Sevgiler Saygilar ...
YANIT
Editörün notu:
Janus'un soru dışı Anadolu ve anaerkil mitoloji konulu sözlerine atlamak için tıklayın!
Hoş geldin arkadaşım ve gelir gelmez yumuşak karnımıza bir aparkat çaktın. :) İtiraf ederim: Gama hakkında eğitimde bilgi yok.
Neden bu hataya düştük? Çünkü verdiğimiz imajinasyon tekniklerinin yeterli olacağına inandık.
Daha büyük bir itirafta bulunayım: Gama dalgasının antrenman ile yükselebileceğini düşünemedik.
Bu gama işi bütünü ile bizim teorimizdir. İnternette filan aratın, başka bir kaynakta bulacağınızı sanmıyorum. Bu sonucu keşfedebilmek için hem majisyen olmak, hem de Orch OR gibi kuantum teorilerini biraz olsun tanımak gerekir; ki okültistler arasında –bence- pek yaygın olan bir iş değil bu.
Adept Majisyen ve Pozitif Enerji Eğitimini 2015de yaptık, zaman içinde geliştirdik, yeni eğitimler sunduk. Manyetik Majiyi 2019da var ettik. Bizler sürekli çalışan, araştıran insanlarız. Yani zaman içinde biz de gelişiyoruz. Bu devirde bilginin sınırı yok. Bilim dünyasındaki gelişmeler Kova Burcu çağında o kadar hızlı ki, gerek Einstein, gerek Hawking hata yaptılar ve hatalarını –efendice- kabul ettiler. Biz değiştikçe, öğrendikçe, geliştikçe önceki eğitimler yetersiz kalıyor haliyle. Eğitimde gama antrenmanları eksikliğinin nedeni budur arkadaşım.
Şimdi bir Moon Magic eğitimi projemiz var. (Ondan önce Astroloji Eğitimi var, ama bammmmbaşka bir sistem… bize ait! :DD ) Sonra bir maji eğitimi… Gama işine orada kesin yer vereceğiz.
" Gama dalgalarini nasil elde edebiliriz Gama dalgalarina nasil ve ne sekilde erişiriz"
Korkarım ki bu çok da kolay bir iş değil. Size bu konuda verebileceğim tek sufle –sizi düş kırıklığına uğratacak olsa da- "çok maji çalışın, beyin alışır" olacaktır. Ama tabi ki eğitimde elden geldiğince detaylı anlatacak, bazı antrenmanlar var edeceğiz.
Gama dalgası üretmeye alışmayı ben kitap okumaya alışmak gibi görüyorum. Kitap okuma doğuştan gelen bir yetenek değil, epey zorlama ile elde edilen bir alışkanlıktır. Zor iştir, tatsız iştir. Ama bilgi için tek yoldur. (Hobi olarak bu işin yapılması hiç de iyi bir iş değildir.) İddia ediyorum; zamanla kitaplar yok olacak, her şey –insan doğasına uygun şekilde- audio-visual kaynaklara dönüşecektir.
Beyni nasıl kitap okumak gibi doğal yapıya hiç uygun olmayan bir işe alıştırıyorsanız, gamayı da iradi olarak yükseltmeye çalışmak aynı hesap… çalışa çalışa gelişecek. Çalışa, çalışa derken, imajinasyon yapa-yapa demek istedim. (Bir arkadaşımız, Yağız, EEG ölçümü ile 100hz.i yakaladı. Bu güç ile güzel ;-) işler de yaptı. :) )
Ancak şurası çok önemli: Biz çalışmalarda imajinasyon YAPMIYORUZ. Bizden en az iki eğitim alan, arada bir bağ kurulmuş olan ve kafa yapısını bize yakın bulduğumuz için iletişimde kaldığımız arkadaşları da bu yöne yönlendiriyoruz. Ama başta –tıpkı tespihli zikir gibi- imajinasyon antrenmanı şarttır. Biz tespihli zikir de yapmıyoruz (ya da çok nadir yapıyoruz diyeyim); varlıklarla bağlantı için ouja board gibi aracı da kullanmıyoruz… ama başta biz de böyle başladık. İmajinasyon, tespih/zikir ve ouja board, ilk bisikletlerimizde arka tekerlek yanındaki iki ince tekerlek gibidir. Zamanla denge bulmaya alışınca söker çıkartırsınız.
