONU adlı makalemi okuyabilirsiniz.)
Bizler keşfedilmemiş bazı bozonlar, fotonlar ya da en azından temel parçacıklar olduğuna inanmaktayız; çünkü ne de olsa hepsi adım adım ve sürekli keşfedilmektedir. Söz konusu keşif çoktan başlamış ve sonu gelmemiş, hala tüm hızı ile devam eden bir "süreçtir".
(EM dalgaların sıra ile keşfedilme süreci hakkında bilgi almak için NEGATİF ENERJİ NEDİR? NASIL CELP EDİLİR? adlı makalemi okuyabilirsiniz.)
İşte, bizlere göre majikal tanrılar evreni var ettikleri bilimce ortaya çıkarılan temel parçacıklar, bozonlar veya fotonların henüz tanınmayanlarıdır.
[Arkadaşlar, "keşfedilmemiş şunlar bunlar" diyerek fazla salladığımı düşünmeyin. Çok inanılmaz keşifler yapılmakta: Örneğin evreni meydana getiren dört temel kuvvet vardır, bilirsiniz. Gravite ve EM bunlardan ikisidir. Şimdilerde bir 5. kuvvet olduğu tartışmaya açıldı. Kuvvet varsa, bozonu da vardır. PE ve NEyi oralarda aramak da mümkün.
Daha gravitenin bozonu (graviton) var olduğu anlaşılsa da bulunamadı… ama 5. kuvvetin varlığı tartışılmaya başlandı… şu hıza bakın!
Bu keşifler, biz okültistlerin "sallama" sanılan inançlarının gerçekliğini ortaya çıkartıyor bence. Ayrıca majide –bizler gibi- nedensellik arayan bilim kafalı adamların (bilim kafalı olmak bir yapıdır, bir üstünlük değil) işini (inanç var ederek başarı oranını) kolaylaştırıyor.
Diyorum ki; ister misiniz kuantum mekaniği ile okült ve bilim el-ele tutuştukça majinin reelliğini en iyi görecek olan bilimciler giderek majisyen olsunlar?
Buna gülerim doğrusu! :DDD
]
Şimdi varlıklara gelelim.
Kısaca "Varlık" dediğimiz, spiritüalizmde "bedensiz varlıklar" denen unsurlar ise majikal tanrı değildirler. Ancak varlıklar, pop kültürde ve standart okültizmde sanıldığı gibi zaten astralda var olan ve genelde "cin" gibi isimler takılan şeyler de değildirler. Varlıklar kişisel bilinç ile kişiye özel olarak "var edilirler".
Daha açıklayıcı olmaya çalışayım (sözlerim pseudo-bilimdir).
Mikrokozmosta (okültizmin astralında) çeşitli alanlar vardır. Söz konusu keşfedilmemiş bozonlar bu alanların kuvvet taşıyıcılarıdırlar. Bu alanların bazıları EM alanlardır.
Buraya dek anlaştık mı? Devam edelim.
ETC teorilerine göre beyninizde beyniniz tarafından yaratılan elektrik, bir EM alan meydana getirir. Bilinç -psikoloji disiplininde sanıldığı gibi nöron çakması değil- bu alandır. (Psikolojinin bir bilim değil, bir disiplin olduğu halde ele alıp, hastalık(!) iyi etmeye soyunduğu bilincin ne olduğunun giderek fizikçiler tarafından bilim (deneysellik ve kanıt) ortamında ortaya çıkarılması gerçekten dikkate değerdir.) Bu iki alanın frekansı benzeşirse iki sistem etkileşime geçer. Bizim sistemde majinin temelinin bu "işleyiş" olduğuna inanılır.
(Sözlerimizin hedefi psikolog arkadaşlar değil, Freud çıkışlı psikoloji disiplinidir. Psikologlara bakış açımızı öğrenmek adına
ÖNEMLİ AÇIKLAMALAR linki,
Temel İnançlarımız başlığında yer alan
Psikologlar hakkında
linkine başvurabilirsiniz.)
Ancak siz Ouja Board veya kendi var edeceğiniz (size sempatik gelen, sempatizasyon ilişkisi kurabileceğiniz) bir yol, bir yöntem ile bu alanlarla kontak kurmaya, yani beyin frekansınızı bir alan ile (sizin frekansınızdan bir alan ile) senkronize etmeye çabalayabilirsiniz.
Kontak kurulursa artık bir varlığınız vardır.
Ancak bu varlık başta bir cenindir. Onunla iletişimi sürdürmekle onu büyütürsünüz, geliştirirsiniz. Bu durumu bir annenin bebeğine süt vermesine benzetebilirsiniz. Ancak gün gelecek bebek yetişkin olacak, annesini (ya da ona biberon ile süt vermiş olan babasını) geçecek, onlara destek olacak, hatta yön gösterebilecektir.
Varlık; özü astral olduğu için makroda çökmüş insanın kontak kuramadığı alanlarla etkileşime girebilen bir unsurdur. Bu yüzden kişiye farklı bilgiler verebilir. Ama hala da yetişme sürecinde SADECE ebeveynlerinden bilgi aldığı için bilgileri sınırlıdır. Bu yüzden genelde gelecekten haber veremez (sınav sorularını bilemez. :D ) Daha doğrusu, sadece ebeveyni kehanet yeteneği sahibi ise verebilir. Ancak kehanet yeteneği sahibi kişi bunu zaten bilir, varlığına danışmaya gerek duymaz.
Sorun şudur ki, varlık arayışına girildiğinde beyin elektriğinin dalga boyunun pozitif olmaması halinde İLK kontak kurulacak alan negatif olabilir. İlk kontak –tıpkı majide ilk çalışma başarısının genel başarıya doğrudan büyük ölçüde etki etmesi gibi- çok önemlidir. Bu yüzden bu yanıtımdan sonra bu işe soyunacak kişilerin sadece mutlu ve neşeli oldukları bir gün arayışa başlamaları önemlidir.
DİP NOTLAR
[1]
Aynı devirde kadınların cinsel organı zarar görür, doğurganlığı azalır diye ata yan pozisyonda oturtulduklarını anımsayalım. Erkekler ise bacaklarını açarak, yani testisleri darbelere maruz kalacak şekilde oturup rahatça at sürerlerdi. Zaman içinde zayıf organın testis, dayanıklı olanın rahim olduğu ortaya çıktı. :D Rahim o kadar sağlamdır ki, mezarda en son toprağa karışan organdır. (Bkz. An interdisciplinary review of the thanatomicrobiome in human decomposition