Bülent (Bülent Kısa) imajinasyon antrenmanlarına inanmazdı ve "herkes imajinasyon yapar, bunun kanıtı mastürbasyon fantezileridir" derdi. Ona hak veriyorum. Ama bu sözü sadece "Ben imajinasyon yapamıyorum… of yaaa… of yaaa" diye kendini kahreden aprentislere teselli olarak kullanıyorum. Evet, HERKES imajinasyon yapar; lütfen panik yapmayın. (Herkes gamaya da çıkar, çıkamayacağınızı da düşünmeyin.) Ama majide gereken şekil imajinasyon için antrenman şarttır. Yani imajinasyon ve iradi olarak gamaya çıkmak tıpkı yüzmek gibidir. Bütün hayvanlar yüzmeyi bilir… insanlar çırpındıkları için boğulurlar.
Gama için size –şimdilik- önerim imajinasyon antrenmanlarına zaman ayırmanız ve çok, ama çok çalışmanızdır. Hep söylediğimi yineleyeyim: Elinden geleni herkes yapar. Başarı ise bir ayrıcalıktır ve makroda ayrıcalıklara ancak DOZUNDA zorlanmalarla varılabilir. Makroda kolay çıkış yoktur… ama çıkış hep vardır. :)
Arkadaşım; eğer ilginizi çekerse lütfen sitenin iletişim linkinden Aziz'e –soru sorarken kullandığınız e-maili ve bu soru linkini kullanarak mail atın. Size imajinasyon antrenmanı derslerini ücretsiz yollayacaklar.
" paganizmin ve anaerki için kutsal olan ayni zamanda ana vatani olan bu ülke"
Ahh.. bu ülke… güzel ülkemiz. Gülüyorum bazen gördüklerime, bir "tebessüm-ü elem" ile… Bu ataerkil dünyada her ülke birbirine çaktırmadan düşman… buna da "kendi halkını korumak" diyorlar. Kötülükle iyiliğe makroda varamazsınız sayın politikacı arkadaşlar.
Alın size bu konuda iki özlü söz:
Bir kötülüğü diğeri ile yok edemezsin.
Sonuç, yöntemi haklı kılmaz.
Milletinize bir hayrınız olsun istiyorsanız önce bunu fark edin. Makronun yasaları politikacı oldunuz diye değişecek mi?
Neyse… o ayrı konu. Güldüğüm ise bizim kendi içimizde olan, kendine (kendi milletine) düşman kimseler. Gerçekten şaşmamak elde değil.
Millet, benliktir. Herkesin benliğinde, karakterinde iyi ve kötü huylar vardır. Nasıl ki kimliğinizdeki hataları gözden ırak tutmak ahmaklıktır, ama bunları bilerek, aşmaya çabalayarak, kendini sevmek esastır; millet de aynen böyle bir şeydir. Milet anne-baba gibidir. Beğenmeyebilirsiniz, kavga edip barışabilirsiniz, pek içli-dışlı görüşmemeyi tercih edebilirsiniz; ama silip atmanıza imkan yoktur. O yüzden bir hal yolu bulup uzlaşmak ve anlaşmaya çalışmak en iyisidir. Bunu becermiyorsanız, yapmanız gereken iş terbiyeli olmaktır. Milletinizi de beğenmeyebilirsiniz, izlediğiniz bazı şeylerden yeis duyabilirsiniz, hatta farklı ülkede yaşamayı seçebilirsiniz. Ama nefret… küçümseme… ulu orta kötüleme… Hele ki sempati duyulmayan partiye oy veren kimseleri aşağılama…
[Kanatsız melekler değil, insan adlı, sinir sistemi ajite edilebilecek bir türüz. Politikacılara kızabiliriz, icraatlara öfkelenebiliriz… ama bu düşünceler ülkeye nasıl yansıtılır? Bir kişi sadece politik öfkesi yüzünden sosyal medya adlı insanların iletişimde olduğu bir ortamda ülkesini nasıl "yerin dibine batırır"? Nasıl en iyi çözümün ülkeden -sin kaflı küfür ile- gitmenin tek çözüm olduğunu söyleyebilir? Nasıl bunu biraz da empoze edebilir?
Bu kişiler -ciddi konuşuyorum arkadaşlar, yaşlı bir okültist olarak konuşuyorum, hayatını çöpten çıkartacak kadar bir şeyler öğrenmiş bir adam olarak konuşuyorum- yoğun NE celp etmektedirler. NEnin ise hayatın farklı alanlarında envoke olduğunu görmek için biraz da bilge olmak gereklidir.
Bizim devrimizde "kol kırılır, yen içinde kalır" diye bir söz vardı. Özlü sözlerin modası geçmiş, etkileyicilik oranları azalmış olabilir. O zaman şöyle söyleyeyim: Karakter gücü, bir insanın PE celbi için en önemli özelliğidir. Karakteri güçlü kişiler yakınları hakkında "ulu orta" olumsuz eleştiriler yapmazlar. Yakınlara sızlanmak -süresi kısa tutulursa- kimi zaman rahatlatabilir. Ama "yakınlar" adlı kimselerin sayısı bir-ikiyi geçmemelidir. Eğer öfke "genele" boşaltılmak isteniyorsa, bu bir ihtiyaca dönüşmüşse, NE kesinlikle celp olacaktır.
]
Ülke sözünüz ile cuş-u huruşa geldim; izninizle bu sözcüğü "Anadolu" diye alayım ve hazır coşmuşken bu konuda iki lakırdı edeyim.
Ana-dolu, anaerkinin benzersiz "yatağıdır". Nehir yatağı gibi yatağı… Lafta değil, özde.
Örnekler gelsin.
Anaerkinin göz bebeği Lidya imparatorluğu Anadolu'muzdadır; Lidya başkenti Manisa'dadır. Bu yüzden Lidyalıların atalarımız olduğu düşünülebilir.
(Bu konuda bilgi edinmek adına Tarihteki Anaerkil Krallıklar başlıklı yanıtımı okuyabilirsiniz.)
Manisa Mesir şenliklerinin kaynağı Lidya'daki bereket bayramlarıdır. Bereket bayramında özgür seks vardır ve bu konuda kimse yetersizliği ;-) yüzünden surat asıp kenarda durmak zorunda kalmasın diye önceden cinsel arzuyu arttıran karışımlar yapılıp topluca yenir, erotik şiirler okunur, tanrı Besk'inkine benzer heykelcikler elden ele gezerdi.
[Önceki yanıtlarımda yazdım: Yıllar önce, ben Bülent ile çalışırken, bir kahin çıktı ortaya ve hepimiz için kehanetlerde bulundu. Bülent için "Kara enerjiyi aklamak için geldi" dedi. Bülent buna biraz kızar, biraz şaka ile gülerdi. Benim için ise "O devirlerde yaşadı" demişti.
]
Ana Tanrıça Kibele Anadolu orijinlidir.
Ana Tanrıça tapımının zirvede olduğu Manisa, Kibele'nin kutsal bir merkezidir. Bu durum mitolojik Lidya kraliçesi Kraliçe Omphale'nin adı ile belli olur. Omphale, omphalos sözcüğünden gelir ve omphalos "göbek" demektir. Göbek, ceninin annesi tarafından beslendiği deliktir. Ana Tanrıça enerjisi pozitif enerjidir ve ona "ana" denme nedeni ilk çağ insanının onun iyiliğini anneye benzetmesidir. Tanrıların, enerjilerin cinsiyeti olmaz. O enerji, (biz de anne diyelim) o anne, besinini evletlarına Anadolu'dan akıtmaktadır.
Biz Anadolulular (Trakya da dahildir bu sözlere) kozmopolit bir ırkız. Türki soylardan değiliz. Batılı da değiliz. Biz "biz"iz… benzeri olmayan bir karışımız. Birliğiz. Doğu ve batının UZLAŞMASIYIZ. Kırmayız! Anaerkide kırmalar kutsaldır. Tüm ataerkiller "soyum bozulmasın, yabancı girmesin"cidirler. Bu kafadaki adamların zirve çektiği Habsburgların başına gelenler bilinir. Bilmeyenler için dipnot: Sonunda o kadar "saf" kalmışlardır ki, kimi doğan çocuklar annelerinin bile güzel bulamayacağı kadar acayip olmuş, bunlar da yaşamamıştır.
Laz (Amazon), Kürt (Mezopotamyalı), Boşnak (Trak), Pomak, Çerkez, Egeli (İyon), Akdenizli (bu iki tanımlama Halikarnas Balıkçısına aittir), Gürcü (Kolkhisli), Arap (Felix Arabia - Mutlu Arabistan'lı) olarak Anadoluluyuz… Beni beyninde sözlerim yüzünden katledecek kişiler olabilir, ama ne zaman susabildim ki ben? Artık aramıza karışmış, kök salmış, Suriyelililer de bizdendir.
Ana Tanrıça'nın ataerkil Yunan mitolojisi tarafından bir aşk tanrıçasına indirilmiş hali olan Afrodit'in oğlu Hermaphroditos'un yurdu (hermafrodit bir varlığa çevrildiği yer) Salmakis gölü, yani Bodrum'daki Bardakçı koyudur. (Herodot orada bir çeşme olduğunu ve suyundan içenlerin cinsiyet değiştirdiğini yazmıştır. Küçük bir uyarı olarak ekledim. :D ) Hermafroditler de "karışım"dırlar.
Kibele'nin tapım merkezi olan Pessinus ise Ankara-Eskişehir karayolu üzerindeki Sivrihisar'ın 16 km. güneyindeki Ballıhisar'dır.
Kibele'nin eşi, Baba Tanrı, güzeller güzeli Attis'in penisinin kesildiği coğrafya Sangarios ırmağı, Sakarya ırmağıdır.
Batılılar, antik Yunan kültürünü yarattıkları için Yunanlı kardeşleri "muhteşem torunlar" olarak lanse ederler. Hatta bu durum öyle ileri gider ki, Anadolulu İyonlar bile Helen olarak tanıtılır. Uygar ve barışçı İyonlar Anadoluludur. (Bu konuda bilgi için Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat'ın kitaplarına başvurulabilir.) Ama nedense kimse batılı sanatçıların hakkında onlarca resim yaptığı Omphale'nin Anadolulu olduğunu ağzına almaz.
Haklarında sayfalarca yazabileceğim gizemli kavim Pelags'lar aslen Lidyalıdırlar. (Bölünen Evren teorimizin gerçekliği onların mitlerinde, diğer uygarlıkların mitlerinden daha da açık görülür.)
Pelasgların atası Pelagsos, Niobe'nin oğludur. Niobe Manisa'lıdır. Azra Erhat, Niobe için "Öz-be-öz Anadoluludur" demektedir. Tanrıça Leto'dan daha doğurgan olduğunu –sözde- iddia ettiği için taşa çevrilmiştir.
Uygar ve benzersiz anaerkil Etrüskler (İtalyanlar onları ata olarak benimserler), Anadoluludurlar ve büyük ihtimalle Türktürler. Ulu önder Atatürk'un bu konuda yaptırdığı araştırmalar vardır.
Yunan mitolojisinde Zeus'un en büyük rakibi Typhon adlı belden aşağısı yılan olan bir ırktan gelen –onlara göre- bir şeytan vardır. Oysa Typhon, evrenin öncel lideridir. Öncel evren, Big Bang öncesi var olan, her şeyin güllük gülistanlık olduğu evrendir. (Bu evrende zaman tersine akar. Yiyecekler zor elde edilmez, yaşlılık yoktur. İnsanlar uyur gibi ölmektedirler.) Zeus onu kozmik bir savaşta yenmiş ve bu günkü evreni (makrokozmosu) var etmiş, kendini de lider ilan etmiştir. Typhon'un da, karısı Ekhidna'nında belden aşağısı yılandır. Onların gömüldükleri ve mekanları olduğuna inanılan yer Anadolu'muzdaki Cehennem mağarasıdır. Bu mağaranın öneminin fark edilmesi için Indiana Jones gibi (gizem denen bilgileri önemseyen, onları yol haritası gibi gören) bir arkeoloğa gerek vardır.
Yılanlar hep lanetlenerek yer altına atılmışlardır. Ataerkiye göre yer atı lanetlidir. Yılan lanetlidir. Cehennem de bu yüzden mitolojilerde yer atındadır. Ancak bir yılan kimlik (batılı daktürlemelerden uzak kalmış bir kültürden çıkan bir kimlik) yılanların hiç de bet şahsiyetler olmadığını anlatmaya çalışır gibidir. Bu kimlik Şahmeran'dır. İyiler iyisi yılan ırkının en iyisi, güzeller güzeli kraliçesi, yer altında yaşayan Şahmeran…
Şahmeran Anadoluludur. :)
(Yahudilikte insanı Cennet'ten kovduran, Hıristiyanlıkta dünyanın sonunu getirecek şahsiyet ilan edilen şeytan, Kuran'da lanetlenmez. Batıda "altında uyursan delirirsin" denilen dolunay, mehtap adı ile kültürümüzde aşk ve sanat ile eşleştirilir; Müslümanlıkta baş tacı edilir; öyle ki bazı aklı-evvel batılı araştırmacılar –bir halt anlamadan- "Müslümanlık Ay tapımıdır" diye kitaplar döşenirler.)
Editörün notu:
(Ay, Ay majisi ve Ay astrolojisi hakkında detaylı bilgi edinmek için Janus'un
DOLUNAY ASTROLOJİSİ
adlı kitabına başvurabilirsiniz.
Anadolu'muzun adı olan "Ana dolu" sözcüğünün çıkış noktası belki de Anadolu'da yer alan öncel anaerkil inançlardır. Türk erkeklerinin cinsel gücünün batılı erkeklerden fazla olma nedenini, Anadolu'da yaygın olan ve püriten tarihçilerce sır gibi saklanan seks tapımına, yani seks özgürlüğüne bağlı olabilir. "Damızlık" sözcüğünün kaynağı Baba Tanrı Tammuz'dur. :)
Batılılar şeytan-ür racimindir diyen yok. Bizim mesajımız sadece "Batılıların bizlerden iyi olduğu çok konu var; ama bizim de batılılardan iyi olduğumuz pek çok konu var"dır.
[Lafın şakulünü daha da kaçırıp, milletini biraz az sevenler için Enerji noktalari, Mistik yerler, Uğurlu/uğursuz eşyalar başlıklı yanıtımdan alıntı yapayım.
Türk insanının kutsallığa yakınlığı, ya da içgüdüleri hakkında bana göre önemli kanıt sayılabilecek bazı şeyler söyleyeyim:
Akrofonolojide D harfi Yengeç burcunu temsil eder ve yöneticisi Ay'dır. Dilimizde Ana tanrıça ile eş görülen denizin adı olan "deniz" sözcüğünün baş harfi D'dir.
Anaerkil paganizmde kutsal olan medusa adlı hayvanın adı dilimizde "denizin anası" manasındaki bir sözcük ile ifade edilmektedir. (Medusa, Zeus düzeni tarafından lanetlenen ve yok edilen anaerkil bir soydan gelmektedir.)
Ana-dolu sözcüğünden ise yukarıda söz ettim.
Bunları biz hissettik. Bu adları böyle verdik. Güzel gönüllü, hisli bir milletiz biz. Kafamız kızınca fena savaşçıyız, o ayrı. ;-) Batıda Beethoven fırtınalar koparırken, Bach opusları ile "dan dun" gibi seslerle dolu besteler yaparken (Bach çok severim, o da ayrı) bizler "terdilli, terdilli, telelaa" diye mehtaptaki aşkları anlatan şarkılar söylüyorduk.
Ama bakıyorum; bu nazlı şarkılar hor görülüyor; bilen, dinleyen yok… Beethoven baş tacı... :)
Küçümsenen padişahların bazıları bestecidir (onlar içki fabrikası kurmuş, kadına çalışma izni vermişlerdir). Çok sesli klasik müzik besteleri bile yapmışlardır. Sultan Abdülaziz'in Batıda bilinen Valse Davet adlı çok güzel bir bestesi vardır. Padişah aynı zamanda güreşçidir.
Osmanlı, ataerkillerce "yükselme" diye itelenen devirde DEĞİL, "duraklama ve gerileme" denen dönemde kendini (güzelliğini) bulmuştur. Beni linç edin, susmam: Atatürk, Osmanlı güzelliğinin son halkasıdır. Batılılaşmayı Ulu önder BAŞLATMAMIŞTIR. O -her şeyin kotarıldığı bir ortamda- son noktayı koyan yetenektir. Atatürk "batılılaşmayı" ASLA hedeflememiştir. Batılılaşmak, batılı gibi olmaktır. Atatrük'ün hedefi "yaygın, ön planda, genel geçer, popüler olanla UZLAŞMAK İÇİN BENZEŞMEK"TİR. Atatürk batı hayranı değil, TÜRK HAYRANIDIR. Atatürkçüyüm deyip batıyı öven, kültürümüzü yere batıran, yabacı kültürlere öykünen, hele ki ülkemizi kötüleyen kişiler bu hatalarını fark etmelidirler bence.
Kendini sevmeyeni kimse sevmez diye bir laf vardır. Atatürkçü olmayı, geçmişimizi lanetlemek zorunda olmak sananlar, biraz ayıp bir laf olacak ama içimden gelen bu, "papağandırlar". Ulu önder Osmanlıya DEĞİL, bağnaz Osmanlılara, yani bağnazlığa karşıdır. Kendi yandaşı olan (en yakınlarını bile) nice kişiyi bile bu yüzden çevresinden uzaklaştırmıştır.
(Bu konuda bilgi edinmek adına OSMANLI ve ATATÜRK adlı yazımı okuyabilirsiniz.)
]
" bu ülke için çok iyi seyler yapıyorsunuz"
İhya ettiniz değerli kardeşim. Sözlerinizden cesaret alıp yazdım yukarıdaki lafları. Gençlikte bana ezberletildiği gibi ulusunu, milletini küçümseyen bir aymazdım. Bunu bir ayrıcalık, bir kalite göstergesi, bir seçkinlik emaresi olarak görürdüm. Bu kafa yapısı beni önce küstahlığa, ardından öfkeye ve hırsa götürdü; sonunda satanist oldum. Ben ülkemin güzel insanları arasında, benim olduğum gibi satanist görmedim. Hatta bu arkadaşların –beni affetsinler- gerçek satanizmi bildiklerinden kuşkulu olduğumu söylemek zorundayım.
Sonunda her şeyimi kaybettim. Acıklı bir hikayedir bu. Kendimi hep yaşamayı başına gelen felaketlerle öğrenen Küçük Lord Fountleroy'a benzetirim.
Eğer kendine satanist diyen arkadaşlar benimki gibi bir kayıp sürecinde değillerse, hiç de satanist olmayabilirler. Bence onlar sadece aradıkları İYİLİĞİ standart söylemlerde bulamamış insanlardır.
Beni sözlerinizle duygulandırdığınız için konuyu çok dağıttım; farkındayım. Son olarak izninizle bildiğim gibi konuşayım: Mütehassıs ve fevkalade memnun oldum.
Cenab-ı Haktan zevk-ü sefa ve heves dolu bir hayatı size nasip etmesini niyaz ederim. :)
(Hak dedik ya... yine bir açıklama yapayım: Her görüşe saygılı, bana yabancı olan her yerde güzellikler olduğunu bilen, bunları çekip alan, kendime katan bir "uyanık", bir "yaşamayı bilen" (kabul, biraz geç öğrendik :D) PAGANIM. :)